Her gün milyarlarca doların döndüğünü belirttiğimiz dünya finans sistemi içinde, faiz, paranın kime ve ne kadar gideceğini gösteren bir trafik işareti konumundadır.

Uzun zamandır kapitalist sisteme eklemlenmiş Müslüman ülkelerde halkın inancı ile ekonomik şartların dayattığı gerçeklik arasında önemli bir çelişki mevcuttur: Faizli bankacılık. Ortalama Müslümanın bildiği veya gelenek içinde öğrendiği şey Allah’ın faizi haram kıldığıdır. Bununla birlikte ülkemizin de içinde bulunduğu ve her gün milyarlarca dolarlık bir hacim içeren dünya finans sistemi faizle işlemektedir. Bu da sıradan Müslümanı bir ikilem içine sokmaktadır: Faizli kredi alıp işletmesini devam ettirirse haram olan faizi ödemiş olacaktır. Öte yandan günaha girmeyip kredi temin edemezse hem kendisi hem de çalışanları ekmeğinden olacaktır. Bugüne kadar bu yaşamsal soruna doğru düzgün bir cevap veren ne bir iktisatçı ne de bir ilâhiyatçı çıkmıştır.

Her gün milyarlarca doların döndüğünü belirttiğimiz dünya finans sistemi içinde, faiz, paranın kime ve ne kadar gideceğini gösteren bir trafik işareti konumundadır. Yani ne faizle olmaktadır, ne de faizsiz. Bugün sizlerle bu konuyu bilgilerim ölçüsünde tartışacağım. Tabii ki, ben bir iktisat profesörüyüm, ilâhiyatçı değilim. Sözlerimden bir fetva anlamı çıkarılmaması gerekir.

DİYANET NE DEDİ?

Faiz meselesi son olarak sıcak bir şekilde Diyanet İşleri Başkanlığının bir fetvasıyla gündeme düştü. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın TOKİ’nin muhtaç vatandaşlarımız için hazırladığı düşük faizli krediyle ev sahibi olma projesinde geçen “kamunun sağladığı ve sosyal fayda / kamu yararı içeren kredilerdeki faiz caizdir” mealindeki fetvası tartışmalara yol açtı. İsterseniz hatırlayalım Diyanet İşleri ne demiş. Diyanet'in sitesinde yer alan “Toplu Konut İdaresi (TOKİ) tarafından uygulanan Sosyal Konut Projesinin dini hükmü nedir?” sorusuna Din İşleri Yüksek Kurulu şu cevabı vermişti:

"İslam'da faiz, kesin olarak haram kılınmıştır. Bir zaruret bulunmadıkça faiz almak da vermek de caiz değildir. İş kurmak veya genişletmek; ev, araba satın almak üzere kişi, kuruluş veya bankalardan alınan faizli krediler de bu kapsamdadır ve caiz değildir. TOKİ aracılığıyla devreye alınan son uygulama ise devletin, alt veya orta gelirli vatandaşlarına yönelik olarak ürettiği bir sosyal konut projesidir. Bu projede, peşinat haricindeki tutar, kamu bankaları vasıtasıyla kredilendirilmekte olup devletin söz konusu borçlandırmadaki amacı, faiz geliri elde etmek değil, aksine ödeme güçlüğü içindeki vatandaşlarının ev sahibi olmalarına yardımcı olmaktır.

Bu itibarla, devlet TOKİ’nin bu uygulamasında başka bir yolla konut alma imkânı tanımadığından, belirtilen niyet ve amaçlar doğrultusunda söz konusu projeden yararlanmak caizdir.”

Diyanetin bu fetvasına tepkiler gecikmedi. Hem köktendinci / geleneksel bakış açısına sahip olanlara hem de “Atatürkçü, laik, çağdaş” olduklarını iddia edenlere göre “Hükümet sırf kendi projesinin kabul görmesi için dini siyasete alet etmiş ve siyasi baskıyla Diyanet’e zorla fetva yayınlatmıştır.” Bunlar işin boş mugalata kısmı. Ben hemen görüşümü söyleyeyim: Diyanet İşleri kedi olalı ilk defa bir fare tutmuştur. Verdiği fetva dar kapsamlı olsa da, önemli bir probleme çözüm üretmektedir. Diyaneti eleştirenler de sadece boş konuşmaktadırlar. Görüşlerimi açıklarken birkaç başlık altında toplayacağım.

HARAM OLAN RİBA FAİZ MİDİR YOKSA FAİZDEN BAŞKA BİR ŞEY MİDİR?

