DİNDARLIĞIN EKONOMİ POLİTİĞİ - II

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Tüm Yazıları
Cumartesi günkü yazımda dindarlığı genel anlamı ve İslam'daki özel anlamıyla tanımlamıştım. Dindarlığın, dini adanmışlığı veya maneviyatı içerebilen bir erdem olduğunu söylemiş, dindarlık anlayışlarının ortak unsurunun "ilâhi olana duyulan" saygı borcu olduğunu eklemiş ve dini bağlamda dindarlığın, ülkeler ve kültürler arasında farklılık gösterebilen dindar faaliyetler veya bağlılıklarla ifade edilebileceğini belirtmiştim.

Takiben, dindarlık bir erdemse, erdem veya faziletin bireylerin sahip olabileceği ahlaki, sosyal veya entelektüel boyutlarda bir mükemmellik özelliği olduğunu yazmış, erdemli davranışın içinde bulunulan ahlâkî sisteme göre iyi olan eylemlerde bulunup kötü olan eylemlerden kaçınmak olduğundan bahsetmiştim. Bu bağlamda İslâm dini çerçevesinde dindarlığın yani erdemli olmanın muttaki kavramı ile açıklandığını, bunun iman ve eylem boyutlarının olduğunu söylemiştim. İman boyutu Allah’a, Ruha ve Ruhun ölümsüzlüğüne, Allah’ın meleklerine, Kadere, başta Kur’an-ı Kerîm olmak üzere Mukaddes Kitaplara ve Ahiret Gününe iman olduğunu belirtmiştim. Eylem boyutunda ise muttakinin, yani erdemli dindar insanın, vasfının temel ibadet olan namazı kılmak, birbiriyle dayanışma içinde olmak, sahip olduklarını ihtiyaç sahipleri ile paylaşmak, iyilikleri teşvik edip kötülüklerden sakındırmak ve her türlü baskı ve zulüm sistemine karşı duruş sergilemek olduğunu bildirmiştim. İlk yazının özeti kısaca budur.

Pekiyi bugün karşılaştığımız, çeşitli dizilere konu olan, toplum hayatı ve kamu yönetiminde göz önüne gelen dindarlık Kur’an-ı Kerîm’de bahsedilen dindarlık mıdır? Sadece Türk toplumunda değil, bütün dünyada teknolojik gelişme ve küreselleşmenin etkilerine karşı gelişen dindarlık ne ölçüde bu tanıma uymaktadır? Bugün bunlara değinmek istiyorum.

DÎNÎ UYGULAMALAR NE ÖLÇÜDE DÎNÎDİR, NE ÖLÇÜDE DÜNYEVÎDİR?

Bütün dinlerin ortak özelliği insanın gözlemleriyle kavrayamadığı ama varlığını hissettiği bir yaratıcı gücün varlığına iman etmektir. Dinlerin temelde farklılaştığı yer ise bu yaratıcı gücün mahiyeti, ondan gelen haber veya ona dair bilgiye ulaşma metodu ve bu dünyadaki yaşamın ve insan varlığının anlamı üzerinedir. Dinleri din olarak belirleyen ana unsurlar bunlardır. Bir örnek verecek olursak üç kitaplı dinde de bir yaratıcının varlığı, onun melekleri vasıtasıyla evreni yönettiği, ondan haber getiren Peygamberlerin ve bu peygamberlere inen kitapların doğruluğu ortak inançtır. Hatta ayrıntılarda üç kitaplı din de ortak kıssalara dayanır. Ancak İslâm’da evrensel ve mutlak olarak eşsiz benzersiz bir Tanrı anlayışı var iken Hristiyanlık’ta evrensel ama tek varlıkta üç ayrı şahsiyetin (Teslis akidesi: Allah, Kutsal Ruh ve Hz. İsa) olduğu bir Tanrı’nın bulunduğuna inanılır. Tabii bu üç şahsiyetin farklı ağırlıklara sahip olmasına göre Hristiyan mezhepleri farklılaşır. Musevilikte ise evrensel olmayan (sadece Yahudi kavminin Tanrısı) ama mutlak olarak tek ve eşsiz benzersiz bir Tanrı anlayışı vardır. Bu iman akideleri dünyevî olamaz, çünkü akıl ve gözlemle reddedilemeyecek ya da ispat edilemeyecek metafizik kavramlara dayanmaktadırlar.

Pekiyi dinlerde dünyevi olan unsur nedir? İnsanların tüketim kalıpları ve yaşam tarzı üzerine getirilen, dini metinleri kaynak olarak gösteren ama dünyevî ihtiyaçlara göre verilen hükümler dünyevî unsurlardır. Her dindeki ritüeller, bu ritüellerin dini yaşam içindeki önemi, kılık kıyafet şartları, yeme içme emir ve yasakları, aile yaşamına dair emir ve yasaklar hepsi dini metinlerden yola çıkarak belli bir zaman ve belli bir toplumdaki ihtiyaçlara göre insanların yorumlarına bağlı olarak verilen hükümlere dayanır. Bunların genel ahlâkla, erdemli davranışlarla veya ilâhî varlığın mahiyeti ile uzaktan yakından alâkası yoktur. Çünkü günlük hayatımızda bizim tüketim kalıplarımızı (yani neyi yiyip neyi içtiğimizi, nasıl giyindiğimizi, aile hayatını hangi kurallara bağlı olarak kurduğumuzu) belirleyen içinde bulunduğumuz toplumun üretim yapısıdır. Üç kitaplı dindeki tüketim kalıplarımıza getirilen kurallar daha çok tarım toplumun ekonomi politiğinden etkilenmiştir. Genelde bu hükümler kendi çağlarında saygın din adamları tarafından o günkü toplumsal ve iktisadi şartlarda ortaya çıkan sorunlara dini açıdan çözüm bulmak için üretilmiştir.

