SESSİZ DARBE: MARSHALL PLANI

Sema SEZEN 10 Mar 2018

Sema SEZEN
Tüm Yazıları
Tamam üretiyoruz...

Son 10 yılda hemen her alanda çıkışa geçtik. Her hafta Türk bilim  insanlarının keşiflerini ve yurt dışından aldıkları ödüllerin haberlerini yayımlıyoruz ve  göğsümüz kabarıyor. Özellikle tıp alanında o kadar ilerledik ki dünyanın her köşesinden  doktorlarımıza övgüler yağıyor. Tarım konusunda geriden gidiyorken, devletimizin hibe  desteğiyle çiftçiliğe dönüşler çoğaldı. Yerli savunma sistemlerimiz konusunda liselilerimiz  bile harika icatlar ortaya çıkarıyor. Son yıllarda devletin de desteğiyle gerçekten muhteşem  çıkışlar yapıyoruz. Hatta biz ihtiyacı olan ülkelere hibe desteği sağlıyoruz. Bu başarılar, şu soruyu ortaya çıkarıyor: 1947 yılında önerilen, 1948-1951 yılları arasında yürürlüğe giren, Türkiye’ye sinsice vurulan emperyalist darbelerin en önemlileri arasında yer alan 

ABD’nin Marshall Planı olmasaydı, ne kadar ileriye gitmiştik düşünebiliyor musunuz?

Bir tarih hatırlatması yapalım; ABD Başkanı Harry Truman tarafından 1947 yılında “komünizm  tehdidi” altındaki devletlere (15 Avrupa ülkesi ve Türkiye) “Marshall Yardımı” adı altında  mali ve askeri yardım yaptı. Gerçi biz savaşa girmemiştik ama ekonomimiz yine de kötüydü.  Aynı dönemde yardım yapılan Avrupa ülkelerinin ekonomisi yıllar geçtikçe iyileşirken, Türkiye  hazıra alıştı ve “daha yok mu” diyerek arkasına bakar oldu. ABD’nin muhtaç etme planı nedense  bir tek Türkiye’ye bu kadar zarar vermişti. Biz yoklukta Milli Mücadele döneminde atın  dışkısından arpa tanesi ayıklayıp, ata geri yediren veya un yapan, yoktan var eden bir  milletiz. Peki çalışkan Türk milleti hazıra nasıl alıştırıldı?

Halbuki ‘İstikbal Göklerde’ydi..

Vecihi Hürkuş, 1923’te ilk Türk uçağını imal etmiş, 1925’te “VECİHİ K-VI” adını verdiği  uçağını uçurmuş ve 1930’da da 3 ayda tamamladığı ilk Türk sivil uçağını inşa etmişti. Nuri  Demirağ 1940 ve 1944 yıllarında Türk malı uçaklar yapmış, “Benden bu millet için bir şey  istiyorsanız, en mükemmelini istemelisiniz. Mademki bir millet tayyaresiz yaşayamaz, öyleyse  bu yaşama vasıtasını başkalarının lütfundan beklememeliyiz. Ben bu uçakların fabrikasını yapmaya talibim” diyerek harekete geçmişti. Demirağ, 1936 yılında İstanbul’da modern bir uçak  etüt atölyesi ve memleketi Sivas Divriği’de Türkiye’nin ilk uçak fabrikasını kurdu.  Havacılıkta almış başımızı giderken, ABD, “Marshall Yardımı” adı altında Türkiye’ye 95 milyon  dolarlık savaş malzemesi verdi. ABD’den gelen malzemelere bir bedel ödenmemesine rağmen bu  malzemelerin bakımı için her yıl bütçeden 400 milyon TL aktarıldı.

“Astarı yüzünü geçti”

Aylık Kültür-sanat dergisi Yedikıta, Mart ayı sayısında Truman Doktrini, Marshall Planıínını  ele aldı. Marmara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Çğretim üyesi Prof. Dr. Alaeddin  Yalçınkaya, Marshall Planı Çerçevesinde bedava verilen malzemelerin bakım masraflarını Tuzak  veya sömürü aracı olarak Marshall Yardımı başlığıyla kaleme aldı. ABDínin Marshall Planını  tüm incelikleriyle ele alan Yalçınkaya, en akıllıca tuzaklardan birisi olan silah
yardımıyla ilgili, "Astarı yüzüne geçti. ABD, Marshall Planı çerçevesinde bize birçok askeri  malzemeyi bedava vermiştir. Ancak bunların bakım ve sarf malzemesini ödemekle yükümlü  olmuşuz. Bir müddet sonra, bakım masrafları dikkate alındığında bu silahları parayla almaktan  daha ağır fatura demek zorunda kaldığımızı fark etmişiz; ancak o zamana kadar da hazine  boşalmış." ifadelerini kullanmış.

“Yarın bu millet beni asar”

Öte yandan ABD, Ahmet Emin Yalman’a uçak sanayi konusunda temsilcilik verir. Acentesi olduğu  halde Fransızlar da Yalman’a acentelik verir.. Bu acenteliğin uçaklarını alıp da Nuri  Demirağ’ın uçaklarını almayan 1949’un Hava Kuvvetleri Komutanı şu acı sözleri söyler:  “Amerikan yardımından bedava uçak almak dururken uçak fabrikanıza sipariş verirsem yarın bu  millet beni asar.”

