İNSAN VE ESTETİK

Recep GARİP 16 Şub 2024

Recep GARİP
Tüm Yazıları
"Güzelliğin on par'etmez Bu bendeki aşk olmasa Eğlenecek yer bulamaz Bu bendeki köşk olmasa" Âşık Veksel

Seçkin, seçilmiş, beğenilmiş, bediiliği belirlenmiş, güzelliği göze, gönle ve yüze vurmuş olan güzel duygulara, hislere ve kavrayışlara estetik denir. Yaratılmışlar içinde en şerefli, güzel ve erdemli kılınan insandır. İnsan, din ve estetik yaratılış itibariyle birbirinden ayrılmaz. İnsanın yaratma diye bir problemi yoktur, çünkü yaratılandır ve yaratılanlar onun yüzü suyu hürmetine yaratıldığının idrakindedir. İşte sanatvar olan, yaratılmış olan güzelliği araştırmak, bulmak, ifade etmek, öne çıkarmak, güzel, seçkin ve estetik olduğunu belirgin kılmaktır. Varlık âlemi, Allah'ın boyasıyla boyanmıştır. Bunu görebilecek, hissedebilecek, duyabilecek melekelere sahip olmak icap eder. İlk peygamberle başlayan ve son peygamber Hz. Muhammed Mustafa (sav) ile tamamlanan vahiy anlayışımız, eksiği ve fazlası olmayan, asla kaybedilmeyecek, bozulmayacak, herhangi bir harfine, kelimesine, ayetine müdahale edilemeyecek olan Kuran’ı Kerim, hicri 1444 yıldır insanlığa hükmediyor. Bakara suresi 138.ayeti kerimede “Allah'tan daha güzel kim boyayabilir?” deniliyor.

 

Allahın boyasıyla boyanmak”, “Yaşayan Kur'an olmak” estetiğe bakışımızı da netleştirir. Hal, durum, ortam ve eser; şahsiyetin hallerini de elbette yansıtır. Esere baktığınızda size dokunan, size söz söyleyen, ruhunuzu ve aklınızı harekete geçiren bir yönü bulunuyorsa, o eser sizin gönül evinizin bir köşesinde yer bulur. Bu nedenledir ki baktığımız ve gördüğümüz herhangi bir unsur da objektif olabilmek estetik bakışın ilk kuralıdır. Hangi görüşte-düşüncede olunursa olunsun bir esere, bir değere, sanat adı verilen bir kıymete baktığınızda tarafsız olmak, değerlendirmek hakkı teslim etmektir. Eserin estetik, ahlak ve tefekkür yönü sanatkârın durumuyla da orantılıdır. Haleti ruhiye, sohbete, yazıya, hatibin beden diline yansır. Uğraştığımız alan ne olursa olsun bize verilen bir bağışın, ikramın ortaya konulması diye bakmak gerekir. Böyle olursa zuhurat hallerine de boyun eğilmiş olunur. Ruh zuhurat ile bağlantılıdır.

 

İnsan, yaşadığı ortamı, evi, okulu, bahçeyi, mimariyi, çeşmeyi, aynayı, kişileri, kıyafetleri, kitabı, yazıyı, şiiri ve eseri tanzim etmekle, disipline altına almakla, yön ve yol göstermekle belirginleşir. Belirgin olmak; dışındakilere hükmetmek kadar onlara estetik unsurlar katmak, sanat diline dönüştürmek, beğenilen ve güzelliğiyle etkilemek, gölgesinde bırakmak ve dinginlik hissettirmektir. İnsan, eşsizdir, seçkindir ve seçkin olanları fark eder. İnsan, estetik bulduğu varlıkları, manzaraları, eşyaları, ne hoş, ne kadar güzel, müthiş, çok beğendim, çok zarif, insana huzur veriyor ve oldukça seçkin bir çalışma olmuş gibi ifadelerle nitelendirir. Hoşa gitmemiş, renklerdeki göze ve gönle ağırlık veren, dokusu ve düşünce iklimi tedirginlik veren bir eserse sıkıntılı bir çalışma olmuş denilir ve geçilir. Çirkin, kaba, kötü gibi kavramlar dilin ucuna gelip gider. Oysa estetik olan bir eşya, bir sanat eseri, bir tablo ya da tabiatta ve gökyüzünde ressamların, şairlerin, tefekkür ehlinin zikrini, fikrini ve gönlünü güzelleştiren vadiler, şelaleler, ay ve yıldızlar, akıp duran bulutlar insan ruh ve gönlünü güzelleştirmekle kalmaz, dilini çözer, ruhuna şirinlik katar, sohbetini şiirlerle muhabbete dönüştürür. Nadide güllerle, burcu burcu kokan çiçeklerle bezenmiş bir vazo ya da bir mekâna girdiğinizde hafif ve latif bir kokunun ruhunuza dokunuşuyla aklınız kendinden geçerek Peygamber Efendimize salavat getirdiğiniz olmaz mı? Olmalı, olur elbette. İşte güzel olan, hoşa giden, mutlu kılan, eşsiz ve şaheser duygusunu tattıran unsurdur sanat ve estetik denilen şey.                                                      