Pekiyi teknolojik gelişme ve buna bağlı olarak iktisadi yapı değişimi gerçekleşirse ne olur? Yaşam tarzı ve tüketim kalıplarına yönelik hükümlerin bazıları anlamsızlaşır. İnsanların yaşadığı gerçek hayat ile inandıkları dinin hükümleri çelişirse bu hem bireysel olarak travmalara hem de toplumsal açıdan ayrışmaya yol açar. Örneğin tarım toplumunda iş bölümü gereği kadının okumaması, çalışmaması ve evinde oturması doğaldır. Bu yüzden hanımların ev işleri ile ilgilenmesi, eşinden izinsiz dışarıya çıkmaması, kendi işinin sahibi olmaması yönünde hükümler verilir. Bunlar temel ilmihal kitaplarına girer. Bu yapılırken Hz. Hatice’nin iş kadını olması, Hz. Aişe’nin siyasetçi ve ordu komutanı olması, Muaviye’nin anası Hind’in kadın hareketinin ve buna bağlı muhalefetin liderliğini yapması göz ardı edilir. Ancak şehir yaşamı, sanayi kapitalizminin üretim biçimi kadının da okuyup iş hayatında yer bulmasını zorunlu kılar. O zaman dindar adam ne yapacaktır? Ya tarım toplumunun yaşam tarzını kapitalist toplumda devam ettirecek ve maddi olarak çok zahmetli bir hayatı tercih edecektir, ya da dini (olduğunu zannettiği ama dünyevî olan) hükümleri göz ardı edecektir. Bu da haliyle psikolojik travma ve manevi buhran yaratacaktır. Ya toplumsal sonuçları? Bakalım…      

DİN TOPLUMSAL DAYANIŞMAYI MI, TOPLUMSAL AYRIŞMAYI MI DESTEKLER?

Sanayileşmiş şehir toplumunda kapalı kasaba yaşam tarzının dikiş tutmayacağı açıktır. Milli devletin getirdiği bir zorunluluk olarak ilk ve orta öğretimde zorunlu eğitim, cinsiyet eşitliği, kadının iş hayatında yer alması, bunun sonucunda çekirdek ailenin ortaya çıkması kapalı kasaba yaşam tarzının sonunu getirir. Ancak bu grupların önderleri kolay pes etmezler. Şehirlere göç eden kasaba kökenli insanların hayata kendi emekleriyle tutunması öteden beri belledikleri yaşam tarzlarından vaz geçmelerini gerektirir. Ya bu hayat tarzından vaz geçmeden hayata tutunma imkânı onlara verilirse? Buna büyük çoğunluğu balıklama atlar. İşte Türkiye’deki kimi kapalı cemaat grupları, Hristiyan Amish ve Mormonlar, Musevi Hasidikler bir cemaatin koruyucu şemsiyesi altında sanayileşmiş şehir toplumunda hayatta kalma garantisini bu insanlara sağlıyorlar. Karşılığında bu cemaatlerin şirketleri için ucuz iş gücü, cemaatlerin desteklediği siyasetçiler için oy deposu, cemaat liderleri için hızla artan servet ve siyasi güç temin edilmektedir. Bu cemaatler çok sıkı bir disiplin ve günün gerçeklerine uymayan bir biat anlayışı ile yaşamlarını devam ettirirler. Kapalı topluluklar gettolaşır ve kendilerini genel toplumdan ayrıştırırlar.

Geçen yazıda bahsettiğim gibi dayanışma ve karşılıksız yardım dindar insanın alamet-i farikasıdır. Bu gruplarda dayanışma ancak kendi aralarındadır. Kendilerinden olmayanlara yardım edilmez. Karşılıksız yardım değil iş ve aş karşılığında mutlak itaat beklenir. Bu gruplar içerisinde mevcut toplumsal şartların zorunlu kıldığı bireysel özgürlükler olamaz. Bireysel özgürlüğünü talep edenler gruptan, dolayısıyla grubun desteğinden dışlanır. Böyle olunca her bir kapalı grup kendini genel toplumdan farklılaştırır, adeta rahmetli Şerif Mardin’in dediği gibi kendi mahallelerine kapanırlar. Temeli dayanışma olan bir dinin dindarlık anlayışı bu şekilde toplumsal ayrışmaya sebep olur.

KAPALI CEMAAT YAPILARI ERDEMLİ İNSANLARI MI HEDEFLER?

Başa dönersek bugün her din ve ülkede görülen dindarlık örnekleri ne o dinin temeli olan dayanışma ve yardımlaşmayı ne de ahlâkî olarak öne sürdükleri manevi aydınlanma ve bireysel özgürlüğü desteklemektedir. Aksine ayrışmayı ve bölünmeyi fitillemektedirler. Bu manada günümüzde ortaya çıkan dindarlık örnekleri erdemli insan örneği olarak gösterilemezler. Yaptıkları iş şeklen dine uygun olsa da mânen dinin temel emirlerinin ihlâl edilmesidir. Bu yüzden bu kapalı cemaat yapılarının insanlarını birer muttaki – erdemli insan kılmayı hedeflediklerini söyleyemeyiz.     

Devam edeceğiz…