Vakıf Katılım web

İLETİŞİMDE MEKÂN ALGISI

Ümit G. CEYLAN 02 Şub 2023

Ümit G. CEYLAN
Tüm Yazıları
Peygamber efendimizle Cebrail melek arasındaki ilk iletişim Nur Dağı Hira Mağarasında olmuştu.

Peygamber efendimizle Cebrail melek arasındaki ilk iletişim Nur Dağı Hira Mağarasında olmuştu. Oku emri kendisine Cebrail melek vasıtasıyla bir mağarada verilmişti. Pek ala Allah isteseydi peygamberine her yerden seslenirdi. Uykusunda da seslenebilirdi veya başka bir ortamda da olabilirdi. Ama neden mağara bunu hiç düşündük mü? Bence buranın mağara olmasından çok normalin dışında bir yer olmasıyla ilgiliydi. Yani normal hayatını sürdürdüğü yerlerde gelmedi emir. Ya da deve üstünde bir yerden bir yere giderken de olmadı. Tamamen tecrit edilmiş ilahi emrin doğasına uygun bir mekân olduğu için mağara seçilmiş olmalı. Bu rastgele bir seçiliş olamaz. Dünyanın dengesini dağlara atfeden Allah’u Teala kayaların içinde dünyanın tüm arızalarından tecrit edilmiş bir yeri uygun görmüş. Çünkü iletişim tam bir konsantrasyon ve dikkat yoğunlaşması gereken bir eylemdir.

Mekânlar mesajdır

Bugün binalara bakın bir de yüz elli yıl önceki binalara bakın. Sokaklara baktığımızda toplumun yaşadığı kırılmaları mekânların mimarisi, yerleşim şekli üzerinden okuyabiliriz. Bu da doğrudan toplumun iletişim şeklinin düz mü, yalın mı, estetik taşıyıp taşımadığını tevazuyu, ruhani yönünü; kapıların alçaklığından, sofaların genişliğinden misafire verdiği değeri ve saire gibi çok geniş bir iletişim algısı birikimini görebiliriz. Sadece binalar mı? Oturduğumuz mekânlar, eşyalar her şey kimliğimiz ve kişiliğimizle ilgili bir sürü mesaj veriyor. Toplumun bakış açısını ortaya koyan bir sürü maddeyi ortaya döküyor mekânlar. Mesela ekranlar evin en görünür yerindeyse çok şey anlatıyor.

Nerede söylersek nasıl anlaşılır?

İletişimin değerini, anlamını pekiştiren yer/ mekân önemli bir hassasiyete sahiptir. İçinde bulunduğumuz atmosferin, psikolojik etkisi vardır. Algıya hizmet eden çok önemli bir tarafı vardır. Neyi nerede söylediğimiz çok önemlidir. Bir kişiyi bazen bu eşiniz bazen evladınız olabilir onlarla sürekli yaşadığınız mekânın dışında bir yere davet ederek konuşma yapmamız bu konuşmanın etkisini arttıracaktır. Çünkü iç içe geçmiş ilişkilerin ve özel alanların bulunduğu ev ortamında çoğu zaman tam bir konsantrasyon ve mesajı net verme imkanı olmuyor. Bu yüzden özellikle dışarı davet etmek o kişileri kenara çekmek ve gerektiğinde uyarmak, çizgileri netleştirmek demektir. Anlaşılmayı yükseltmek için harcanan çabaya mekânı ortak etmek demektir. 

Söz mekân ilişkisi

Mekânlar bizim sözsüz iletişimdeki eşlikçilerimizdir. Duvarların dili olsa da konuşsa deriz. O yüzden söylediğimiz her şey o mekânın da yücelmesine veya alçalmasına neden olur. Mekânlar bize yapılan konuşmaları hatırlatır. O yüzden kurduğumuz iletişimin temiz ve olumlu olmasına özen göstermemiz gerekiyor. Mekânları doğru kullanmak, doğru mesajı doğru yerde vermek iletişimin en önemli kilit noktalarından biridir. Önce mekân bizi etkiler sonra söz devreye girer. İkisi uyum içinde olursa mesaj doğru yere gider ve iletişimin gereği yerine gelmiş olur vesselam.