 

İslam Düşüncesinde Sanat”ında Muhammed Kutub; “Aklı başında ve biraz bilgisi olan herkes bilir ki evrende, yerde ve gökte, karada ve denizde harika bir denge var. Evrendeki ahenk ve düzen aynı zamanda onun güzelliğidir”der ve tefekküre davet eder. Müminun suresi 14.ayette de: Ardından nutfeyi (döllenmiş yumurta) alakaya (rahimde asılıp beslenen embriyo) çeviriyor, alakayı şekilsiz et (görünümünde) yapıyor, bu etten kemikler yaratıyor, daha sonra da kemiklere adale giydiriyoruz; nihayet onu bambaşka bir varlık halinde inşa ediyoruz. Yaratanların en güzeli olan Allah çok yücedir. Alaka; erkeğin spermiyle döllenmiş yumurtadan bir hafta zarfında oluşan hücre topluluğunun rahim cidarına asılıp gömülmüş halidir. Mudga ise, ceninin üzerinde diş izlerini andıran, şekiller taşıyan henüz uzuvları oluşmamış haline denir.” Ömrün en bereketli yönü tefekkürdür.

 

Prof. Dr. Hüsrev Subaşı bir yazısında; “Biçimde, seste, harekette güzel ve estetik olanın algılanabilmesi bu alanlara yönelecek pencerelerin inşa edilmiş olmasına ve gereği gibi açık tutulabilmesine bağlıdır. Beden gibi ruh da beslenmeye muhtaçtır. Bakmak ile görmek aynı şeyler değildir. Ruhu besleyen yüksek hazlar ve güzelliklerdir. Çok güzel bir ezan sesi, bir yanık türkü, güzel bir şarkı, tatlı bir bülbül sesi o sesin geldiği yöne kulak kabartmaya yetmiyorsa, güneşin ufukta batarken oluşturduğu gök mavisinden kızıla sayısız renkler, ya da dünya coğrafyasının vazgeçilmez süsü olan milyonlarca ağacın yapraklarındaki yeşilin tonları, ya da narin ve uzun bir gövdenin tepesine yerleştirilmiş kırmızı gelincik yaprakları kişinin gözüne bir şeyler söylemiyorsa, o kişi için hayatın bir anlamı var mıdır? “Ahsen-i takvîm” çizgisinde yaratılan ve “Eşref-i mahlûkat” olarak nitelenen insanoğlu için hayat, sadece yemek, içmek ve hayvanî arzuları tatminden ibaret olamaz. Para, kadın ve mevki hayatın tek ve yüksek hedefi olmamalıdır. Bunları aşmadan estetik âlemi algılayamayız. Dolayısıyle her alanda olduğu gibi ibadet anlayışı ve estetik açısından da konuya hangi zaviyeden baktığımız önem kazanmaktadır” diyor.

 

Asırlar boyu insanlığın gözünü ve gönlünü hoşnut eden, kaybolup gittiği zannedilirken arkeoloji kazılarıyla yeniden gün yüzüne çıkarılan tarihi eserler gösteriyor ki, insanoğlunun ilmik ilmik işlenmiş kilimler gibi taşa nasıl da anlam kattığını, estetik bir görünüme dönüştürülmesi için gayret ettiğini görmekteyiz. Eski dönemlerdeki bulguların, resimlerin, minyatürlerin, figürlerin, hayat ve bereket ağaçlarının, rengârenk işlenip süslenmiş eşyaların varlığı az değildir. İnsan yalnızca gözleriyle, mimikleriyle tebessüm etmez, en güzel tebessümünü gönlüyle gerçekleştirir. İnsanın sanata ve estetiğe olan düşkünlüğü yaratılışındaki muhteşemliği idrak ettikçe günlerini güzelleştirip zenginleştirmenin yolunu bulmuştur. Sözü Şairimize bırakalım:

“Kim okurdu kim yazardı

Bu düğümü kim çözerdi

Koyun kurt ile gezerdi

Fikri başka başk’ olmasa

 

Güzel yüzün görülmezdi
Bu aşk bende dirilmezdi
Güle kıymet verilmezdi
Âşık ve maşuk olmasa”.