PAKİSTAN SEÇİMLERİ

Prof. Dr. Vişne KORKMAZ
Tüm Yazıları
2024 Seçimler yılı Pakistan seçimleri ile başladı. Perşembe oy verme işlemi tamamlanmasına rağmen seçim sonuçlarının açıklanması Pazar gününü buldu ve sonuçlar yani İmran Han destekli bağımsızların yarışı önde bitirmesi, pek çoklarına göre sürpriz oldu. Aslında 2024 seçimlerinin 2018 seçimlerinin ters-yüz edilmiş bir tekrarı olması bekleniliyordu.

 O dönem hatırlanacaktır Navaz Şerif, yolsuzluk skandalları nedeniyle hapisteydi, siyaseten yasaklıydı ve İmran Han, Pakistan müesses nizamının yani ordunun da aksi ses çıkarmaması ile iktidara gelmeyi başarmıştı. Bugün, İmran Han hapiste, siyaseten yasaklı ve hakkında Yüksek Mahkemeden dönse de verilmiş hükümler bulunuyor. Imran Han’ın hapiste kalacağı süreyi uzatacakmış gibi görünen benzer şekilde hükümlerin çıkması beklenen tonlarca dava da sırada. Partisi, PTI (Pakistan Tehreek-e-Insaf)’ın elit kadroları 2023’deki müdahaleden sonra siyasetten el ayak çektirilmiş, genç ve nispeten tecrübesiz yeni bir siyasi kadro ile yola devam etmek zorunda kalmıştı. Öte yandan siyaseten rakiplerin Pakistan’ın siyasi hanedanlarının temsilcisi olduğu, hem Navaz Şerif liderliğindeki Müslüman Birliğinin MB), hem de Benazir Butto’nun oğlu Bilaval Butto Zerdali’nin liderliğindeki Pakistan Halk Partisinin (PHP) daha önce iktidara geldiği, koalisyon hükümetinde de buluştuğu unutulmamalı. Ordu, bu iki siyasi hattan gelen genç kuşağın (Meryem Şerif ve Bilaval Butto) mevcut veya olası hükümetler içinde aktif olabileceklerini ama bugünün konjonktürü ile baş edebilecek tecrübede olmadıklarını düşünmüş olmalı ki Navaz Şerif’in sürgünden politikaya dönmesine ve başbakanlık için siyaset oyununa yeniden girmesine karar verilmişti. Dolayısıyla Navaz Şerif’in aynı 2018’de İmran Han’ın aldığı gibi seçimi pürüzsüz bir biçimde kazanması bekleniyordu.

Pakistan müesses nizamı, yani ordu niye önemli?

Pakistan, ülkenin dünya jeopolitikasında ve küresel siyasetteki yerini ordunun belirlediği ama demokrasinin de bir şekilde işlemesinin kamuoyunda önemli olduğu bir siyasi kültüre sahip. Müesses nizam, güvenlik ve dış politikanın temel kontörlerini kontrol altında tutarken demokratik alan temelde iç politik meselelerin öne çıktığı bir siyaset oyununa sahne oluyor. Gerçi, dinamik bir toplumdan bahsediyoruz ve her toplumda olduğu gibi iç politika-dış politika ayrımı cetvelle çizilmiş gibi yapılamıyor. İç politik meselelerin başında ekonomi ve ekonomik darboğaz geliyor ve ordu, darboğaz kısmıyla ilgilenmeyi atlasa da ekonominin şekillendirilmesinde sözü olsun istiyor. Bunda iki faktör önemli. Öncelikle ordunun, hassas dengelerin üzerinde durduğu unutulmamalı. Pakistan ekonomisinin temel yatırımcıları (Çin, BAE ve Suudi Arabistan) Pakistan ordusunun dostları arasında, ayrıca ordunun ve sivil siyasi elitin jeopolitik nedenlerle (Ortadoğu- Güney Asya’daki dengeleri gözetmek durumunda oldukları için) dost hanesi içerisinde tutmak zorunda oldukları aktörler var: ABD gibi, tutmayı istedikleri aktörler var Türkiye gibi. Dolayısıyla sivil yönetim ekonomik darboğazdan sıyrılmak ya da sürekli dönüşen -orta sınıfın büyüdüğü demografiye- uygun bir ekonomik yönetişim için farklı bölgesel ve küresel aktörlerle farklı derecelerde angaje olurken üzerinde durulan hassas dengenin bekçiliğini üstlendiğini düşünen ordu, “yönetişim adına demokrasiye” ara vermeyi göze alabiliyor.