AKRAN ZORBALIĞI VE GÖÇ

Uzun süredir gündemi meşgul eden konulardan biri olan okullardaki akran şiddeti veya zorbalığı ile ilgili geçtiğimiz günlerde MEB uhdesinde bir çalıştay düzenlendi. Öncesinde de sosyal medya üzerinde işlenecek olan akran zorbalığına bazı yaptırımlar konusunda kararlar alınmıştı. Henüz bu kararlar tartışılırken özellikle de doğumsal olarak diğerlerinden farklı bir çocuğun zorbalıkla karşılaşması ciddiyetle konunun ele alınması gerektiği fark edildi. Hepimiz çocukluğumuzda veya gençliğimizde öyle ya da böyle akranlarımız tarafından zorbalığa veya şiddete ya da mobbinge uğramışızdır. Benim gibi çocukluğunu yurt  dışında geçiren birisi olarak ırkçı davranışlarla karşılaşmış olabilirsiniz. Fiziksel şiddet görmedim ama yabancı olduğumu hissettiren bir takım dışlayıcı davranışlar yüzünden çoğu kez kendimi hep öteki hissettiğim olmuştur. Bu yüzden de daha çok kendim gibi yabancılarla yakın arkadaşlık kurabildim. Zaten genellikle de kendimi pek göstermeyen ve sessiz kalmayı tercih eden bir çocuktum. Bunun nedeni de çoğunlukla Türk ve yabancı olmamdı.

Fakat ülkemizde yaşanan bu hadise medyaya yansıdığı için okulların birer zorbalık yuvası olduğunu düşünüp de paniğe kapılmak yerine altta yatan nedenleri anlamaya çabalamak gerekiyor. Biz de gazeteci olarak işin içinde biraz tuzumuz olsun diye bu haftayı konunun ilgili taraflarına sorular yönelttik. Başta MEB’lığımızın dikkatine sunduğumuz bu çalışmamızı tüm okurlarımızın dikkate alacağına inanıyorum.

Bir kere işin özünde ciddi bir sosyolojik travma var. İstanbul özelinde özellikle 80’lerden itibaren doğu illerimizden terör nedeniyle yaşanan hızlı göç beraberinde travmatik bir yerleşmeyi getirmiştir. İstanbul düzensiz, çarpık yapılaşmayla birlikte gettolaşmaya dönüşmüştür. Ailelerin neden geldim ben İstanbul’a travmasını daha atlatamadan çocuklarının sorunları ile boğuşmaya başlamışlardır. İşsizlik, kültür yozlaşması, eğitimsizlik 80’lerin ve 90’larla pekişen bir olaylar yumağıdır. Şu anda 3. nesil İstanbul’da ancak henüz daha çocukları kendi kimliklerini bulamadılar. Zorbalığın en çok yaşandığı semtlerin başında gelen Esenyurt ilçesi çok karmaşık bir göç hikâyesine sahiptir. Kırk yılı aşan bir terör sorunu ile uğraşan ülkemizde binlerce şehit verirken bir yandan da maalesef yıllarca altından kalkılamayacak bir kültürel enkaz ortaya çıkarmıştır. İstanbul başta olmak üzere büyükşehirler bundan nasibini almıştır ve almaya da devam etmektedir. Sorun çok katmanlıdır. Sadece okul yönetimi- veli, öğrenci- öğretmen ilişkisinin görünen boyutundan daha derinlerdedir. Ben naçizane bunun çözümünün uzun soluklu bir tersine göç ile ancak çözülebileceğine inanıyorum. Diğer bütün şehirlerimiz de bir küçük İstanbul cazibesine kavuşturulmalıdır. Politika yapıcıların bu konuyu uzun vadede ilgili toplum bilimcilerle tartışmalılar ve şimdiden harekete geçmeliler. Forumda sorularımızı cevaplayan çok değerli uzmanlarımız, öğretmenimiz ve zorbalığa maruz kalmış bir öğrencimizin cevapları üzerine düşünmeye davet ediyorum.

