İRAN SEÇİMLERİ: NE BEKLİYORUZ?

Prof. Dr. Vişne KORKMAZ
Tüm Yazıları
İran'da Parlamento ve Uzmanlar Meclisi seçimi 1 Mart'ta gerçekleşti. Bu yazı yazılırken neredeyse gece yarısında olmamıza rağmen oy verme işlemi sona ermemiş, beklendiği üzere oy verme sürecinde uzatmalar ilan edilmişti. Kimseyi şimdilik tatmin etmeyen bir seçimlere katılım oranı ile karşı karşıya olunduğu ve bu oranın yükseltilmesi için çalışıldığı ortada.

Muhtemelen geçen seçimlere yakın, daha kabul edilebilir bir oran yakalandığında ilk sonuçlar da açıklanmaya başlanılacak. Sonuçlar ortada olmadan bir analiz kaleme almak, 1 Mart seçimleri için mümkün, zira haftalardır pek çok uzmanın farklı farklı mecralarda yazdığı üzere bu seçimde reformcuların hem Şura Meclisi hem Uzmanlar Meclisinden silinmesi ya da bir azınlık görüntüsüne sıkıştırılması adeta garantilendi. İran’da siyasi partilerin gücü çok sınırlı ve meclis seçimlerinde aday olmak isteyenler Anayasa Koruyucular Konseyi’nin onayını almak zorundalar. Konseyin, rejimin güvenliğine gölge düşürmeyecek şekilde seçimlere kimin katılıp, kimin siyasi yarışa girebileceğini belirlediği bir gerçeklik altında hareket ediyoruz. 

Müesses nizamdan mesaj var

Kimine göre, rejim güvenliği dediğimiz kısım aslında müesses nizamın güvenliği ve giderek nizam, İran İslam Devriminin İslami devrimci tarafıyla bütünleşmiş, Devrim Muhafızları’nın etkisinin arttığı bir renkte, sert bir biçimde yola devam ettiğini, edeceğini hiçbir kuşkuya (içeride ve dışarıda) yer bırakmayacak şekilde, açıklıkta ilan ediyor. Bu mesaj, 2022 protestolarına rağmen, sokakların çeşitli nedenlerle memnuniyetsizliğine rağmen, başta gençler ve kentli olmak üzere çeşitli sosyal kesimlerin müesses nizama karşı kimi zaman açık, kimi zaman kapalı direnişine rağmen, sürdürülmek zorunda olan askeri kapasite inşası ve vekil savaşların ekonomik yükü, yaptırımların ekonomik yüküne ve bu yükün halkta bıraktığı hoşnutsuzluğa rağmen hiçbir şeyin değişmediği, değiştirilmemesi kararlılığının bugünün İran karar vericileri açısından önemli olduğunu anlatıyor. Bu önem sadece ilkesel nedenlerden kaynaklanmıyor, Tahran için pratik nedenler de söz konusu. Böylece İran, başkalarına bu rejim ile pazarlık yapacağını, bu rejimle normalleşeceğini, bu rejimin bölgedeki stratejik derinliği ile uğraşacağını hatırlatıyor. 

Bu arada da bir alt mesaj olarak Hamaney sonrası -ki kendisi İslam Devrimi’nin ikinci Devrim Rehberi, 35 yıldır bu makamda İran’ın iç ve dış politikasının temel belirleyicisi ve 85 yaşında- Devrim Rehberliği için adı geçen Ruhani gibi isimlere geçit verilmeyeceği de ilan ediliyor. Reisi’nin önünün açıldığını şimdiden ilan edenler de çoğunlukta. Aslında muhafazakârlar arasında kıyasıya bir rekabet olduğu -çünkü pasta şimdi daha anlamlı bir büyüklükte- ve birbirlerinden sertliklerinin derecelerini artırarak ve birbirlerinin kimi kirli çamaşırlarını ortaya sererek ayrıştıkları unutulmamalı. Dolayısıyla Hamaney sonrası hazırlıkların ve nizamın gönlünde yatan bir aslanın olduğu açık ama kazananı ilan etmek için daha erken. Kimlerin kaybettiği ise son derece açık ve bu hatta bir değişiklik olacağına dair bir umut olmadığından reformistlerin yola nasıl devam edebileceğini sorgulamak günün makul sorusu.