Dolayısıyla sipariş alamayan Nuri Demirağ’ın Eskişehir’de ve İstanbul Beşiktaş’ta kurduğu  uçak fabrikaları kapatılır..

Demir ağlarla öremedik  ana yurdu

Tabii demiryoları da bir kenara bırakılır ve karayollarına yatırım yapılmaya başlanır.  Demiryoları ulaşımda geride kalır ve varlığını sürdürme çabası içine girer ancak yeterli  desteği göremez. Uzatmaya gerek yok, kısacası savunma sanayinden, zeytinyağına, mandıraya, demiryollarına, hava yollarına hatta basma kumaşa (Amerikan bezi hibesi nedeniyle) kadar hemen her milli üretime bu hibeler darbe vurmuş.

NATO üyeliği Türkiye’nin sanayi
alanında yatırım yapmasına mani olmuştu”

Yedikıta Dergisiínde Kırıkkale Üniversitesi Tarih Bilim Öğretim üyesi Prof. Dr. Hamit  Pehlivanlı ise, Marshall Yardımıínın Türkiye'yi bağımlı hale getirmesini ayrıntılı olarak  anlattı. Pehlivanlıínın şu ifadelerini özellikle paylaşmak istiyorum: Tarım, sağlık, gümrük
ve ekonomi bakanlıklarının uçak ihtiyaçlarının olduğu ve sipariş verecekleri mevzubahis edilse de bu vaatler hiçbir zaman tahakkuk etmeyecekti. Zira NATO'ya bağlı ordularla aynı olmak mecburiyeti yüzünden başta uçaklar olmak üzere silah sistemleri hep hibe yolu veya uzun
vadeli kredilerle temin edilmişti. NATO üyeliği, Türkiye'nin uzun yıllar sanayi alanında (kara ve hava savunma sanayii başta olmak ¸zere) yatırımlar yapmasına mani olmuştu.

....

Türkiye 1945-46 yıllarında Sovyet tehdidi ile karşılaştıktan ve Truman Doktrini’nin  ilanından sonra bütün dış politika felsefesini Batı’ya sıkı bağlarla bağlanmak ilkesi üzerine  dayamıştı. Bunun için de Batı’nın kurduğu hemen hemen bütün siyasi, askeri ve ekonomik  kuruluşlara katılmayı amaç edinmişti.

....

Türkiye’nin 1947’den sonraki dış politikasında bazı değişikliklerin başladığını gösteren ilk  belirti, Filistin-İsrail anlaşmazlığı karşısındaki tutumudur. Türkiye bu anlaşmazlıkta,
ABD’den yardım görmeye başlayıncaya kadar, tarihi gerçeklere ve Türkiye’nin çıkarlarına  hizmet eden bir anlayışla Arap devletlerinin görüşlerine paralel ve onları destekleyen bir  politika takip etmekteydi. Ancak yardım görmeye başladıktan sonra ABD’nin bu anlaşmazlık  karşısındaki tutumunun etkisi altında kalarak önce tarafsız kalmıştı. Daha sonra da ABD’yi  küstürmemek adına İsrail’i tanımıştı.

....

Öte yandan 1949’da toplanan Arap devletleri kongresine de “Asyalı değil, Avrupalı” bir devlet  olduğu gerekçesiyle katılmayan Türkiye, yüzünü tamamen Batı’ya dönmüş ve dış politika  hedeflerini Batı’nın dış politika hedefleriyle uyumlu hale getirme yoluna girmişti.”

Suç hep ABD’nin değil mi? ABD’nin, halk diliyle bu “Mareşal Yardımı”yla biz hazırı  sevmişiz... Daha verseler seve seve alacakmışız gibime geliyor. Bu hibelerle ABD, tabiri  caizse, “Balık tutmayı öğrenmeyin, ben size balık veririm” demiş ve biz de ağzımız açık balık  bekler olmuşuz. Aklıma takılan soru ise şu; Eğer o dönem ABD’nin bu hibesini biz de Avrupa  ülkeleri gibi değerlendirip, bunu milli üretime, teknolojide gelişime harcasaydık şu anda  nasıl olurduk? Son 10 yılda Türk bilim insanlarının keşifleri onlarca yıl evvel ortaya çıkmaz  mıydı? O bizi beğenmeyen AB’ye girmeye tenezzül eder miydik be? Umarım Marshall Planı ve  bıraktığı izlerin bize verdiği ders hiç unutulmaz...

....

Bu arada tarih ve kültür alanında ilgiyle okuduğum aylık kültür-sanat dergisinin Mart ayı  sayısını mutlaka okumanızı tavsiye ediyorum. Dergide Marshall Planı’nın haricinde  Azerbaycan’dan İstiklal harbine katılan askerleri anlatan Vuqar Penahov’un yazısını özellikle  okumanızı isterim.

Yedikıta dergisi bu ay ise ek olarak, Semerkant doğumlu, Osmanlı bilim adamı, astronom ve
dilbilimci Ali Kuşçu’nun portresini okuyucuya sunuyor.