DİNDARLIĞIN EKONOMİ POLİTİĞİ - III

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Tüm Yazıları
Geçen iki yazının ilkinde dindarlığı tanımlanmış ve İslam'da dindar tanımının "muttaki" kavramıyla örtüştüğünü belirtmiştim. İkinci yazıda ise bugün dindarlık kisvesi altında ortaya çıkan kişi ve grupların Kur'an'da tanımlandığı şekilde muttaki kavramıyla örtüşmediğini yazmıştım. Bugün akla takılan bazı sorulara cevap vermeye çalışacağım: "Türkiye'de dindarlık artıyor mu, azalıyor mu?" "Ülkemizde Türk – Osmanlı kültüründen bağımsız ve ona yabancı bir dindarlık mı filizleniyor?" "Değişen şartlara göre dini ahkamın yenilenmesi mi gerekiyor?" "Tarikat ve cemaatlerin bu kadar göz önüne çıkması ne anlama geliyor?"

TÜRKİYE’DE DİNDARLIK ARTIYOR MU, AZALIYOR MU?

Türkiye’nin kahir çoğunluğu (farklı mezhep ve meşreplerde olsa da) Müslüman’dır. Dolayısıyla bu soru, dindarlık tanımının İslâm dinindeki karşılığı olan muttaki kavramı çerçevesinde, cevaplanır. Dindar olarak bilinen ve tanınan kişi ve kurumlar gayba, Kitap ve Peygamberlere, vahye, kadere ve kıyamet gününe iman ettiklerini söylerler. Ancak Allah’ın kitabından bucak bucak kaçarlar. Peygamber ve sahabesi gibi dayanışma ve yardımlaşma içinde değildirler, karşılıksız iyilik içine girmezler. İnsanlara verdikleri destek karşılığında ucuz iş gücü, kitle halinde oy ve itibar elde ederler. Peygamber’in hadisini çarpıtıp Müslümanların 73 fırka olduğunu, 72’sinin Cehennemlik birinin Cennetlik olduğunu söylerler. O biricik fırka da kendileridir! Böylece kendileri dışındaki Müslümanların Müslüman olmadığını ima ederler. Her türlü kanun açığını, siyasi ve iktisadi imtiyazları kullanarak acımasız bir emek sömürüsünün de katkısıyla servet biriktirirler, bunun adına ticaret derler, ticaretin de Peygamber sünneti olduğunu üstüne eklerler. Bu mu takva / muttakilik, bu mu dindarlık? Eğer bunlar artıyorsa dindarlık artmıyor, aksine azalıyordur. Biz bilmeden Allah’ın Dinini mi değiştirdiler?

TÜRK – OSMANLI KÜLTÜRÜNE YABANCI BİR DİNDARLIK MI FİLİZLENİYOR?

Her büyük din gibi İslam da onlarca farklı milletin ve birçok farklı kültürün ortak dinidir. İslâm’ın temel kuralları tartışılmaz. İmanın ve İslâm’ın şartları bu kuralları belirler. Ancak dinin yaşanması, pratik uygulaması ülkeden ülkeye ve kültürden kültüre değişebilir. Bugün yükselen dindarlık (o da ne kadar dindarlıksa, DMD) kadar bu dindarlığa tepki olarak yükselen bir din düşmanlığı bulunmaktadır. Bu görüşü savunanların temel fikri İslâm’ın Araplaşmak olduğudur. Dolayısıyla dindar olarak tanımlanan kitleleri Türklüğe ihanetle suçlamaktadırlar. Bu görüşe farklı bir zaviyeden ben de katılırım. Ancak Arap tarzı İslâm ile bizim dindar kitlelerin tarzı İslâm taban tabana zıttır. Hicaz Araplarının İslâm anlayışında, tasavvuf, kabir ziyaretleri, Kandil kutlamaları, tarikatlar, tarikat ibadetleri zinhar yasaktır, bid’at sayılır. Bunların en hafifleri kimi Hanbelî fakihleri iken Hanbelî’likten Vehhabî’liğe, oradan selefi radikal cihatçılığa kadar giden tekfirci bir söylem vardır. Bu İslâm anlayışı hiçbir şekilde bizdeki, Kandil gecelerine hürmet eden, tasavvufu dinin en güzel yorumu olarak kabul eden İslâm anlayışı ile uyuşamaz. O yüzden “Türkler İslâm oldukları için Araplaşmaktadırlar”, diyemeyiz. Ancak Türk – Osmanlı Kültürü bir şehir kültürüydü. Musikisi, mimarisi, mutfağı, şiiri, tarikat erkânı ve beşerî ilişkileri ile kozmopolit imparatorluk kültürünün en güzide örneğiydi. Bu insanların Allah’a, doğaya ve insanlara bakışı ile kasabalı mesleksiz ve eğitimsiz lümpenlerin bakışı da farklılaşır. Bugün bizdeki dindar kisvesine bürünen kişi ve gruplar kapalı kasaba tutuculuğu ve yaşam tarzını şehirde devam ettirmek isteyen, mesleksiz ve eğitimsiz lümpen kitlesinin İslâm anlayışını temsil etmektedirler. Bunlar Araplaşmayı değil, Türk – Osmanlı Kültürü’nün kapitalist sistemle eklemlenen yozlaşmış halini sergilemektedirler.     

