KIZILDERİLİDEN GAZZELİYE

Ümit G. CEYLAN 15 Şub 2024

Ümit G. CEYLAN
Tüm Yazıları
Siyonizm son 200 yıla sığdırılan Filistin'deki topraklara geri dönme düşüncesi olarak nitelendiriliyor. Bu geri dönüş için benimsenecek her türlü hareket bir siyasi düşünce etrafında şekillendi.

Siyonizm son 200 yıla sığdırılan Filistin’deki topraklara geri dönme düşüncesi olarak nitelendiriliyor. Bu geri dönüş için benimsenecek her türlü hareket bir siyasi düşünce etrafında şekillendi. Bunun öncüsü de Hertz denilen bir isimdi malum. Yahudilik inancına dayandırılan bu düşüncenin tarihi hareketleri gibi merak edilen tüm bilgilere ulaşılabilecek birçok kaynak var zaten. Ama bizim burada görmek istediğimiz bambaşka benzer paralelliklerdir. Öte yandan Amerika kıtası topraklarına ayak basan ilk batılılar ve orada karşılaştıkları yerli halkın tabiri caizse evrimleştirilmesi gereken canlılar olarak gören Müslümanlar değildi. Hıristiyan batılılar ve belki de aynı temel sakat düşünceyi paylaşan Yahudilerdi. Sonuçta her iki batı düşüncesi zaman içinde bir yerlerde paralellik gösterdi. İlk kolonyalizm hareketleri ile başlayan sömürgecilik bunun en baş ispatıdır. Malum darwinizm de denilen bir evrimsel teori üzerinde şekillenen bir batı anlayışı vardır. Tüm bu kolonyal hareketleri ve darwinizmi düşündüğümde dünya haritasında istedikleri özellikle de hayvanımsı gördükleri o insanların topraklarına yerleşmeyi kendilerine hak gören bu batı anlayışı idi.

Siyonizm veya batı

Evrimin kabul gördüğü gelişmiş en üst canlı olarak beyaz ırkı kabul eden batılıların birçoğuna göre başkalarına reva gördükleri sömürülme kolonyalizm ile başladığını söyledik. Bunlar ister Siyonizm adına isterse batının sakat darwinizm anlayışı üzerine yapılmış olsun sonuçları itibariyle bugün geldiğimiz nokta malumdur. Sanayileşme ile başlayan ve atom bombasının icadı, teknolojik keşifler medyanın da zaman içinde bu olguların birer taşıyıcısı olmasıyla geniş kitleleri etkisi altına aldı. Malum Yahudilerin hatırı sayılır bir bölümü Almanya’dan ABD’ye kaçanlardı. Bugün bahsettiğimiz ve dünyayı şekillendiren kültür emperyalizmin de baş aktörü olan Hollywood’u kuran Siyonist akıldır. Siyonizm veya batı düşüncesini birbirinden tam manisiyle ayırmak mümkün müdür veya ayrıldıkları kısımlar nerededir veya ayrıldıkları yerler nelerdir bunların hiçbiri önemli değil. Zaten bu soruları sorarak da sonuçlardan kaçamayız. İnternette Almanya’da gerçekleşen bir siyaset programında bir uzman diyor ki acımasız olan bizim tarihimizdir. Haçlıların kestikleri Müslümanlar veya kendi dindaşlarına olan acımasızlıkları ve öldürülen insanları rakamlar vererek açıklayarak bir iç muhasebeyi dillendirmektedir.