Ayrıca günümüzde jeopolitik dengeler ve jeoekonomik tercihleri birbirinden ayrı düşünmemizin alanı giderek daraldı. Bu yüzden ekonomik yönetişim asla sadece ekonomiyi yönetmek değil. Pakistan’ın özellikle Afganistan, İran, Hindistan ile yaşadığı güvenlik sorunları, ayrılıkçı ve radikal hareketleri bastırmak için savunma harcamalarını ekonomik olarak daha makul ve sürdürülebilir hale getirmeye, kurabildiği ittifakları yukarıdaki denge üzerinde tutmaya, ama dönüşen ve muhtemelen rakipler ve müttefikler güçlenirken dönüşen jeopolitikada bunu yapmaya ihtiyacı var. Küresel dengeler içerisinde Hindistan ve İran, Pakistan’ın geleneksel rakipleri farklı manevra alanları kazandılar. Bu alanları sağ salim yönetebilecekler mi bu Delhi ve Tahran’ın Çin, Rusya ve ABD ile kurduğu ilişkilere de bağlı. Yani dengeler artık sadece Çin’le dostluk kur, Hindistan’a düşman ol kadar basit değil Pakistan için.

Askeri elitler böyle konularda sivil yönetimleri sorumsuz ya da güvenilmez değilse bile ehil bulmama eğilimindeler. Bu eğilimlerin, Imran Han ile girişilen iktidar savaşı ile sınırlı olduğunu ya da sadece ekonomiyle ilgili olduğunu düşünmek yanlış. Navaz Şerif, geçenlerde yaptığı bir söyleşide ordunun kendisini, enflasyonu kontrol altında tutmasına rağmen neden al aşağı ettiğini hiç anlayamadığını söylemişti mesela. Bennazir Butto’nun da orduyla Pakistan’ın nükleer silahlarını dahi konuşamadığı, daha doğrusu ordunun Butto ile böyle bir sohbeti reddettiği basına yansımıştı. Kısaca bir kısır döngü söz konusu. Pakistan’da askeri elit, bir yandan dış politika ve güvenlik konularındaki bilgisi, tecrübesi ve diplomatik becerileri nedeniyle en güçlü kurumu oluşturmayı sürdürüyor, öte yandan sivil siyaset müdahaleler yüzünden ömrü hayatında ordunun sahip olduğu kurumsallaşmayı hiç tecrübe edemiyor, demokrasi de işleyeceğinden (çünkü Pakistan halkı için demokratik bir ülke olmak önemli) popülizm sivil siyaset için tek çıkış noktasını oluşturuyor. Tabi popülizmi becerebilmek ve popülarite devşirebilmek herkesin harcı değil.

Imran Han bu tabloda nerede duruyor?

Imran Han hem popülist hem de popüler bir siyasetçiydi, hala da taraftarlarına seslenme konusunda son derece başarılı. Gençlere, büyüyen ve kentin örneğin İslamabad’ın sorunları ile uğraşmak zorunda kalan orta sınıfa sesleniyordu, Batı’nın İslami olarak tanımlamaktan hoşlandığı ama aslında popülist milliyetçi bir söyleme sahipti. Hatta bu nedenle, Imran Han devrildiğinde Pakistan-Hindistan normalleşmesinin önü açıldı mı diye sorulmuştu. Navaz Şerif’in bu konuda ılımlı olduğu, zamanında bazı denemelerde bulunduğu da biliniyor. Gerçek konjonktürde ise sadece İmran Han yüzünden değil Hindistan’da Hindu milliyetçiliği çok önemli bir siyasi mobilizasyon aracıyken, bu tür yakınlaşmalar beyin jimnastiğinin ötesine geçmemişti, ama fatura İmran Han’a kesildi. Han’ın söyleminin özellikle Pakistan’ın Körfezdeki bazı dostlarını kırdığı, Çin’in bile fazlasıyla provokatif bulduğu biliniyordu. Afganistan’da kazanan kim oldu sorusunun yanıtı da hala yok. Tüm bunlar Han’ın oyunun dışına atılması için kolaylaştırıcı etmen olmuştur ama bu milliyetçi ton ve daha da önemlisi 2023’ten itibaren siyasi iktidara talip olmaktan hiç vazgeçmediğinin sokaklar tarafından hissedilmesi İmran Han’ın söylemini yerelleştirdi ama bu yerelleşmenin karşılığının da seçimlerde alındığı görülüyor. Yani, müesses nizam dengeyi korudu ama dengeyi bozucu olmakla suçladığı aktörü de siyaset daha güçlendirdi.