Kur’an – ı Kerîm’de Bakara Suresi 275’inci Ayette yasaklanan faiz değildir ama ribâdır. Ribâ sadece faizle borç vermek değil, ancak buna ek olarak daha genel bir tanımla, bir mal veya hizmet alış verişinde piyasa değerinden daha fazlasının verildiği durumda, ödenen fazlalıktır. Geleneksel ehl-i sünnet ulemasının ortak kanaati bir ticaret işleminde örneğin 100 gram altının karşılığının yine 100 gram altın olduğudur. Bu durumda 100 gram altının karşılığında 101 gram altın alınırsa, buradaki fazlalık ribâ olarak tanımlanır. Ancak bu genişletilmiş tanıma göre, ribâ, etkin bir rekabetin olduğu bir piyasada oluşan normal kârın üstünde elde edilen her türlü aşırı kârı da içerir. Bunu daha da genişletirsek, fahiş kârların yanına fahiş kiraları da ekleyebiliriz.

Kur’an’da genel olarak siyasi ve iktisadi hükümleri veren ayetler Mekke’deki şirk düzenini eleştirir, Allah’ın bu düzeni neden lanetlediğini anlatır. Mekke müşriklerinin içinde bulunduğu siyasi ve iktisadi ortam, bugünkü bankacılıktan çok farklı idi. Mekke Arabistan çöllerinde seyreden kervanların buluştuğu bir ticaret merkezi ve aynı zamanda, Arapların dini merkezlerinden biri idi. Dolayısıyla müşrik Emevi ailesinin liderliğinde bir ticaret ve tefecilik oligarşisi tarafından idare edilirdi. Mekke müşriklerinin finans baronu Ebu Leheb’di. Bu müşrik kodamanı Kur’an’da Leheb Suresi’nde lanetlenmiştir. Allah bu surenin ilk ayetinde “Tebbet yedâ Ebî Leheb’iv – ve tebb / Kırılsın, Ebû Leheb’in eli kırılsın!” derken “yedâ / el” kelimesiyle Ebû Leheb’in fiziki elini değil ama onun kurduğu ve nemalandığı sistemi kastetmektedir. Pekiyi Ebû Leheb’in kurduğu sistem neydi? Anlatalım: Ebû Leheb Mekke ve civarındaki kişilere faizle borç vermekteydi. Eğer bu kişiler borçlarını ödeyemezlerse, onların eşleri ve kızlarını kendine ait genelevlerde zorla çalıştırmaktaydı. Sürekli kervanların durakladığı bir ticaret merkezi olan Mekke’de kervanlardaki muhafızlar ve tüccarlar Ebû Leheb’in genelevlerinde vakit geçirirlerdi. Bu yüzden, bu hakaretamiz duruma düşmemek için bazı borçlular kızlarını canlı canlı toprağa gömmüşlerdi. İşte Allah’ın lanetlediği, kurumsal ve hukuki hiçbir kaideye dayanmayan, bir çeşit mafyanın işlettiği ve fuhuşla iç içe olan, bu zalim ve gaddar yapıdır. Allah bu yapıyı “Ebû Leheb’in eli” olarak tanımlamıştır.

Yine Kur’an’da muhtelif yerlerde Allah kazandıklarını küplere dolduranları, iddihar edenleri, dolayısıyla ellerindeki nakit gelirlerini ve ticari metaları ekonomik dolaşıma sokmayanları, karaborsacılık yapanları şiddetle lanetlemektedir. O takdirde, riba hem tekel gücünü kullanarak malları rekabetçi fiyatın üstünde satanların elde ettiği ekstra geliri, hem hiçbir kural ve kaideye bağlanmadan ve denetim mekanizması olmadan kişiden kişiye verilen krediden elde edilen faiz gelirini (yani tefeci faizini) hem de istifçilik ve karaborsacılıktan elde edilen fahiş gelirleri kapsar. Pekiyi bugünkü anlamda bankacılık sistemi buna uyar mı? Hayır. Bankalar hem uluslararası hem de ulusal denetime tâbi, hükümleri yargı denetiminde olan anlaşmalarla milyonlarca mudiden tasarrufları bir havuzda toplayıp ihtiyaç sahibi işveren ve tüketicilere dağıtan, bunun için insan istihdam eden ve ticaretin akışını kolaylaştıran kurumlardır. En önemlisi, parayı istiflemeyip dolaşıma sunarlar. Küçük tasarrufları toplayıp büyük yatırımları finanse ederler. Firmaların doğru şekilde çalıştırılması için de danışmanlık hizmeti verirler. Hiç Ebû Leheb’in eline / sistemine benziyor mu? Tabiî ki hayır.

Devamı bir sonraki yazıda…