DEĞİŞEN ŞARTLARA GÖRE DİNİ AHKAMIN YENİLENMESİ Mİ GEREKİYOR?

Hiçbir dinin temel ahkâmı değişen şartlara göre değişmez. Allah’a, meleklere, Kitaplara, Peygamberlere, kıyamet ve gününe ve kadere inancın değişmesi için gözlemlenen olgulardan elde edilen veriler yetersizdir. İslâm’ın temel ibadetlerinin değişmesi için de bunlar bir gerekçe olamaz. Pekiyi tartışılan nedir? Mesele sanayileşmiş şehir toplumunda kasaba yaşam tarzını devam ettirmek isteyenlerden kaynaklanmaktadır. Bunlar pazartesi günkü yazımda bahsettiğim dini gerekçelere dayalı dünyevi hükümlere dair tartışmalardır. Örneğin kadınların okuması, iş hayatında yer alması, kocasından izin almadan kendi hayatını belirlemesi, modern finans kuralları ile şirket yönetimi ve ticaret, medeni hukukun geçerli olması, demokrasi ve laikliğin prensipleri ve benzeri konulardır tartışma konusu olan. Bu da dindarlıkla alâkalı değil öncelikle siyasetle alâkalıdır. Allah ne bir iktisadi nizam ne de bir devlet yönetim şekli göndermiştir. Allah “insanların problemlerini yaşadıkları çağın şartlarına göre birbiriyle uzlaşarak (istişare ederek) çözmelerini” istemektedir. Değişen iktisadi şartlar yaşam tarzını, yaşam tarzı da güç ve servet ilişkilerini değiştirir. Güç ve servet kaybetmek istemeyenler yaşam tarzlarını değiştirmek istememektedirler. Yoksa Allah’ın Hükmü zamana ve mekâna göre değişmez, değişen insanların Allah’ın hükmünden ne anladıklarıdır.      

TARİKAT VE CEMAATLERİN BU KADAR GÖZ ÖNÜNE ÇIKMASI NE ANLAMA GELİYOR?

Türkiye’de cemaatlerin ve tarikatların bu kadar göz önüne çıkması siyasi ve iktisadi bir meseledir. Bu gruplar eskiden de vardı, gelecekte de var olmaya devam edeceklerdir. Bunları yasaklayarak yok etmek de mümkün değildir. Sosyolojik olgu ve süreçleri kanun ve tüzükle değiştiremezsiniz. Bugün Hükümet’in dayandığı önemli bir seçmen bu tarikat ve cemaatlerin yönlendirmesi ile karar vermektedir. Küresel kapitalizmin ve sahip olunan siyasi imtiyazların desteğiyle devlet kurumlarında belli bir yer edinmişler, kurdukları vakıflara bağlı şirketlerle holdingleşmişlerdir. Yani kapitalist sisteme çarpık bir şekilde eklemlenmişlerdir. Daha önce bu servet birikimine ve kamusal alanda görünüme sahip olmadıkları için bazı kesimler şaşırmaktadır. Bilinsin ki, bunlar, zannedildiği kadar çok değildir. Türk toplumunun kahir ekseriyeti bozulmuş haliyle bile Türk – Osmanlı Kültürü’ne bağlıdır. Yapılması gereken tıpkı Osmanlı’da olduğu gibi bu cemaat yapılarının sıkı bir devlet denetimine alınmasıdır. Yukarıda da belirttiğim gibi bu yapıların görünürlüğünün artması dindarlaşmaya değil insanların dini anlayışının yozlaşmasına delalet eder.

Vesselâm…