Hollywood ve yerleşimciler

1862 yerleşimcilerle ilgili ABD anayasasını açıp doğrudan okuyabilirsiniz. O kadar özgüvenleri yüksek ki adamlar açık açık legal olduklarını ispat ettikleri- ki kongreden geçmesi çok zor değildi- kanunlarını gözlerimize sokarak kendi yerleşimci politikalarını meşru görebiliyorlar. Tıpkı bugün 1948’den beri Filistin’de yaptıkları gibi. Amerikan yerlilerine belirli şartlar ki onları ABD ordusuna karşı silahlanmamak, asi olmamak yani terörize olmadan kabul etmeleri şartıyla gösterilen belirli yerlerde 160 dönüm arazi yerlilere veriliyor. Yani yerlileri aslında bir bölgeye sıkıştırıyorlar tıpkı bugün adım adım Filistin’de yaptıkları gibi. Koskoca Amerikan kıtasının yerlileri oluyor bir anda ikinci insan. Bu yerleşimci batılılar beyaz benizliler yaklaşık 70 milyon Kızılderili’yi katledip ertesi senenin hasat zamanında da üstüne şükran günü yapıp kutlayacak kadar vahşiler. Hollywood sinemasının büyük bir bölümünü Kovboy Johne Wayne ve vahşiler ile mücadelesi arasında geçer.  Tıpkı bugün Gazzelilerin yerleşimcilere direnmeleri gibi. Ne kadar da benziyor değil mi? Beyaz adam saf temiz suratlı kahraman, direnenler ise Kızılderili, vahşi çadırda yaşıyor ateş etrafında dans ediyor. Gençliğimizde herkesin elinde dolaşan Tom Miks benzeri kitapları düşünün. Bugün Gazze’deki Müslümanların yaşadıkları ile Kızılderililerin yaşadıkları paralelliklere dikkat etmeliyiz. Bu zihniyet ister Siyonizm adı altında gerçekleşsin isterse batı düşüncesi adı altında gerçekleşsin insanlığı yüz karasıdırlar.

Son bir anekdot

Özal döneminde rahmetli Turgut Özal ABD başkanı Bush ile görüşecek. Türk heyetinin görüşme maddeleri arasında önem sırasına göre işte Kıbrıs vs yazarken ABD yönetiminin ilk maddesinde yer alan şudur;” Hollywood filmlerinin telif haklarının Türkiye tarafından satın alınması”. Çünkü siyonistler/batı toprakları ele geçirmeden önce zihniyetleri ele geçirdiler ki işleri daha kolay olsun diye. O yüzden bugün Filistin’in direnmesi tüm bu sistemin çökmesi anlamına gelmektedir. Çünkü batı halkları da kendi içinde sömürüldüğünü anladı ve uyandı. Son aylarda yaşadığımız tüm bu olaylar işte bu sistemin çöküşünün başlangıcıdır.

Taşa İşlenmiş Sevgi: Kuş Evleri

Dr. Öğr. Üyesi Handan Yerli

 

