KIZILDERİLİDEN GAZZELİYE
Ümit G. CEYLAN
Tüm Yazıları
Siyonizm son 200 yıla sığdırılan Filistin'deki topraklara geri dönme düşüncesi olarak nitelendiriliyor. Bu geri dönüş için benimsenecek her türlü hareket bir siyasi düşünce etrafında şekillendi.
Siyonizm son 200 yıla sığdırılan Filistin’deki topraklara geri dönme düşüncesi olarak nitelendiriliyor. Bu geri dönüş için benimsenecek her türlü hareket bir siyasi düşünce etrafında şekillendi. Bunun öncüsü de Hertz denilen bir isimdi malum. Yahudilik inancına dayandırılan bu düşüncenin tarihi hareketleri gibi merak edilen tüm bilgilere ulaşılabilecek birçok kaynak var zaten. Ama bizim burada görmek istediğimiz bambaşka benzer paralelliklerdir. Öte yandan Amerika kıtası topraklarına ayak basan ilk batılılar ve orada karşılaştıkları yerli halkın tabiri caizse evrimleştirilmesi gereken canlılar olarak gören Müslümanlar değildi. Hıristiyan batılılar ve belki de aynı temel sakat düşünceyi paylaşan Yahudilerdi. Sonuçta her iki batı düşüncesi zaman içinde bir yerlerde paralellik gösterdi. İlk kolonyalizm hareketleri ile başlayan sömürgecilik bunun en baş ispatıdır. Malum darwinizm de denilen bir evrimsel teori üzerinde şekillenen bir batı anlayışı vardır. Tüm bu kolonyal hareketleri ve darwinizmi düşündüğümde dünya haritasında istedikleri özellikle de hayvanımsı gördükleri o insanların topraklarına yerleşmeyi kendilerine hak gören bu batı anlayışı idi.
Siyonizm veya batı
Evrimin kabul gördüğü gelişmiş en üst canlı olarak beyaz
ırkı kabul eden batılıların birçoğuna göre başkalarına reva gördükleri
sömürülme kolonyalizm ile başladığını söyledik. Bunlar ister Siyonizm adına
isterse batının sakat darwinizm anlayışı üzerine yapılmış olsun sonuçları
itibariyle bugün geldiğimiz nokta malumdur. Sanayileşme ile başlayan ve atom
bombasının icadı, teknolojik keşifler medyanın da zaman içinde bu olguların
birer taşıyıcısı olmasıyla geniş kitleleri etkisi altına aldı. Malum
Yahudilerin hatırı sayılır bir bölümü Almanya’dan ABD’ye kaçanlardı. Bugün
bahsettiğimiz ve dünyayı şekillendiren kültür emperyalizmin de baş aktörü olan
Hollywood’u kuran Siyonist akıldır. Siyonizm veya batı düşüncesini birbirinden
tam manisiyle ayırmak mümkün müdür veya ayrıldıkları kısımlar nerededir veya
ayrıldıkları yerler nelerdir bunların hiçbiri önemli değil. Zaten bu soruları
sorarak da sonuçlardan kaçamayız. İnternette Almanya’da gerçekleşen bir siyaset
programında bir uzman diyor ki acımasız olan bizim tarihimizdir. Haçlıların
kestikleri Müslümanlar veya kendi dindaşlarına olan acımasızlıkları ve
öldürülen insanları rakamlar vererek açıklayarak bir iç muhasebeyi
dillendirmektedir.
Hollywood ve yerleşimciler
1862 yerleşimcilerle ilgili ABD anayasasını açıp doğrudan
okuyabilirsiniz. O kadar özgüvenleri yüksek ki adamlar açık açık legal olduklarını
ispat ettikleri- ki kongreden geçmesi çok zor değildi- kanunlarını gözlerimize
sokarak kendi yerleşimci politikalarını meşru görebiliyorlar. Tıpkı bugün
1948’den beri Filistin’de yaptıkları gibi. Amerikan yerlilerine belirli şartlar
ki onları ABD ordusuna karşı silahlanmamak, asi olmamak yani terörize olmadan
kabul etmeleri şartıyla gösterilen belirli yerlerde 160 dönüm arazi yerlilere
veriliyor. Yani yerlileri aslında bir bölgeye sıkıştırıyorlar tıpkı bugün adım
adım Filistin’de yaptıkları gibi. Koskoca Amerikan kıtasının yerlileri oluyor
bir anda ikinci insan. Bu yerleşimci batılılar beyaz benizliler yaklaşık 70
milyon Kızılderili’yi katledip ertesi senenin hasat zamanında da üstüne şükran
günü yapıp kutlayacak kadar vahşiler. Hollywood sinemasının büyük bir bölümünü Kovboy
Johne Wayne ve vahşiler ile mücadelesi arasında geçer. Tıpkı bugün Gazzelilerin yerleşimcilere direnmeleri
gibi. Ne kadar da benziyor değil mi? Beyaz adam saf temiz suratlı kahraman, direnenler
ise Kızılderili, vahşi çadırda yaşıyor ateş etrafında dans ediyor.