 Reformcular neyi başaramadı?

Reformistlerin sistemin siyasal sınırları içerisinde varlık hattı çok daralmış durumda ve nasıl direnebilecekleri ile ilgili fikir ayrılıkları yaşıyorlar. Örneğin, bu seçim öncesi önemli reformist isimlerin bir kısmı seçimleri boykot edeceğini açıkladı, bir kısmı ise seçime katılmasına izin verilen az sayıdaki reformisti destekleyerek, reformcular arasında bir güç birliği oluşturmanın önemli olduğunu söyledi. Boykot, Rejimin ve müesses nizamın seçimlere katılım oranını önemsediği düşünülürse (çünkü İran bir cumhuriyet ve halk iradesinin tecelli etmesi rejimin dayandığı İslam kadar önemli bir meşruiyet kaynağı) siyasi memnuniyetsizliği gösteren önemli bir protesto biçimi ama reformistlerin “reformist” olma özelliğini de zayıflatıyor. Sistemin dışına çıktığınızda ya ununuzu eleyip duvara asmışsınız demektir ya da sistemi reforme etme duruşundan sistem karşıtlığına doğru evrilmişsiniz demektir. Dolayısıyla Devrim Muhafızları ve daha örgütlü hareket etme kabiliyetine sahip muhafazakârlar tarafından çok rahat güvenlikleştirilebilir, kısıtlanabilirsiniz demektir. Reformistlerin (İran da reformun güçlü bir gelenek olduğunu da vurgulayalım) siyasi yarışa girerken ve siyaset oyununu oynarken- ki bu oyun onları ara ara iktidara da taşıdı- hedefleri tabi ki bu değildi, hedefleri rejimi dönüştürürken kendilerini siyasi iktidarda güçlendirmekti.

Bu noktaya odaklanan bazı yorumcular aslında resmin göründüğü kadar entrika dolu bir çetrefillikte, dramatik olmadığını söylüyorlar. Onlara göre Anayasa Koruyucular Konseyi seçim öncesi ortamı ilk kez dizayn etmiyor. Konsey, müdahalelerini dün de birileri için birilerine karşı yapmıştı. Bu yorumcular, Ahmedinejat’ı durduran kimdi, Ruhani’nin önünü açan kimdi diye soruyorlar. Onlara göre reformistlerin uçlara sıkışmasının çok temel bir nedeni var, programlarında başarılı olamadılar, beklentileri doğru çıkmadı. Dolayısıyla reformcuların başarısızlığı bugünün sorunu değil, İran Nükleer Anlaşması beklenen açılımı (Avrupa piyasaları ile bütünleşme, liberal ekonominin getirilerinden faydalanma) sağlayamadığında, muhafazakâr elitin başarılı olunacakmış gibi kendini sınırlamasına, reformcuların önünde kurbanlık siyasi zevat olarak beklemesine gerek kalmadı. 2009 protestoları sisteme karşıt (reformist değil karşıt) varlık gösterilerinin olabileceğini göstermişti, dolayısıyla muhafazakârlar nizamı korumak ve reformistlerin alanını siyaseten daraltacak şekilde hareket etmek için yeterince sebep buldular. 