Sonuçlardaki sürpriz

Beklenenin aksine ve PTI’nın kriket sopalı logosu seçim pusulalarından kaldırılmasına rağmen Han’ın desteklediği bağımsız adaylar 265 sandalyeli parlamentonun 97’sini kazanmayı başardılar. Müslüman Birliği 76, Pakistan Halk Partisi ise 54 sandalye kazanmayı başardı. Bu başarı görünmez hale getirilmeye çalışılabilir elbette. Zira bağımsız adaylar mevcut partilerden birine katılmadıkça başbakanın kim olacağını belirleyemiyorlar. Hükümeti kurmak için gereken basit çoğunluğa (134 sandalye) kimse ulaşamadı ve kim iktidara doğru yelken açmak istiyorsa koalisyon görüşmeleri yapmak zorunda. Bağımsızların yekpare olarak bu süreçte nasıl davranacakları, yani bir parti kurup kuramayacakları, yasal kısıtlamalar da varken henüz belli değil. Ayrıca ordunun aklında Bilaval Butto’nun dışişleri bakanı olduğu bir formül (zaten geçiş döneminin dışişleri bakanıydı) olduğu da biliniyor. Dolayısıyla MB ve PHP koalisyon ortakları olarak ortaya çıkabilir. Navaz Şerif erken bir galibiyet ilan etmiş, koalisyon görüşmelerine başlayacağını söylemişti. İki partinin ekonomi politikaları tabi birbiriyle uyuşmuyor, sonucun zayıf bir sivil irade güçlü müesses nizam olacağı senaryo bu. Ama PTI desteğinde bağımsızların çoğunluk kazanmasının da bir etkisi olacağı açık. PTI destekçileri protestolar düzenlemeye başladılar bile. Şu anda İmran Han’ın protestoların barışçıl olması çağrısına uyulmuş gözüküyor ama sonuçta İmran Han’a sunulan pazarlığın (siyasetten tamamen çekilmeden serbest kalamazsın) koşullarında Han’ın elini güçlendiren bir unsur oldu seçim. Dahası ordu, rakibini ortadan kaldırmayı başaramadı. Bu rekabet, siyasi alandaki bir rekabetten çok sosyolojik bir rekabet. Elbette her şey değiştiği gibi ordu da değişiyor. Eskiden var olan askeri elit- sivil elit arasındaki sosyolojik uyum bozuluyor. Bu ordunun kurumsal halini, nükleer silahların ve dengenin bekçisi olma halini, güvenlik politikalarını, dış politikayı belirleme merkezi kuvvetlerin mihenk taşı olma halini değiştirmedi ama sokaklara hâkim haleti ruhiyeye karşı daha hassas yaptı. Bir anlamda İmran Han ve ordu aynı Pakistan’a sesleniyorlar ve birinin popüler milliyetçiliği siyasi mazlumluğu ile birleşip işe yarıyor, diğerinin elit milliyetçiliği istenilen sonucu (siyasi normalleşme) üretmiyor. Bu sonuç üzerinden iyi senaryodan daha karamsar senaryoya, pek çok şeyi tartışacağımız günler önümüzdeki günler. Tek bir husus var ki, Pakistan’daki istikrar için çok korkmamızın önüne geçiyor. Şu anda kimse, hiçbir büyük ve bölgesel güç, Ortadoğu böyleyken, Rafah operasyonu bölgeyi patlatabilecekken, Körfez Mısır düşmesin diye çabalarken, ve Afganistan hala sorunlu bir alanken Pakistan’ın istikrarsızlaşmasını istemiyor.