Gençliğimizde herkesin elinde dolaşan Tom Miks benzeri kitapları düşünün. Bugün
Gazze’deki Müslümanların yaşadıkları ile Kızılderililerin yaşadıkları paralelliklere
dikkat etmeliyiz. Bu zihniyet ister Siyonizm adı altında gerçekleşsin isterse
batı düşüncesi adı altında gerçekleşsin insanlığı yüz karasıdırlar.
Son bir anekdot
Özal döneminde rahmetli Turgut Özal ABD başkanı Bush ile
görüşecek. Türk heyetinin görüşme maddeleri arasında önem sırasına göre işte
Kıbrıs vs yazarken ABD yönetiminin ilk maddesinde yer alan şudur;” Hollywood
filmlerinin telif haklarının Türkiye tarafından satın alınması”. Çünkü
siyonistler/batı toprakları ele geçirmeden önce zihniyetleri ele geçirdiler ki
işleri daha kolay olsun diye. O yüzden bugün Filistin’in direnmesi tüm bu
sistemin çökmesi anlamına gelmektedir. Çünkü batı halkları da kendi içinde sömürüldüğünü
anladı ve uyandı. Son aylarda yaşadığımız tüm bu olaylar işte bu sistemin
çöküşünün başlangıcıdır.
Taşa
İşlenmiş Sevgi: Kuş Evleri
Dr. Öğr. Üyesi Handan Yerli
Büyük Osmanlı Devleti, tarih boyunca kültürel zenginliği
ve hoşgörüsüyle tanınan bir medeniyetti. Bu zengin mirasın içinde, hayvan
sevgisi ve hayvanların korunması da önemli bir yer tutuyordu. Öyle ki Osmanlı,
köpeklere, kedilere ve diğer sokak hayvanlarına bakmak için vakıflar kurmuş,
hatta onları beslemek için “mancacı” adı verilen kişileri de görevlendirmişti. ”Manca”
kedi köpek yiyeceği anlamına geliyordu. Osmanlılar hayvan haklarını da
önemsemiş ve hayvan haklarının korunması için hukuki düzenlemelerin de temelini
atmışlardır. Bu düzenleme Sultan II.Beyazıt ile başlamış, en kapsamlı düzenleme
ise III.Murad zamanında yapılmıştır. Sadece sokak hayvanları değil aynı zamanda
leyleklerin bakım ve tedavisi için de özel vakıflar, bakımevleri ve hastaneler
oluşturulmuştu. Dünyanın İlk ve tek Leylek Hastanesi Osmanlı’daydı! Hayvanlar
için hastaneler, bakım ve barınma yerleri, sebillere suluklar inşa eden Osmanlının,
vakıflar kurarak özel ilgi gösterdiği hayvanlardan biri de kuşlardı. Kuşların
kolayca su bulmaları ve içmeleri için mezar taşlarına da kuş havuzları
koydururlardı. Kuşlara olan sevgilerini yapıların cephelerine inşa ettikleri kuş
evleri ile de göstermişlerdir. Osmanlı’da kuşlara duyulan sevginin günlük
hayattaki güzel bir yansıması da, kuş satın alıp azat etme âdetiydi. Kuş
evlerinde yaşayan kuşlar genelde göç etmeyen kuşlardır. Bunlar, serçe,
güvercin, kumru, kırlangıç, bülbül gibi günümüzde de şehirlerde sıkça
gördüğümüz hayvanlardır. Kuşların ötüşleri ve renkleri, insanların ruhunu
besleyen ve doğayla olan bağlarını güçlendiren unsurlardı. Dolayısıyla, kuş
evlerinin inşa edilmesi ve bakımı, doğaya olan sevginin ve saygının bir ifadesi
olarak görülüyordu. Kuş evleri yapıların, sert ve soğuk rüzgârlara maruz
kalmayan bol güneş alan özellikle güney cephelerine ve insanların, kedi ve