MIRNAV’IMIZ

Bundan uzun zaman önceydi; bir kedimiz vardı bizim; adı Mırnavdı. Onu yaralı bir şekilde sokakta bulmuştuk. Zavallı perişan vaziyette acısından hem titriyor hem de acı acı miyavlıyordu. Eve getirdik tedavisini yaptık. Yedirdik, içirdik. Ona gereken ilgiyi gösterdik. Onu sevdik; o da bizi sevdi. Biz ona, o da bize alışmıştı ki; ona özgürlük tanıdık ve balkonu açtık. Dairemiz giriş katta idi, sokağa çıkıp balkondan tekrar içeriye giriyordu. Bir zaman sonra bizi terk etti ve ortalıktan kayboldu. Epey zaman da uğramaz oldu. O sokaklara dönmeye karar vermişti.

İnsan düşünen hayvandır; bizler gibi hayvan da seven bir varlıktır. İnsanın her varlıkla bir irtibatı ve bir iletişimi vardır. Manevi bağı vardır. Sevgi kalpten gösterilirse bu hakiki bir sevgidir. Sahte değildir. En zor zamanımızda bize el uzatan kişi bize yetişen hızır gibidir. Bizim derdimizle dertlenen, bizimle hemhal olan, yaramıza merhem olan, yaramızı saran kişi, en sevdiğimiz kişidir.  İşte Mırnavla bizim aramızdaki bağ onun yarasıyla ve ıstırabıyla ilgilenişimizdendir. Sevmek; sevdiğimizi yaşatmak için yaşamak olduğu kadar, uğrunda da ölmek, can vermek demektir.  İnsan ancak sevdiğiyle böyle bütünleşebilir. “Bir kedim bile yok” şarkısını bilmeyenimiz yoktur. Belki de bu şarkının bize öğrettiği bir irfan vardır.  O da kalbi sevgi ve dostluk bağıdır.

Mırnav’ımız keskin bakışlarıyla ve miyavlayışıyla her türlü duygusunu, düşüncesini iyi ifade etmesini iyi bilirdi. Öyle farklıydı ki; bir kaplan, bir çıta gibi çevik olmasının yanı sıra asaletli, zarif bir duruşu olan, şiir gibi okunan ve sevilen bir varlıktı. Kediler nankör hayvandır demek ne kadar doğru olur. Her hayvanın yaratılış hikmeti ve bu dünyada görevleri vardır. Buna inanmak lazım. Uzun zaman sonra Mırnav’ımız  yavrusuyla bize döndüğündeki sevincimizi  tarif etmek gerçekten zordur. Çünkü bu tam manasıyla bizim için hoş ve anlamlı bir sürprizdir. Mırnav aslında bize, ben bir anneyim demek istiyordu. Konuşmaya ne gerek var ki! Arif olan anlar. Böylece o bizi anladı, biz de onu anlamış olduk. Evet! Bir hayvana yapılan iyilik yerini bulur. Kalben ilgilenirsen ve seversen sevilirsin. Duygu, düşünce ve davranışlar iyi olduğu müddetçe yerini bulacaktır.

...................................................................................

FORUM CEVAP İLAHİYATÇI MEHMET AKYIL

...................................................................................

Bir uzmanımız şiddetin ancak imanla önlenebileceğini söylemişti. İman malumunuz olmak üzere Allah’a, peygamberine, meleklere, kitaplara ve ahiret gününe ve kadere inanmaktır. Bunu okullarda da ezberliyoruz sınav sorularında da cevaplıyoruz. Ancak yeni bir açılıma ihtiyaç olduğu muhakkak. İnsanın imanı nasıl güçlü olur? Bir haksızlık ve kötülük karşısında imanı nasıl devreye girer? Akran zorbalığını düşünerek cevabınızı alabilir miyiz?

