​BÜYÜMENİN YÖNÜNÜ NE BELİRLER: PİYASA MI YOKSA SINIF ÇATIŞMASI MI?

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Tüm Yazıları
Geçen yazıda Sir Roy Harrod'dan ve onun büyüme iktisadının başlangıcını temsil eden sorularından bahsetmiştim.

Geçen yazıda Sir Roy Harrod’dan ve onun büyüme iktisadının başlangıcını temsil eden sorularından bahsetmiştim. Harrod’dan önce Marx dolaylı yoldan bu soruna temas etmiş ve bir kapitalist ekonominin istikrarsız bir büyüme sergileyeceğini, sınıf çatışması ve güç ilişkileri nedeniyle sonsuza dek büyümesinin mümkün olmadığını söylemişti. Sonuç kaçınılmaz bir çöküştü. Bu yüzden Marx doğrudan kapitalist sistemin lağvedilmesini ve sosyalizme geçilmesini savunmaktaydı. Harrod ise her kapitalist ekonominin kaynakların tam istihdam edilerek büyüyebileceği, sihirli bir büyüme oranı olduğunu göstermişti. Buna doğal büyüme oranı denmekteydi. Eğer güncel büyüme oranları bu düzeyde olursa kapitalist ekonomi sorunsuz büyümeye devam ederdi. İsterseniz burada ufacık bir denklem yazayım:

s x a = (n+d)  dengeli büyüme  güncel büyüme oranı = doğal büyüme oranı

s= ortalama tasarruf oranı, n = nüfus artış hızı, d = amortisman oranı; a = sermayenin ortalama üretkenliği katsayısı

Eğer bu eşitlik sağlanırsa güncel büyüme oranı doğal büyüme oranına eşit olacağından ekonomi problemsiz bir şekilde büyüyecektir. Ancak Harrod’a göre zurnanın zırt dediği yer de tam burasıdır. Eğer bir şekilde bu eşitlik sağlanamazsa ya yüksek büyüme olacaktır ya da düşük büyüme. Örneğin yüksek büyümeye bakalım. 

s x a > (n+d)  yüksek büyüme  güncel büyüme oranı > doğal büyüme oranı

Denklemde gösterilen bütün parametreler (yani s, n, d, a) birbirinden ve ekonomik değişkenlerden bağımsız olduğu için bu dengesizlik durumunu değiştirecek bir ekonomik mekanizma yoktur ve ekonomi sürekli ve artan bir enflasyon sürecine girer. Öte yandan düşük büyüme durumu bunun tersidir:

s x a < (n+d)  düşük büyüme  güncel büyüme oranı < doğal büyüme oranı   

Bu sefer de yine denklemdeki parametreler değişmeyeceği için ekonomi sürekli bu dengesizlik durumunda kalır ve gitgide artan bir işsizlik döngüsüne girer. 

Harrod’a göre bir doğal büyüme oranı vardır ama kapitalist bir ekonominin bu doğal büyüme oranına kendi kendine ulaşması tesadüflere bağımlıdır. Yüksek büyüme koşullarında devlet yatırımları kısıp tasarrufları arttırmalı (yani vergileri arttırmalı) düşük büyüme şartlarında ise devlet yatırımları arttırıp tasarrufları kısmalıdır (yani vergileri azaltmalıdır). Harrod bunun için uzun dönemli planlara göre yönetilen bir karma ekonomiden yanadır. 

Gerçekten kapitalist sistem istikrarsızlıktan kendi kendine çıkamaz mı? Çıkabilir… Pekiyi nasıl çıkar? Burada iki farklı bakış açısından bahsedeceğiz: Neo-Klasikler ve Post Keynesyenler. İlkönce Neo-Klasik Solow modelinden bahsedelim.