köpeklerin erişemeyeceği yüksek yerlerine yerleştirilmişti. Köşk, mescit ve
cami siluetinde karşımıza çıkan Kuş Evleri, kuşların içerisinde rahatça
dolaşabileceği, inip-çıkabileceği yollar, gözler, bölmeler ve basamaklar
estetik bir bütünlük içerisinde sunulmuştu. Ayrıca, Osmanlı kuş evleri pratik
bir amaca da hizmet ediyordu. Bahçelerde ve tarım alanlarında kuşların zararlı
böcekleri ve larvaları kontrol etmelerine yardımcı olmak için kuş evleri
kurulurdu. Osmanlı döneminde kuş evleri işlevsel olmasının yanında birbirinden
zarif şekillerde inşa edilerek ince
bir zevkin sanata yansıtıldığı minyatür yapılara dönüşmüştür. Cami,
medrese, türbe, ev, köprü, han, köşk, saray, kütüphane, mektep, hazire,
bedesten, şifahane, su kemeri, sebil, çeşme gibi yapıların dış cephelerinde
karşımıza çıkan kuş evlerinin tek katlı tek gözlü olanların yanında, birkaç
katlı ve cumbalı olanları da bulunmaktadır. Çok katlı olanlar arasında saray ve
cami şeklinde inşa edilenler de vardır. Geçmişi 13 ve 14.yüzyıllara kadar giden
kuş evlerinin, 15.yüzyılda Osmanlı mimarisinin gelişimine paralel olarak
sayıları da artmıştır. İlk örneklerinin erken Osmanlı döneminde Bursa’da
görüldüğü kuş evleri en parlak dönemini 18.yüzyılda İstanbul’da yaşamıştır. Kuş
evleri İstanbul’da en çok Üsküdar semtinde karşımıza çıkmaktadır. En güzel
örnekleri özellikle üç cephesine birbirinden güzel kuş evleri yapılmış olan
Ayazma Camisinde bulunmaktadır. Gülnuş Valide Sultan Camisinin güneybatı ve
kuzeydoğu köşesinde bulunan kuş evleri de yine Üsküdar’daki örneklerdendir.
Yine Üsküdar’da bulunan Büyük Selimiye Camisinin cephesinde ve cami ayaklarında
köşk biçiminde iki kuş evi vardır. Üsküdar haricinde Laleli Camisi ve Eyüp
Sultan Camisinde de kuş evlerinin örnekleri bulunmaktadır. Camilerin
duvarlarına nakşedilmiş bu küçük sarayları İstanbul sokaklarında dolaşırken
görebilirsiniz. Kuş evleri aslında sadece İstanbul'a özgü değil. Türkiye'nin
büyük şehirlerinde varlığını hala devam ettiren bir kuş sarayı görebilirsiniz.
Bazen dışardan bakıldığında bir küçük delikten ibaret, bazen anıtsal özellikte
bir saray yavrusu görünümündedir.
8 yaşında boykot yapıyor
Markette denk geldim. Henüz 8 yaşında olduğunu annesi ile
sohbet edince öğrendiğim küçük kızın hassasiyetine hayran kaldım. Çikolata,
bisküvi alacağı zaman annesine sürekli bunun boykot ürünü olup olmadığını
soruyordu. Çocuğun içinden gelen bu hassasiyeti karşısında gelecek nesillerden
umutlu olmamak mümkün mü? Şimdiki nesil çok daha hassas. Tabi çocuklardan
bahsediyorum. İnşallah zaman içinde değişmezler. Zira koca koca insanlar bu
konuda değil hassasiyet göstermeyi uyarılmaya bile tahammülleri yok. Kızlarına
bu şekilde bir hassasiyeti kazandıran aileyi de ayrıca takdir etmek lazım.
Eksi
Gebze mi Halkalı mı?
