HALKINI DENİZE DÖKEN CUMHURİYET "HALK" PARTİSİ
13 Mart târihli “Batı için deniz bitti mi?” başlıklı yazımda, Avrupa’da “Batı değerleri”ne zıt yönde gerçekleşen ırkçı uygulamaların sebeplerini ve sonuçlarını ele almıştım. Özgürlük, demokrasi, insan hakları, düşünce özgürlüğü, ifâde özgürlüğü gibi değerlerin mucidi ve patronu gibi davranan Avrupa, artık bu değerler konusunda gizlediği ikiyüzlülüğünü saklayamamaktadır. Batı’nın “medeniyet” söyleminin tam bir tiyatro olduğu artık çuvala sığmayan bir mızrak gibidir. Üstü kaval altı şeşhâne misâli, görüntü ve ses olarak demokrat ama, esas itibârıyla ırkçı bir omurgaya bağlı olan Avrupa’da denizin bittiğini görmemek için kör değil gaflet içinde olmak gerektiğini bu yazımda anlatmaya çalışmıştım.
Ya Türkiye’deki Batılıların denizi?
Batı’nın ne olduğunu bilen zâten biliyor. Mehmet Âkif Ersoy’un “tek dişi kalmış canavar” olarak tanımladığı Batı’nın mumu çoktan sönmüştü. Ama ışığını Batı’dan alan “Türkiye’deki Batılılar” için bir umut var mı diye iyimser bir şekilde beklemiyor değildik. Ancak “iki alkış ile gaza gelen çakma kabadayı”ların ağzından dökülen laflar bizim umutlarımızı bitirdi. Denizlerinin de 16 Nisan’da biteceğini anlayan Türkiye’deki Batılılar, kendi milletini denize dökmeyi kendilerinde hak gördüklerini ağızlarından kaçırdılar. Ne yazık ki, özür bile dilemediler.
Oysa bu toprakların irfânına ucundan da olsa sâhip olan insanlar olarak umut beslerken oldukça samimiydik. Zira onlar da bu ülkenin insanı ve berâber yaşamak durumundayız. Onlar denize dökecekleri kendi insanlarını sevmeseler de, bizim öyle bir derdimiz yok. Bu toprakların insanı olmasalar bile, bu devletin vatandaşı oldukları bir gerçektir. Yaradan’a duyduğumuz sevgi yüzünden onları da “seviyoruz”. Başka yere göndermek, denize dökmek niyetinde değiliz. Zira bu kafayla başka yerde yaşama şansları yok.
Ancak 16 Nisan Referandum’u artık sâdece bir halk oylaması değildir; bir “demokrasi laboratuvarı” hâline gelmiştir. Sosyal röntgenler ve MRlar çekilmekte, sosyal kan tahlilleri yapılmakta, mânevî şeker ve tansiyon seviyeleri ölçülmektedir.
Partisinde böyle çakma kabadayıların olduğu bir genel başkanın bu çirkin tavra ne karşılık verdiği târihe kara not olarak düşmüştür. Partisine hâkim olamadığı için ihraç karârı çıkartamamıştır. Bu çakma kabadayılık, CHP’den destek görmekte ve alkış almaktadır. Bunlar göstermektedir ki, 1950’de yelkeni yırtılan CHP için, yoluna kürek mahkumlarını kırbaçlayarak ilerleyen gemi gibi, bürokratik vesâyetle yol almaktayken, artık deniz bitmiştir.
CHP, Avrupa’nın it ve köpekle saldırması gibi, kendi milletine tehditler savurarak gemisini kurtarmaya çalışmaktadır. Plânsız, programsız, siyâset seçeneği sunmadan yol almak isteyen CHP, ateş çemberinde kalmış akrep gibi kendi sokmaktadır.
Yine de çıkmayan candan ümit kesilmez. İlk ismi “Halk Partisi” olan CHP’nin, 16 Nisan’da halktan alacağı cevâbı iyi okuyacağını umut ediyorum.