İman Allah’a olan kulluk bilincimizdir. Yüce kitabımızın ilk emri “Seni yaratan Allah’ın adıyla oku!” emrini bütünüyle idrak etmek kulluk bilincidir. İnsan Yüce Allah’ın emirlerini yerine getirmekle sorumludur. Zaten Kur’an’ı bütünüyle okumak bütün emir ve yasaklara muhatap olmak demektir. Akl-ı selim olan insan bütün kalbiyle, bütün varlığıyla Amentü’nün esaslarına inanır ve teslim olur. İnanmak Mü’min olmanın ifadesidir; teslim olmak, inandığını yapmak ve hayata geçirmek ve Müslüman olmanın ifadesidir. Bir Müslüman gerçek imana sahipse “Elhamdülillah!.. Hakk’a mü’min Müslümanım “ der. Biz Müslümanlar iyilikte yarışırız, kötülük karşısında da şiddetle karşı dururuz. İyilikte yarıştığımız gibi kötülükte de her türlü varlığımızla ve benliğimizle savaşırız. Malımız, mülkümüz, mevki ve makamımız, bütün servetimiz neyse, kötülüğün ortadan kalkması için topluca birlik içinde uğraşırız. Gerekirse buğzederiz. Allah biz kulları için “Allah’ın ipine topluca sarılınız ve bana topluca geliniz diyor”  O halde salih bir kul olacağız; şuurlu bir ümmet olma yolunda da Sıratı müstakimde olacağız. Hak ve hakikat olan budur. Cehaleti bütünüyle ortadan kaldırmak “ilim - irfanı” toplumda kaim etmek, bizim birbirimize muhabbet ve ünsiyetimizi arttırır. Ayrıca bütün kötülüklerin, fitne ve fesadın önüne de geçilmiş olur.  Böylece aileye, eğitim sistemimize, birbirimizle olan iletişimimize önem vermeliyiz. Bu konuda yasa koyucularımızın üzerine düşen görevleri vardır. Bunun yanında da sosyal ilişkilerimizle toplumun sulh ve saadeti konusunda kültür edinmeleri gerekir. Bunun için gayret sarfetmeliyiz.

MESLEK LİSESİ ÖĞRENCİSİ

Akran zorbalığına maruz kaldın mı? Ne yaptın? Ya da sen akran zorbalığına maruz kalmadıysan gözlemlediğin kadarıyla bu zorbalıkları yaşıtların neden yapıyor? En son medyaya da yansıyan engelli bir çocuğa yapılan zorbalık vardı. Bunu yapanlar neden yapmıştır? Böyle bir duruma şahit olduğunda ne yaparsın?

Akran zorbalığına maruz kalmış biri olarak yazıyorum; kıskançlık vardır ne yaparsanız yapın o kıskançlığa maruz kalırsınız. Daha sonrasında beni rahatsız ettiler tehdit ettiler. Ben de her erkeğin bana göre yapması gereken şeyi yaptım; asla boynumu eğmedim. Her zaman şunu söyledim; ne olursa olsun bu kafa bir tek ailem ve Allah’ın huzurunda eğilecek. Bir gün geldi ve her şey geçti. Ama o zamanlar ben ben değildim. Başka bir karaktere bürünmüştüm kendimi tehlike olarak gördüm bir dönem. Adeta "tehlike mıknatısı" gibiydim ama her şey geçtikten sonra gerçekten olgun bir insana dönüşüyorsunuz. Ya da sokaklarda aval aval geziyorsunuz. Ben olgun bir insana dönüştüm yavaş yavaş. Sadece aileme ve birkaç dostumla kalmayı becerdim. Akran zorbalığına bir gün şahit kalırsam ne mi yaparım? Tabii ki zorbalığa uğrayan kişiyi korurum, dövmek isteyebilirler ama benim yanımdaysa dövemez. Dışarıya korku salmayan herkes akran zorbalığı yaşar.

OKULLARDA ZORBALIK ZİLİ ÇALIYOR….

PROF. DR. AYŞİN SATAN

Akran zorbalığı terimine bazı uzmanlar karşı çıkıyor. Zorbalık yerine genel anlamda toplumsal şiddet ifadesini kullanmayı öneriyorlar. Siz ne dersiniz? Okullardaki rehberlik ve psikolog danışman hocalar bu zorbalıklar konusunda daha olaylar baş göstermeden ne gibi tedbirler almalıdırlar?

Şiddet kavramı şemsiye bir kavram olarak kabul edilmekte ve bu kavramın altında istismar, saldırganlık, zorbalık, öfke ve çatışma davranışları yer almaktadır Zorbalık bir kişinin veya bir grubun bir başka kişiye “olumsuz davranışları” olarak tanımlanmaktadır. Ancak zorbalık davranışını diğer olumsuz davranışlardan ayıran üç temel kriteri bulunmaktadır. Olumsuz bir davranış gösterirken taraflar arasında fiziksel ve psikolojik dengesizliklerin olması, olumsuz davranışın acı vermek –maddi, manevi- kasti ile yapılması ve belli bir süre bu üç ay altı ay veya bir sene, devam etmesi halinde bu olumsuz davranışlar zorbalık olarak tanımlanmaktadır.  