Marmaray’da yön belirleme tabelasının değiştirilmesi
gerekiyor. Gebze yönü ne demek Halkalı yönü ne demek? Bunun yerine iki kıtayı
birbirine bağlayan dünyadaki tek şehir olması nedeniyle kullanmamız gereken
ibareler bunlar olamaz. Bunun yerine Anadolu yönü ve Avrupa yönü denilmesi çok
daha akla ve mantığa yakındır. Ayrıntılı açıklamalı tabelalarda Gebze ve Halkalı
yönünü adım adım açıklarsınız. Yerli yabancı tüm turistler için de bu büyük
kolaylık olacak ve şehrin değerine de uygun bir tanımlama olacaktır. O yüzden
bu tuhaf tabeladan kurtulmak dileği ile yetkililere duyrulur.
Anlayabileceğimizi sanmıyorum
Yaşamadığımız
bir hayatı anlayabilir miyiz? Hissettiklerini tam anlamıyla hissedebilir miyiz?
Yüreğimiz onlar kadar yanabilir mi? Acı bazen nefret, çaresizlik bu kıyımın
getirdiği her türlü yıkım, umutsuzluğu gerçekten tam anlamıyla kavrayabilir
miyiz? Biz aynı evreni paylaşıyor olabilir miyiz? Acaba biz dünyadayız da onlar
paralel başka bir evrende yaşıyor olabilirler mi? Tüm bu sorulara kafamızı
içinde cevap bulabiliyor muyuz? Farkında mıyız peki? Bu da bir şeydir. Öylesine
bir şey olmuyormuş gibi yaşamaktansa en azından sorguluyor olmak da bir şeydir
demekle avunuyorum. Çünkü dibine kadar batmış olduğumuz bu Siyonizm
bataklığından kurtulmak için bir planımızın bir hareketimizin olduğunu düşündürüyor
bu bana. Çünkü çepeçevre sarmış olan ve en ince kılcal damarlarımıza kadar
girmiş olan bu modern çağ diye elimize verdikleri pimi çekilmiş bomba ile ne
yapacağımızı planlıyoruz diye düşünmek istiyorum. Yaşananlar bugün sadece Filistin’de
gerçekleşiyor sanmayın. Asıl daha fazlasını biz kendi kendimize yapıyoruz
zaten. Küçük zulümlere göz yumdukça, küçük günahları umursamadıkça, küçük deyip
geçtiğimiz her haksızlığı olağan gördükçe zulmün büyüğünü çağırıyoruz zaten. O
yüzden nasıl anlayalım biz bugün Gazze’de yaşananları? Filistin ölmeyi seçerek zulümlere en
küçüğünden en büyüğü ile savaşmadılar mı? Adeta bir turnusol kâğıdı gibi bize
kendimizi göstermediler mi? Şimdi de buz gibi yapayalnız kalmaktansa, ölümün
sıcak kucağına atlamayı bir anlık göz açıp kapama mesabesi gibi gören, yediden
yetmişe bu kutlu halkı anlayabileceğimizi sanmıyorum.
Karşıtlık üzerinden haber okuma
Medyada güzel
insanı mutlu eden haberlerin oranı neredeyse beşte bir kadardır. Sürekli kaos,
vahşet, cinayet, hastalık, kaza haberleri gündemin en baş köşesinde yer alıyor.
Hala TV en güvenilir ve teyid mekanizması olarak kabul gören iletişim aracıdır.
Ama gelin haberlere bakalım. Her kanal kendi raiting kaygısı doğrultusunda
kendi kitlesini karşı kitleyle ayrıştırarak haber yapmaktadır. Siyasi haberler
de tehdit üzerine kurulu bir mekanizma ile işliyor. Peki bu yeni bir şey mi?
Aslında değil. Haberlerin veriliş şekli neredeyse 50 yıldır değişmedi. Ancak
yoğunluğu bu kadar değildi. Yani medyanın haber kısmı hayatımızdaki varlığı yer
alma matematiği artık yüzde 90ları buldu. Önceden bir alt yapı hazırlandı ve şu
anda da kitleler haberlere hassasiyet geliştirdiler. Mesela biri diğerine şunu
diyebiliyor; ”bak gördün mü napmış bunlar yine”. Hep bir karşıtlığı görme veya
karşıtlık üzerinden haberleri okuma, algı bu yönde gelişti. Aslında olması
gereken ayrıştırmadan haberleri nesnel verebilmek ve vatandaşları da zamanında
iyi birer medya okur yazar konumuna getirebilmektir. Bunun için de tarafsız
olarak bakabilmeyi ve eleştirebilmeyi karşılaştırmalı okumalar yapabilmeyi
öğrenmiş olmamız gerekirdi. En okumuşu akademik ünvanlısı dahil bir tarafta
olma gayreti ve kaygısıyla konuşuyor. Bunun değişmesi lazım ve bu bugünden
başlasa bile en az 20 sene alır.