Büyük Osmanlı Devleti, tarih boyunca kültürel zenginliği ve hoşgörüsüyle tanınan bir medeniyetti. Bu zengin mirasın içinde, hayvan sevgisi ve hayvanların korunması da önemli bir yer tutuyordu. Öyle ki Osmanlı, köpeklere, kedilere ve diğer sokak hayvanlarına bakmak için vakıflar kurmuş, hatta onları beslemek için “mancacı” adı verilen kişileri de görevlendirmişti. ”Manca” kedi köpek yiyeceği anlamına geliyordu. Osmanlılar hayvan haklarını da önemsemiş ve hayvan haklarının korunması için hukuki düzenlemelerin de temelini atmışlardır. Bu düzenleme Sultan II.Beyazıt ile başlamış, en kapsamlı düzenleme ise III.Murad zamanında yapılmıştır. Sadece sokak hayvanları değil aynı zamanda leyleklerin bakım ve tedavisi için de özel vakıflar, bakımevleri ve hastaneler oluşturulmuştu. Dünyanın İlk ve tek Leylek Hastanesi Osmanlı’daydı! Hayvanlar için hastaneler, bakım ve barınma yerleri, sebillere suluklar inşa eden Osmanlının, vakıflar kurarak özel ilgi gösterdiği hayvanlardan biri de kuşlardı. Kuşların kolayca su bulmaları ve içmeleri için mezar taşlarına da kuş havuzları koydururlardı. Kuşlara olan sevgilerini yapıların cephelerine inşa ettikleri kuş evleri ile de göstermişlerdir. Osmanlı’da kuşlara duyulan sevginin günlük hayattaki güzel bir yansıması da, kuş satın alıp azat etme âdetiydi. Kuş evlerinde yaşayan kuşlar genelde göç etmeyen kuşlardır. Bunlar, serçe, güvercin, kumru, kırlangıç, bülbül gibi günümüzde de şehirlerde sıkça gördüğümüz hayvanlardır. Kuşların ötüşleri ve renkleri, insanların ruhunu besleyen ve doğayla olan bağlarını güçlendiren unsurlardı. Dolayısıyla, kuş evlerinin inşa edilmesi ve bakımı, doğaya olan sevginin ve saygının bir ifadesi olarak görülüyordu. Kuş evleri yapıların, sert ve soğuk rüzgârlara maruz kalmayan bol güneş alan özellikle güney cephelerine ve insanların, kedi ve köpeklerin erişemeyeceği yüksek yerlerine yerleştirilmişti. Köşk, mescit ve cami siluetinde karşımıza çıkan Kuş Evleri, kuşların içerisinde rahatça dolaşabileceği, inip-çıkabileceği yollar, gözler, bölmeler ve basamaklar estetik bir bütünlük içerisinde sunulmuştu. Ayrıca, Osmanlı kuş evleri pratik bir amaca da hizmet ediyordu. Bahçelerde ve tarım alanlarında kuşların zararlı böcekleri ve larvaları kontrol etmelerine yardımcı olmak için kuş evleri kurulurdu. Osmanlı döneminde kuş evleri işlevsel olmasının yanında birbirinden zarif şekillerde inşa edilerek ince bir zevkin sanata yansıtıldığı minyatür yapılara dönüşmüştür. Cami, medrese, türbe, ev, köprü, han, köşk, saray, kütüphane, mektep, hazire, bedesten, şifahane, su kemeri, sebil, çeşme gibi yapıların dış cephelerinde karşımıza çıkan kuş evlerinin tek katlı tek gözlü olanların yanında, birkaç katlı ve cumbalı olanları da bulunmaktadır. Çok katlı olanlar arasında saray ve cami şeklinde inşa edilenler de vardır. Geçmişi 13 ve 14.yüzyıllara kadar giden kuş evlerinin, 15.yüzyılda Osmanlı mimarisinin gelişimine paralel olarak sayıları da artmıştır. İlk örneklerinin erken Osmanlı döneminde Bursa’da görüldüğü kuş evleri en parlak dönemini 18.yüzyılda İstanbul’da yaşamıştır. Kuş evleri İstanbul’da en çok Üsküdar semtinde karşımıza çıkmaktadır. En güzel örnekleri özellikle üç cephesine birbirinden güzel kuş evleri yapılmış olan Ayazma Camisinde bulunmaktadır. Gülnuş Valide Sultan Camisinin güneybatı ve kuzeydoğu köşesinde bulunan kuş evleri de yine Üsküdar’daki örneklerdendir. Yine Üsküdar’da bulunan Büyük Selimiye Camisinin cephesinde ve cami ayaklarında köşk biçiminde iki kuş evi vardır. Üsküdar haricinde Laleli Camisi ve Eyüp Sultan Camisinde de kuş evlerinin örnekleri bulunmaktadır. Camilerin duvarlarına nakşedilmiş bu küçük sarayları İstanbul sokaklarında dolaşırken görebilirsiniz. Kuş evleri aslında sadece İstanbul'a özgü değil. Türkiye'nin büyük şehirlerinde varlığını hala devam ettiren bir kuş sarayı görebilirsiniz. Bazen dışardan bakıldığında bir küçük delikten ibaret, bazen anıtsal özellikte bir saray yavrusu görünümündedir.

 Artı

8 yaşında boykot yapıyor

Markette denk geldim. Henüz 8 yaşında olduğunu annesi ile sohbet edince öğrendiğim küçük kızın hassasiyetine hayran kaldım. Çikolata, bisküvi alacağı zaman annesine sürekli bunun boykot ürünü olup olmadığını soruyordu. Çocuğun içinden gelen bu hassasiyeti karşısında gelecek nesillerden umutlu olmamak mümkün mü? Şimdiki nesil çok daha hassas. Tabi çocuklardan bahsediyorum. İnşallah zaman içinde değişmezler. Zira koca koca insanlar bu konuda değil hassasiyet göstermeyi uyarılmaya bile tahammülleri yok. Kızlarına bu şekilde bir hassasiyeti kazandıran aileyi de ayrıca takdir etmek lazım.

Eksi

Gebze mi Halkalı mı?