Çorbada ABD’nin de tuzu var

Batı’nın İran nükleer programı konusunda çuvallamasının faturası genellikle Trump’a kesiliyor. Bilindiği gibi Trump, daha iyi bir anlaşmaya eskisini yırtıp atarak ve yenisi için baskı yaparak, hatta güç kullanarak ulaşabileceğini düşünüyordu- ki olmadı. Ama Trump’ı suçlarken Obama dönemi İran politikasının da sıkıntılı olduğu, geç kalmışlıklar ve dönüştürücü umutlar arasında nükleer meseleye son derece geçici bir çözüm bulduğunu unutmamak gerekiyor. Obama Yönetiminin 2009 Yeşil Hareketi destekleyememesinin temel nedeni reformcuların elini zayıflatmamaktı. Beyaz Saray reformcularla Nükleer Anlaşmayı kotarmak, ekonomik vaatlerin rüzgârı ile -ki bu rüzgâra İran için Irak ve Suriye’de açılan ya da kapatılmayan/kapatılamayan alanı da ekleyelim- İran’da elit içerisinde bir dönüşümün gerçekleşmesini kolaylaştırmak istiyordu. Ancak Obama Yönetimi İran nükleer programının anlaşma ya da başka bir araçla sınırlandırılmasında geç kalındığının, bu yüzden de İran için sıfır zenginleştirmenin artık bir seçenek olmadığının da farkındaydı. İsrailli yetkililer ellerinde bomba karalamaları Kongre kürsülerinde bağırırken, Obama ABD’ye Ortadoğu’da sorunsuz bir 10-15 yıl kazandırdığını düşünüyordu. İran’da yavaş yavaş dönüşüm filan olsa, bakmışsınız 10 yıl 20 yıl, 20 yıl 30 yıl olmuş. 10-15 yıl gibi kısa bir rahatlığa itiraz olacağından, bazıları bomba karalamalarını ciddiye alacağından, dahası bazıları İran müesses nizamının elit dönüşümünü kolay gerçekleştireceğine inanmayacağından, birileri İran’daki elit içi mücadelede takiye kokusu alacağından, Obama söz konusu anlaşmayı bir başkanlık anlaşması düzeyinde başkanın niyetine bağlı olarak tuttu. Trump, anti-elitist popülizmi ile Clinton ve Demokrat Parti dış politikasını süpürdüğünde, İran’a yönelik kuvvet kullanma seçeneğine geri döndüğünde hem İran reformizminin dayandığı Batı’ya açılalım umutlarını yıktı, hem de eski İran’ın bölünebileceği, ABD’nin İran’ın bölünmesini isteyebileceğine dair korkuları yeniden canlandırdı. İran için bu korkular çok yersiz de değil. ABD’nin Ortadoğu’da küçük, mini-minnacık aktörlerle iş tutmayı sevdiğini bilmeyen yok. Bölgenin parça pinçik tutulması, ABD’nin bütüncül bir bölgesel ideoloji ya da bölgesel güçle veya bölgesel güç adaylarıyla, dengeleyicilerle- ABD’nin zihninde İsrail zaten birilerine karşı daimî bir dengeleyici- uğraşma zorunluluğunu ve zorluğunu da ortadan kaldırıyordu. Bir gün sıranın İran’a gelebileceği varsayımı, Tahran’ın milisler aracılığı ile sınırlarının ötesinde savaş vermesinin de temel meşrulaştırıcısı oldu, bu meşrulaştırmanın temel itici gücü, uygulayıcısı Devrim Muhafızları Ordusu da böylece müesses nizam ile özdeşleşti.  

Sözün özü reform uygun konjonktür ister. Bugün İran, vekilleri veya irtibatlı olduğu milisler üzerinden Ortadoğu’da bir güç gösterisine girişmişken, Direniş Cephesi gibi bir adlandırmanın bir ayağını kendisine bir ayağını Filistin davasına bağlamışken, bu bağlantılar üzerinden tüm bölgeye- özellikle de sokaklara seslenebiliyorken- ve tüm bu hatları Devrim Muhafızları üzerinden düğümlerken reformcuların önünü açacak, Devrim Muhafızlarının etkisini kısıtlamasa bile soru işareti ile bırakacak bir seçim dönemi geçiremezdi.