SOLOW BÜYÜME MODELİ VE PİYASANIN DENGELİ BÜYÜMEYİ SAĞLAMASI

Solow’un büyüme modelinde uzun dönemde güncel büyüme hızının doğal büyüme hızına yakınsaması sermayenin ortalama verimliliğindeki değişimle beraber gerçekleşmektedir. Bunun için Harrod ve Marx’ın tersine bir birim üretim yapmak için sabit miktarda sermaye ve emek kullanımını varsayan Leontieff tipi bir üretim fonksiyonu yerine emek ve sermayenin birbirinin yerine geçebildiği Cobb-Douglas tipi bir üretim fonksiyonu kullanmıştır. Bu bize ne sağlar? Bir ekonomide sermaye miktarı nüfus artış hızından daha hızlı büyüdüğünde, başka bir deyişle istihdam edilen insan başına makine sayısı arttığında sermayenin ortalama üretkenliği yani “a” katsayısı azalır. Tersi durumda da “a” katsayısı artar. Bu durumu mali sermayeyi ekonomiye dağıtan finans sektörü ile birleştirerek reel faizler ve “a” katsayısı arasında bir ilişki de kurar. Bununla birlikte denklemdeki diğer parametreler sabittir. Sonuç ne olur? Eğer ekonomi bir sebepten doğal büyüme hızının üstünde yüksek büyüme hızı ile büyürse kişi başına sermaye miktarı artar ama sermayenin ortalama üretkenliği yani “a” katsayısı azalır. Öte yandan eğer ekonomi bir sebepten doğal büyüme hızının altında düşük büyüme hızı ile büyürse kişi başına sermaye miktarı azalır ama sermayenin ortalama üretkenliği yani “a” katsayısı artar. Her iki durumda da süreç eşitlik sağlanana kadar devam eder. Yani Solow der ki, eğer rekabetçi piyasa kuralları işliyorsa ve finans sektörü etkin şekilde çalışıyorsa her ekonominin güncel büyüme oranı uzun dönemde doğal büyüme oranına yaklaşır.     

KALDOR BÜYÜME MODELİ VE SINIF ÇATIŞMASININ DENGELİ BÜYÜMEYİ SAĞLAMASI

Solow Modelini savunan iktisatçılar Neo-Klasik Okula mensup olarak bilinirler ve burada başı Chicago Üniversitesi ve MIT mensupları gibi ABD’li iktisatçılar çeker. Öte yandan Atlantik’in diğer tarafında İngiltere’de Cambridge Üniversiteli iktisatçıların başı çektiği farklı bir görüş ortaya çıkar: kâr, yani sermayenin getirisi, piyasa tarafından değil toplumdaki güç ilişkileri yani sınıf çatışması tarafından belirlenir. Bu iktisatçılar Post – Keynesyen olarak tanınırlar. İşte Kaldor’un büyüme modeli bu iktisatçıların görüşünü yansıtır. Nicholas Kaldor kendi büyüme modelinde tıpkı Marx ve Harrod gibi Leontieff tipi bir üretim fonksiyonu kullanmıştır. Yani bir birim üretim için belli ve sabit miktarda emek ve sermaye istihdam edilir. Bu tip bir üretim tekniğinde kişi başı sermaye, kişi başı üretim ve sermaye – emek oranları değişmez, sabittir. Dolayısıyla sermayenin ortalama üretkenliği yani “a” katsayısı da değişmez. Ya ne değişir? Ortalama tasarruf oranı, yani “s” katsayısı. Solow’da işçiler ve sermayedarlar aynı oranda tasarruf yaparken, Kaldor’da toplam tasarrufların tamamı ya da büyük kısmı sermayedarlar tarafından yapılır. Sermayedarın geliri kâr iken işçinin gelir ücrettir. Dolayısıyla kâr oranı arttıkça ortalama tasarruf oranı, yani “s” katsayısı da, artar; azalınca da azalır. Kâr oranı arttığında aynı zamanda ücret oranı da düşer. Sonuç ne olur? Eğer ekonomi bir sebepten doğal büyüme hızının üstünde yüksek büyüme hızı ile büyürse aşırı sermaye birikimi olur, bu uzun dönemde atıl kapasite ile üretim, reel ücretlerin artmasını ve reel kârların düşmesini getirir. Dolayısıyla ücretler artıp kârlar düşünce ortalama tasarruf oranı, yani “s” katsayısı da, azalır. Öte yandan eğer ekonomi bir sebepten doğal büyüme hızının altında düşük büyüme hızı ile büyürse yetersiz sermaye birikimi olur, bu uzun dönemde reel ücretlerin düşmesini ve reel kârların yükselmesini getirir. Dolayısıyla ücretler düşüp kârlar artınca ortalama tasarruf oranı, yani “s” katsayısı da, artar. Her iki durumda da süreç eşitlik sağlanana kadar devam eder. Yani Kaldor der ki, ekonomide dengeli büyümeyi sağlayan sınıf çatışmasıdır. Ekonominin denge büyüme oranına yaklaşması için piyasanın etkin çalışması değil işçi sınıfının müzakere gücünün yüksek, sendikaların kuvvetli ve demokrasinin etkin olması gerekir. 