İstanbul Nüfusu
Yerel
seçimler yaklaşırken gözler daha çok büyükşehirlere özellikle de İstanbul’a
çevrilmiş durumda. İstanbul her yönden büyük bir kent. Sermayesiyle, insan
popülasyonuyla, kültürüyle, tarihiyle, turizmiyle ve eğitimi ile yönetilmesi
zor ve herkesin dikkatini de bu yönleriyle çeken bir dünya kenti. Herkes yeni
vaadlerini kamuoyu ile paylaşırken Ak parti adayı Murat Kurum’un İstanbul’un en
önemli başlığı göç için söylediği bir cümle dikkatimizden kaçmadı. Mealen sayın
Kurum İstanbul’da nüfusun sabit kalması gerektiğini söyledi. Evet ilk başta
akla güzel bir cümle gibi geliyor. Ancak artmaması gerekiyor derken neyi
kastettiği tam olarak anlayamadım. 6 Şubat TÜİK verilerine göre İstanbul nüfusu
15 milyon 655 bin 924. Bir
önceki yıla göre 252 bin 27 kişi azalmış. Tüm bu veriler ve burada yazmayan
daha bir sürü verilerin ışığında İstanbul’un yaşanabilir bir şehir olabilmesi
için en uygun sayı değeri ne olmalıdır sorusunun cevabını biliyor muyuz? Buna
verilecek bir cevap, araştırma var mıdır? Ama hissettiğimiz şu olduğu kesin. Bu
nüfusun İstanbul’a fazla olduğu aşikar. Üstelik nüfusun da nitelikli olması
gerekiyor. Bir emlakçının çok yakın zamanda sarf ettiği şu cümle içler
acısıydı. Dikkatinizi çekerim. Kadıköy Bağdat caddesi ve civarındaki kira
fiyatları için şunu demişti;” Buralarda artık parası olanlar yaşayacak”. Parası
olan nitelikli insan demek midir? İstanbul kültürü, edebi para ile satın
alınabiliyorsa eğer o zaman İstanbul çok yakın zamanda tamamen İstanbul
olmaktan çıkacaktır. Sadece adı kalacaktır. O yüzden İstanbul’a şehri eminlik
yapacak kimsenin öncelikle kentsel dönüşümden başlayarak bir İstanbullu olma
edebini de tekrar asli hüviyetine kavuşturmalıdır. Bunun için de dengeli bir
nüfus ayarlaması yapılmalıdır. Her şeyin başı dengedir. Dengesiz bir ortamda ne
yapsanız zor.
Kalbinle düşün
Bazı
insanlar genellikle hisleriyle hareket ederler. Bu onların akıl ile hareket
etmelerinde sıkıntı yaşadıklarını gösterir. Eğer duygularımızı yönetemezsek bu
davranışlarımıza ve sonuçta da bir tepkiye neden olur. Bazen bu tepki dışarıya
da aksettirilmez ve içeride kalır. Duygularıyla hareket eden o insan içine atar
ve hasta olur. Bazen de doğrudan öfke ile karşılık verir. Bunların hiçbiri iyi
sonuçlar getirmez. Kalpten düşünmek kalp ile hareket etmek gerekir. Herkesin
yanıldığı gibi kalpten hareket etmek duygularla hareket etmek değildir. Kalbine
bakan insan ani hareketler yapmaz, duygularını kontrol edebilir. Çünkü kalp
akıl ile hareket eder. Kalbimiz son yerdir. Yani kalpte bir sıkıntı bir daralma
olursa bu bir mesajdır. Tam tersi bir ferahlık bir genişleme varsa o da
mesajdır. Kalbimizle düşünür ve kalbimizle akıl ederiz. Beyin burada sadece kablolarla
bilgileri oradan oraya ileten vasıtadır. İşte kalbi iletişim organlar arasında
da böyledir.