Akran zorbalığı ise, okullarda öğrencinin kendi yaşında ya da bir veya iki yaş büyük bir başka öğrencinin yaptığı zorbalık davranışlarıdır. Bu günümüzde, internet üzerinden Facebook, Instagram, Twitter, Snapchat gibi sosyal medya ağları, e-mail, SMS, sohbet odaları, bloglar, web sayfaları, internet oyunları vb. aracılığıyla kim olduğu belli olmayan kişilerce yapılan zorbalık içeren davranışlar söz konusu olduğunda akran kelimesi yeterli olmamaktadır.

Sosyal medya üzerinden yapılan zorbalığa “siber zorbalık” denilmektedir. Siber zorba olan kişilerin özelliklerine baktığımızda örgün eğitime devam eden - etmeyen çalışan ya da çalışmayan ergenler, gençler, yetişkinler hatta çocuklar olduğu bilinmektedir. Bu bağlamda sosyal medya üzerinden yapılan zorbalık davranışının faili meçhuldür. Bu durum anonimlik olarak tanımlanmaktadır.  Siber zorbaca davranışlar, akran zorbalığına göre çok daha fazla kişi tarafından bilinmektedir.

 Mağdur üzerindeki etkisi daha uzun olmakta ve yapılan zorbalık davranışının sosyal medyada uzun süre kaldığı için mağdur üzerinde fiziksel, duygusal ve bilişsel olarak olumsuz ruh sağlığı problemlerine yol açmaktadır. Bu kişilerde kaygı, endişe, korku, öfke, suçluluk benlik saygısında düşme, özgüven eksikliği ve yetersizlik gibi duygu durumlarında bozulmalar görülmektedir. Geleneksel bağlamda ele aldığımız akran zorbalığına karşı okullarda yapılacak olan eğitsel ve psikolojik desteğin siber zorbalık, cinsel zorbalık, flört zorbalığı gibi çağımızda oldukça yaygın olan diğer zorbalık türlerinin önlenmesi ve engellenmesi adına çok önemli bir işlevi vardır.

Okullarımızda her türlü zorbalık davranışı için öğrencileri, öğretmenleri, okul yöneticilerini ve anne - babaları bilgilendirmek ve farkındalık kazandırmak gereklidir. Bunu nasıl hayata geçiririz…

u  Önemli olan zorba kişilerin yetişmesini engellemek. Anne ve babalar öncelikle çocuklarının benlik saygısını ve özgüvenini geliştirmesine çocukluk yıllarından itibaren destek olmalılar. Hem zorbalık yapan hem de zorbalığa uğrayan kişilerin genellikle düşük benlik saygısına sahip olduğunu görüyoruz. Anne-babalar çocuklarının benlik saygısını desteklemeli, onların sevildiğini ve değerli olduğunu hissettirmeli, benlik sınırlarının farkında olan çocuklar yetiştirmeleridir.

u  Olumlu aile içi iletişimi ve anne-baba tutumlarının demokratikleştirilmesi, özellikle otoriter ebeveyn tutumlarına sahip ailelerin, eğitimlerine ağırlık verilerek, ailelerin  bilinçlenmesi sağlanabilir.

u  Okul psikolojik danışmanları, önleyici rehberlik çalışmaları kapsamında öğrencilerin gelişimi ve psikolojik sağlık düzeyleri dikkate alınarak zorbalık, zorbaca davranışlar, zorbalığın öğrenci üzerindeki sonuçları ile ilgili her sınıf seviyesine uygun grup rehberliği çalışmaları yapabilir.

u  Okulda akran zorbalığı ile ilgili farkındalığın artmasında okul panoları, okul gazetesi, okulun web sayfası ve okul bülteninde sık sık bu konu farklı yönleriyle işlenmelidir. Ayrıca anne-babalara da okuldaki akran zorbalığıyla ilgili farkındalıklarını arttırmak için mailler, kitapçıklar gönderilebilir.

u  Okul psikolojik danışmanları akran zorbalığında önleyici olabilecek sosyal becerilerin, (İletişim becerileri, empati becerisi, atılganlık becerisi, vb.) ve benlik saygısı, özgüven ve duygu düzenleme ile ilgili psiko-eğitim programları uygulayabilir.