TEORİDEN PRATİĞE: GERÇEKTE NE OLUYOR?

Şöyle sorduğunuzu duyar gibiyim: “Hocam, sanki iki farklı gezegendeki iki farklı ekonomiden bahsediyorsunuz? Bu iktisatçılar ne söylüyorlar, Allah aşkına?” Bu model farklılıkları gerçek iktisadi hayatın bir boyutunu öne çıkarıp, o boyuta büyük önem atfetmelerinden kaynaklanıyor. Amerikalı iktisatçılar piyasaların ve özellikle mali sektörün (bankacılık ve finans sektörü) etkin çalışmasının kapitalist ekonomiyi istikrarlı bir büyüme patikasına sokacağını söyler. Onlar için kısa dönemde de en büyük problem, bu yüzden, enflasyon ve mali istikrarsızlıktır. İşçiler işsiz kalmış, işsiz kalmasalar bile yarı aç yaşamaktalar, onların umurunda değildir. Bu yüzden “a” katsayısını değişken ama “s” katsayısını sabit varsayarlar. Öte yandan o dönemin İngiliz iktisatçıları için önemli olan tam istihdamda bir işgücü piyasası ve medeni standartlarda yaşayan bir işçi sınıfıdır. Ama üretimde verimlilik, artan enflasyon pek umurlarında değildir. Bu yüzden “a” katsayısını sabit ama “s” katsayısını değişken varsayarlar. Diyebiliriz ki, Solow modeli bugün Türkiye’de de hâkim olan Neo-Liberal görüşü temsil ederken, Kaldor modeli ise artık pek taraftarı kalmamış sosyal demokrat bakış açısını temsil eder. Pekiyi gerçekte olan nedir? Bana göre, bu bahsettiğim sınırlarda, hem “s” hem de “a” katsayısı değişkendir. Yani hem piyasalarda rekabetçilik hâkim olmalı ve finans sistemi etkin çalışmalı, hem de işgücünün müzakere gücü yüksek olmalı ve demokrasi sağlıklı bir şekilde işlemelidir. 

Tabii ki, bu iki model de eksikliklere sahiptir. Gelin bunları kısaca özetleyelim.    

TEORİDE EKSİK KALANLAR

Her iki model de doğal büyüme hızını veri kabul ederler. Yani gelişmekte olan ülkelerin hızlı büyümesi için kalkınma programı uygulaması, bu modellere göre, nafiledir. Ne yaparsanız yapın büyüme hızınız doğal büyüme hızınıza gelecektir. Bu kabul edilemez. İkinci olarak bu iki model de sermayeyi her sektörde kullanılabilen tek tip bir sermaye olarak kabul eder. Bu da yetmez milli üretimi de tek bir üretim fonksiyonuyla anlatır. Halbuki bir ekonomide yüzlerce farklı sektör vardır, her sektörde kullanılan sermaye tipi ve onun üretkenliği farklıdır. Üçüncüsü her iki modelde de beşerî sermaye ve altyapı sermayesinden bahsedilmez. Dördüncüsü teknoloji gelişme ve emeğin verimlilik artış hızı veridir. Beşincisi bu ekonomiler dışa kapalıdır. 

Haftaya iktisatçılar teknolojiyi büyümeye nasıl dâhil etmişler, onu tartışacağız.