Marmaray’da yön belirleme tabelasının değiştirilmesi gerekiyor. Gebze yönü ne demek Halkalı yönü ne demek? Bunun yerine iki kıtayı birbirine bağlayan dünyadaki tek şehir olması nedeniyle kullanmamız gereken ibareler bunlar olamaz. Bunun yerine Anadolu yönü ve Avrupa yönü denilmesi çok daha akla ve mantığa yakındır. Ayrıntılı açıklamalı tabelalarda Gebze ve Halkalı yönünü adım adım açıklarsınız. Yerli yabancı tüm turistler için de bu büyük kolaylık olacak ve şehrin değerine de uygun bir tanımlama olacaktır. O yüzden bu tuhaf tabeladan kurtulmak dileği ile yetkililere duyrulur.

Anlayabileceğimizi sanmıyorum

Yaşamadığımız bir hayatı anlayabilir miyiz? Hissettiklerini tam anlamıyla hissedebilir miyiz? Yüreğimiz onlar kadar yanabilir mi? Acı bazen nefret, çaresizlik bu kıyımın getirdiği her türlü yıkım, umutsuzluğu gerçekten tam anlamıyla kavrayabilir miyiz? Biz aynı evreni paylaşıyor olabilir miyiz? Acaba biz dünyadayız da onlar paralel başka bir evrende yaşıyor olabilirler mi? Tüm bu sorulara kafamızı içinde cevap bulabiliyor muyuz? Farkında mıyız peki? Bu da bir şeydir. Öylesine bir şey olmuyormuş gibi yaşamaktansa en azından sorguluyor olmak da bir şeydir demekle avunuyorum. Çünkü dibine kadar batmış olduğumuz bu Siyonizm bataklığından kurtulmak için bir planımızın bir hareketimizin olduğunu düşündürüyor bu bana. Çünkü çepeçevre sarmış olan ve en ince kılcal damarlarımıza kadar girmiş olan bu modern çağ diye elimize verdikleri pimi çekilmiş bomba ile ne yapacağımızı planlıyoruz diye düşünmek istiyorum. Yaşananlar bugün sadece Filistin’de gerçekleşiyor sanmayın. Asıl daha fazlasını biz kendi kendimize yapıyoruz zaten. Küçük zulümlere göz yumdukça, küçük günahları umursamadıkça, küçük deyip geçtiğimiz her haksızlığı olağan gördükçe zulmün büyüğünü çağırıyoruz zaten. O yüzden nasıl anlayalım biz bugün Gazze’de yaşananları?  Filistin ölmeyi seçerek zulümlere en küçüğünden en büyüğü ile savaşmadılar mı? Adeta bir turnusol kâğıdı gibi bize kendimizi göstermediler mi? Şimdi de buz gibi yapayalnız kalmaktansa, ölümün sıcak kucağına atlamayı bir anlık göz açıp kapama mesabesi gibi gören, yediden yetmişe bu kutlu halkı anlayabileceğimizi sanmıyorum.

Karşıtlık üzerinden haber okuma

Medyada güzel insanı mutlu eden haberlerin oranı neredeyse beşte bir kadardır. Sürekli kaos, vahşet, cinayet, hastalık, kaza haberleri gündemin en baş köşesinde yer alıyor. Hala TV en güvenilir ve teyid mekanizması olarak kabul gören iletişim aracıdır. Ama gelin haberlere bakalım. Her kanal kendi raiting kaygısı doğrultusunda kendi kitlesini karşı kitleyle ayrıştırarak haber yapmaktadır. Siyasi haberler de tehdit üzerine kurulu bir mekanizma ile işliyor. Peki bu yeni bir şey mi? Aslında değil. Haberlerin veriliş şekli neredeyse 50 yıldır değişmedi. Ancak yoğunluğu bu kadar değildi. Yani medyanın haber kısmı hayatımızdaki varlığı yer alma matematiği artık yüzde 90ları buldu. Önceden bir alt yapı hazırlandı ve şu anda da kitleler haberlere hassasiyet geliştirdiler. Mesela biri diğerine şunu diyebiliyor; ”bak gördün mü napmış bunlar yine”. Hep bir karşıtlığı görme veya karşıtlık üzerinden haberleri okuma, algı bu yönde gelişti. Aslında olması gereken ayrıştırmadan haberleri nesnel verebilmek ve vatandaşları da zamanında iyi birer medya okur yazar konumuna getirebilmektir. Bunun için de tarafsız olarak bakabilmeyi ve eleştirebilmeyi karşılaştırmalı okumalar yapabilmeyi öğrenmiş olmamız gerekirdi. En okumuşu akademik ünvanlısı dahil bir tarafta olma gayreti ve kaygısıyla konuşuyor. Bunun değişmesi lazım ve bu bugünden başlasa bile en az 20 sene alır.