u  Okul psikolojik danışmanları, okulda risk grupları belirlenirken, öğrencilerin aile yapıları, içinde bulundukları akran grupları, yaş ve cinsiyetlerine özellikle dikkat etmelidir.

u  Zorbalıkla ilgili olarak okul yöneticileri, öğretmen tutumları, okul iklimi, okul büyüklüğü ve okul disiplini gibi konularla ilgili olarak okullarında var olan durumu, şartları iyi değerlendirmeleri ve araştırmaları gereklidir. Bu konularla ilişkili okul yöneticileri okuldaki bütün paydaşların görüşleri ve önerilerini dikkatle analiz etmeli ve sonuçlarını okul hayatına geçirmelidirler.

Ayrıca…

u  Okullarda teknoloji okuryazarlığı ve siber zorbalık hakkında eğitimlerin düzenlenmesi, öğretmenlerin ve okul psikolojik danışmanlarının bu konuda çocuklara destek olması da önemlidir ve siber zorbalığın önüne geçebilir.

u  Okul psikolojik danışmanları, öğrencilerin siber zorbalığa uğramadan yapabilecekleri bir diğer önlem de çocuğa ve ebevylerine çevrim içi mecralarda güvenliğin sağlamasına dair çalışmalar yapabilir. Bu kapsamda öğrencinin hangi bilgilerini paylaşıp paylaşmayacağı hususu nedenleri ile birlikte taraflara aktarılmalıdır…

Eğer…

u  Çocuğunuzun siber zorbalığa uğradığını fark ettiyseniz bu konudaki yaklaşımınızda dikkatli olmalısınız. Kendiniz ile ilgili bir deneyimden bahsetmeniz onun kendisini yalnız hissetmesini engeller ve bu durumu paylaşmakla ilgili kaygılarını azaltır.

u  Çocuğunuza maruz kaldığı zorbalığın onun hatası olmayıp, zorbalığı yapan kişinin hatası olduğunu hissettirmelisiniz. Siber zorbalığa uğrayan gençlerde suçluluk duygusu oldukça yüksektir. Bu duygunun azalması için ona destek olunmalıdır.

Okul çağı çocukları ve gençler her zaman olduğundan daha fazla tehlike ve tehdit altında bulunuyorlar. Onları bu atmosferden çıkaracak okul ve ailenin müşfik ve anlayışlı kucaklarıdır.

YONCA DALĞIN/ ÖĞRETMEN

Okullardaki akran zorbalığının temel nedenini bir öğretmen olarak neye bağlıyorsunuz?

Akran zorbalığının temel sebebini bir öğretmen olarak aile içerisindeki fiziksel ve duygusal şiddete bağlıyorum. Çocuklar ebeveynlerini gözlemler, taklit eder ve model alırlar. Böylece öğrenciler evlerinde anne, baba ve kardeşlerinde gördükleri problemli davranışların normal olduğunu düşünerek arkadaşlarına da uygulamaya çalışmaktadır. Özellikle öğrencilerden birçoğunun zorbalığa maruz kaldığı halde kendisinden daha güçsüz gördüğü bir kişiye zorbalık etmesi zorbalığın döngüselliğini de bizlere gösteriyor. Ayrıca sosyal medya, dizi ve filmlerdeki ilişkileri gerçek hayata uygulamaya çalışmaktadır. Zorbalık yapan öğrenciler özellikle pasif, utangaç, çekingen, içe kapanık, iletişim becerileri zayıf olan, farklı fiziksel gelişim özellikleri gösteren ve dezavantajlı gruplara karşı toksik davranışlar sergilemektedir.

Bundan hareketle zorbalığa maruz kalan öğrenciler okuldan kaçma, derslere karşı ilgisizlik, erken yaşta alkol sigara ve madde kullanımı, yetersiz sosyal becerilere sahip olma, akademik başarıda düşüş, depresyon, kaygı, duygusal stres gibi birçok eğilim gösterebilmektedir.

Akran zorbalığını önlemek için aile - okul yönetimi - öğretmen üçgeninde neler yapılması gerekiyor?

Akran zorbalığına karşı aile akran zorbalığı yapmış olan çocuğunu onaylamamalı ve olumlu pekiştireç vermemelidir.

