Vakıf Katılım web

MİLLİYETÇİLİĞE "MUHAFAZAKAR" FORMAT

Yaşar İÇEN 09 Tem 2024

Yaşar İÇEN
Tüm Yazıları
Son süreçte Türkiye ve Suriye ekseninde yaşanan "milliyetçi" çıkışları ideolojik duygulardan uzaklaşarak siyaset bilimi gözüyle analiz edelim bugün.

Kayseri ile patlak veren olaylar “Türk Milliyetçiliği” boyutuna çekilmeye çalışılsa da bu olayların bilinçaltında “Suriyeli karşıtlığı” vardı. Ki olaylarla birlikte devam süreçte sosyal medya üzerinden yapılan paylaşımların neredeyse tamamı da “Suriye karşıtlığı” üzerineydi.

Türk, Kürt, Laz, Roman, Çerkez ve daha nicesiyle geniş yelpazede sergilenen “Suriyeli-mülteci-vatandaşlık verilmesi” karşıtı olaylar ve sosyal medya paylaşımları bir anda “Türk Milliyetçiliği” boyutuna çekilmeye çalışıldı bir kesim tarafından. İşte tam da o noktada işin içindekiler bir adım geriye çekildi çünkü mesele “yaşasın Türkler” değildi “ülkemde mülteci/sığınmacı istemiyorum ve vatandaşlık verilmesin” idi. Olayların Türk Milliyetçiliği boyutuna çekilmeye çalışılması devam ederken A Milli Futbol Takımımızın Avusturya’yı 2-1 mağlup ettiği maçtan yansıyan bozkurt işareti herkese soğuk duş etkisi yarattı.

Maçta attığı golün sevincini bozkurt işareti yaparak kutlayan milli futbolcu Merih Demiral bir anda herkesi şok etmişti çünkü Türkiye Futbol Milli Takımımızı doğusuyla-batısıyla, kuzeyiyle-güneyiyle tüm Türkiye ve yurt dışında yaşayan tüm Anadolu insanı izliyordu, destekliyordu, dualar ediyordu. Merih Demiral’ın bozkurt işaretinden sonra ne mi oldu? Son yıllarda iyice kutuplaşan toplumun ayrışma/çekişme listesine yeni bir polemik daha eklenmiş oldu ve bir kesimden de “Türkiye’yi değil Hollanda’yı destekliyorum” paylaşımları yapıldı maalesef.

 

Dünya, savaşlar ve kaoslar eşliğinde cadı kazanlarında kaynatılıyorken 70’lere-80’lere-90’lara dönmeyi reddeden Türkiye insanının zihninde ve kalbinde sadece “vatan-bayrak-gelecek-ortak değerler” var. Yani bu vatandan soy alıp soy vermekle birlikte vatanını sevmek, sahip çıkmak, güçlü kılmak, emek vermek, aidiyet duygularıyla nefes alıp vermek yeterli artık. “İşaretlere değil kalbi iletişime ihtiyacımız var” diyor güncel insan mantığı.

 

Dedim ya dünya üzerinde her şey acılar eşliğinde değişiyor şimdilerde ve beliren sosyolojik tablonun beklentilerini doğru analiz etmek zorunda siyaset camiası. Bu süreç; her şeyin ya revize edilmesini ya da süresi dolanların yenileriyle değiştirilmesini dayatıyor. Yönetimler, sınırlar, ideolojiler, liderler ve siyaset bilimine dair aklınıza gelebilecek her şey bu değişim sürecine tabi olacaktır elbette.

 

Bu süreçte yapılan en büyük hata “güncel milliyetçiliği” eski kodlarla okumaya devam etmektir. Geçmişin milliyetçiliği şimdilerde “aidiyet, değerlere sahip çıkmak ve biz olabilmek” temelinde yükseliyor.

Avrupa’da artan Ortadoğu ve Afrikalı mültecilerin yarattığı ekonomik ve sosyolojik travmalar Avrupalıları direnç geliştirmek adına yan yana getirmesi bunun en net örneğidir. Bu kenetlenme de sağ ve muhafazakar kökenli partileri iktidarlara taşıdı. Bunun son örneği İngiltere. Adı İşçi Partisi olsa da kökeni muhafazakarlık olan siyasi partinin adayı Başbakan oldu.

Bu arada hatırlatmakta fayda var, siyaset bilimine göre “muhafazakarlık” geçmişten gelen tüm toplumsal değerlere sahip çıkmanın tanımı olsa da Türkiye’de muhafazakarlık din merkezli olmakla eşdeğer tutuluyor.

Ben siyaset biliminin dünya kriterlerini takip etmek ve değerlendirmelerimi bu yönde yapmak istiyorum çünkü globali takip etmezsem cümlelerim havada kalacaktır.

Evet muhafazakarlık geçmişten emanet edileni saygıyla muhafaza etmek ve geleceğe layıkıyla teslim etmektir.

 

Dünya yöneticileri ve vatandaşları son yıllarda yüzleşilen sorunlar karşısında oluşumların, kanunların, anlaşmaların, ortaklıkların ve yönetim sistemlerinin çözümsüzlüğü ile acı bir şekilde yüzleşti. Şimdilerde herkes adını henüz koyamadığı “yenilerin” hayalini nakşetmeye çalışıyor hayata.

 

Ve bu yenilenme sürecinden en fazla nasibini alacak olan da milliyetçilik olacak gibi görünüyor. Çoğu insandan işitiyorum “mevcut hiçbir siyasi parti beni tatmin etmiyor yeni bir ideoloji istiyorum” cümlesini. Tüm bu cümlelerin kesiştiği merkez “milliyetçilik değil vatancılık” oluyor.

 

Şimdi gelelim beliren sosyolojik yansımalar eşliğinde “yeni milliyetçilik” beklentilerine cisim kazandırmaya. Benim gördüğüm şu; ırkı değil aidiyeti ve aynı topraktan soy alıp soy vermeyi gözeten, muhafazakar kodlara sahip (dünya anlayışına göre), birlikte hareket etmeyi önemseyen ve tüm bunları yasal yaptırımlarla güçlendiren/koruyan bir çerçeve biçilmeli bundan sonra milliyetçiliğe.

Şayet eski formatta ısrar edilirse ve herkese dair sadece “Türklük” şartı dayatılırsa toplumlara bu durum uzun sürmemekle birlikte ilerleyen süreçte ayrışma-kaos senaryolarına da uygun bir zemin hazırlayacaktır bu gerginlik…