İstanbul Nüfusu

Yerel seçimler yaklaşırken gözler daha çok büyükşehirlere özellikle de İstanbul’a çevrilmiş durumda. İstanbul her yönden büyük bir kent. Sermayesiyle, insan popülasyonuyla, kültürüyle, tarihiyle, turizmiyle ve eğitimi ile yönetilmesi zor ve herkesin dikkatini de bu yönleriyle çeken bir dünya kenti. Herkes yeni vaadlerini kamuoyu ile paylaşırken Ak parti adayı Murat Kurum’un İstanbul’un en önemli başlığı göç için söylediği bir cümle dikkatimizden kaçmadı. Mealen sayın Kurum İstanbul’da nüfusun sabit kalması gerektiğini söyledi. Evet ilk başta akla güzel bir cümle gibi geliyor. Ancak artmaması gerekiyor derken neyi kastettiği tam olarak anlayamadım. 6 Şubat TÜİK verilerine göre İstanbul nüfusu 15 milyon 655 bin 924. Bir önceki yıla göre 252 bin 27 kişi azalmış. Tüm bu veriler ve burada yazmayan daha bir sürü verilerin ışığında İstanbul’un yaşanabilir bir şehir olabilmesi için en uygun sayı değeri ne olmalıdır sorusunun cevabını biliyor muyuz? Buna verilecek bir cevap, araştırma var mıdır? Ama hissettiğimiz şu olduğu kesin. Bu nüfusun İstanbul’a fazla olduğu aşikar. Üstelik nüfusun da nitelikli olması gerekiyor. Bir emlakçının çok yakın zamanda sarf ettiği şu cümle içler acısıydı. Dikkatinizi çekerim. Kadıköy Bağdat caddesi ve civarındaki kira fiyatları için şunu demişti;” Buralarda artık parası olanlar yaşayacak”. Parası olan nitelikli insan demek midir? İstanbul kültürü, edebi para ile satın alınabiliyorsa eğer o zaman İstanbul çok yakın zamanda tamamen İstanbul olmaktan çıkacaktır. Sadece adı kalacaktır. O yüzden İstanbul’a şehri eminlik yapacak kimsenin öncelikle kentsel dönüşümden başlayarak bir İstanbullu olma edebini de tekrar asli hüviyetine kavuşturmalıdır. Bunun için de dengeli bir nüfus ayarlaması yapılmalıdır. Her şeyin başı dengedir. Dengesiz bir ortamda ne yapsanız zor.

Kalbinle düşün

Bazı insanlar genellikle hisleriyle hareket ederler. Bu onların akıl ile hareket etmelerinde sıkıntı yaşadıklarını gösterir. Eğer duygularımızı yönetemezsek bu davranışlarımıza ve sonuçta da bir tepkiye neden olur. Bazen bu tepki dışarıya da aksettirilmez ve içeride kalır. Duygularıyla hareket eden o insan içine atar ve hasta olur. Bazen de doğrudan öfke ile karşılık verir. Bunların hiçbiri iyi sonuçlar getirmez. Kalpten düşünmek kalp ile hareket etmek gerekir. Herkesin yanıldığı gibi kalpten hareket etmek duygularla hareket etmek değildir. Kalbine bakan insan ani hareketler yapmaz, duygularını kontrol edebilir. Çünkü kalp akıl ile hareket eder. Kalbimiz son yerdir. Yani kalpte bir sıkıntı bir daralma olursa bu bir mesajdır. Tam tersi bir ferahlık bir genişleme varsa o da mesajdır. Kalbimizle düşünür ve kalbimizle akıl ederiz. Beyin burada sadece kablolarla bilgileri oradan oraya ileten vasıtadır. İşte kalbi iletişim organlar arasında da böyledir.