Okul yönetimi akran zorbalığı hakkında kesin kurallar geliştirmelidir. Özellikle öğretmenlere akran zorbalığı konusunda eğitimler vermeli. Akran zorbalığı olayına karışan öğrenciler tespit edilmeli ve uygun müdahaleler gerçekleştirilmelidir. Ebeveynlere akran zorbalığı konusunda seminerler verilmelidir.

Öğretmenin burada kendisine düşen vazife ise öğrencilerle yakın sıcak ve empatik ilişkiler kurarak akran zorbalığının neden olmaması gerektiği hakkında sınıfta bilgilendirici konuşmalar yapmasıdır.

DR. ŞÖHRET KARADUMAN

Akran zorbalığı için bir sosyal medya yayınınızda Sosyal Darwenizm ifadesini kullanmıştınız. Sizce bu ilkel dürtünün biyolojik (en son gündeme oturan diğerlerinden farklı otizim veya başka bir durumdan dolayı normallerden farklı olan) olarak kendisinden farklı olana yaşıtları ve sınıf arkadaşları neden toplumsal şiddet uygular?

Davranış bilimcisi Konrad Lorenz, 1963'te hayvanların bir avcıya veya daha üstün bir rakibe (örneğin bir tilkiye kazlar) yönelik grup saldırıları için "to mob" terimini icat etti.

Ancak insanlarda işler farklıdır. Mekanizma aynı kalır - hepsi veya çoğunluk bir kişiye karşı. Ancak güç dengesi tersinedir: burada daha güçlü olan daha zayıf olana karşı döner. Lorenz'in kazlarının aksine, insanlar arasındaki zorbalık savunma (doğal düşmana karşı) ile ilgili değil, grup içindeki hakimiyet ve güç ile ilgilidir. Zorbalık, sosyal konumları güçlendirmek veya sürdürmek için işlevsel bir davranıştır. Ve böylece, özellikle grupların katı olduğu, dolayısıyla kaçınmanın zor olduğu yerlerde ortaya çıkar. Okullar bunun için mükemmel ve tabii ki ergenler de. Nerede durduklarını henüz tam olarak bilmiyorlar. Kendilerine yön arıyorlar.

Ayrıca, bugün okullarımızdaki atmosfer performans odaklı ve rekabetçi toplumumuzu yansıtıyor: Orada takım oyuncuları değil, rakipler eğitiliyor. Böyle bir ortamda öğrenmenin neredeyse imkânsız olduğunu ve gücü kötüye kullanmak son derece kolaydır. Ve zorbalık, tanımı gereği, daha zayıf olanlara yönelik tekrarlanan saldırılara dayalı olarak sosyal gücün kötüye kullanılmasıdır.

Zorbalığa maruz kalan çocuk profili:

Zayıf, güvensiz ve farklı insanların kolay “kurbanlar” olduğu çok önceleri yapılan çalışmalarda bulundu. Bu model araştırma tarafından doğrulandı: örneğin bilim insanları, kız ve erkek kurbanların sınıf arkadaşları tarafından fiziksel olarak daha az güçlü ve daha az atletik olarak algılandığını buldu. Aynı şekilde, çocukların güvensizliklerinin (düşük özgüven) erken belirtileri daha yeni çalışmalarla doğrulanmıştır. Kurban çocuklar, yalnızca zorbalık deneyiminin bir sonucu olarak değil, daha en başından, geri çekilme veya depresif ruh halleri gibi içselleştirilmiş sorunlar gösterirler. Çalışmadan depresif tepkilerin sadece zorbalığın bir sonucu olarak yorumlanmadığı anlaşılmaktadır.

Mağdur, genellikle "güvensiz-kaygılı" bir bağ kurdukları birincil bakıcılarıyla olan ilişkilerinde zaten güvensizlik yaşar. Bir çocuk, zor durumlarda annesinin korumasını aradığında, ancak amacına ulaşamadığında umutsuz ve çaresizce yüz çevirdiğinde, güvensiz kararsız olarak sınıflandırılır. Bu anneler, zorbalık dönemleri sırasında çocuklarını desteklemek için etkili yöntemlere sahip olmayabilir ve bu yetersizlik, güvensiz-kaygılı bağlanmayı daha da güçlendirir.