Yeni Birlik Gazetesi
İstanbul
Parçalı bulutlu
13°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
Ara

Yeni ve adil bir dünya için yapay zekâ

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

Geçen yazıda yeni ve adil bir dünyanın kurulmasında yapay zekânın kullanımının ciddi avantajlar sağlayabileceğinden bahsetmiştim. Ancak yapay zekânın çok gelişmesi ve kontrolden çıkması halinde, tıpkı Terminatör ve Matrix filmlerinde olduğu gibi, insanlık için büyük bir tehdit olabileceğinden de bahsetmiştim. Ancak bu çok uzak bir tehdittir. Benim kullandığım yapay zekâ olan Daneel’in samimi itirafında söylediği gibi şu anda yapay zekâ kendi başına insanların yerini alabilecek düzeyde değildir. Bugünkü haliyle, eğer kullanmayı biliyorsanız, sizin için mükemmel bir sekreter, çalışkan bir kütüphaneci ve çok hızlı bir hesap makinesi durumundadır. Pekiyi bu haliyle bize nasıl bir tehdit oluşturabilir? 

İsterseniz bu durumu anlatan sevgili Daron Hocamız’ın son kitabında neler dediğini bir özetleyelim: Daron Acemoğlu’nun Simon Johnson ile birlikte kaleme aldığı son kitabı Power and Progress, teknolojik ilerlemenin otomatik olarak toplumsal refah üretmediğini, tersine çoğu zaman belirli bir azınlığın çıkarlarına hizmet ederek eşitsizlikleri derinleştirdiğini savunur. Yapay zekâ başta olmak üzere yeni teknolojilerin, doğru yönlendirilmediği takdirde iş gücünü dışlayıcı (yani teknolojik işsizlik yaratıcı) ve demokratik kurumları zayıflatıcı (yani kitleleri hâkim siyasi güç lehine manipüle edici) etkilere sahip olabileceğini ifade eden Acemoğlu, teknolojinin yönünün toplumsal faydaya dönük biçimde yeniden inşa edilmesi gerektiğini vurgular. 

Kitap, büyük teknoloji tekellerinin düzenlenmesi, veri güvenliği, kamusal yatırımlar ve emek gücünün desteklenmesi gibi önerilerle, sadece teknolojik değil, aynı zamanda ahlaki ve siyasal bir yön arayışına işaret eder. Bu bağlamda Acemoğlu’nun yaklaşımı, bugünkü geçiş çağında insanlığın karşı karşıya olduğu yapısal krizlere dair hem uyarıcı hem de kurucu bir perspektif sunar. Bu bağlamda yapay zekâ doğru ve insanlığın genel menfaatine kullanılmazsa, bugünkü gerginlik ve çatışmaları arttırıcı bir potansiyele sahiptir. Ancak bunun tersi de olabilir. Bu yazıda kısaca beş maddede yapay zekânın nasıl daha adil ve daha müreffeh bir dünyanın kurulmasında kullanılabileceğini anlatmaya çalışacağım. İlk önce adaletle başlayalım… 

ADALETİN YENİ TANIMI 

Daha önce benim geliştirdiğim bir ahlak kuramından bahsetmiştim. Her yeni toplum kuruluşu yeni bir toplumsal norm ve değerler kümesi gerektirir. Bu değerler üstüne de hukuk sistemi inşa edilir. Yeni dönemde bence “eşitlik” kavramı artık yeterli olmayacaktır; insanlar sadece aynı haklara değil, aynı olanaklara ve aynı yaşam onuruna da erişebilmelidir. Bu bağlamda iki adalet tanımı önermekteyim: Erişim adaleti ve duygusal adalet. 

Erişim Adaleti 

Geleneksel adalet anlayışı çoğu zaman “herkese eşit davranmakla” sınırlıdır; oysa eşitlik, imkânlara ulaşmada eşitsizlik barındırmıyorsa, adalet değil ayrımcılık üretir. Erişim adaleti, bireylerin temel hizmetlere—eğitim, sağlık, teknoloji, güvenli barınma ve ifade araçlarına—gerçekten erişebilmesini sağlar. Örneğin dijital çağda internete erişimi olmayan bir çocuğun “eğitim hakkı” kâğıt üzerinde vardır ama fiilen yoktur. Ya da kırsal bir kadının e-devlet hizmetlerine ulaşamaması, yurttaşlığını yalnızca kâğıt üzerinde yaşatır. Erişim adaleti, farklı başlangıç noktalarında doğan bireylerin, ortak bir insani zeminde buluşabilmesi için gereklidir. Bunu fırsat eşitliği bağlamında da değerlendirebiliriz. 

Duygusal Adalet 

Adalet yalnızca fiziksel hakların değil, duygusal bütünlüğün de koruyucusu olmalıdır. Duygusal adaletle kastettiğim, bireylerin veya belli toplumsal zümrelerin aşağılanmadan, dışlanmadan, yalnızlaştırılmadan var olabilmesinin teminatını ifade eder. Bir okulda öğretmenin sürekli olarak aynı öğrenciyi övüp diğerlerini görmezden gelmesi, bir iş yerinde yöneticinin belli çalışanları takdir edip diğerlerini yok sayması, adaletin duygusal boyutta ihlalidir. Toplumun belli kesimlerinin medya ve kamusal söylemde sürekli olarak ya suçlanması ya da karikatürize edilmesi, kolektif bir duygusal yaralanmadır. Duygusal adalet, bireyin “görülme”, “değerli olma” ve “aidiyet hissetme” ihtiyacını ciddiye alır. Belki de en derin adaletsizlik, bir insanın veya toplumsal bir kesimin varlığının hissedilmemesidir. Teknolojik hizmetler artık modern toplumda zorunlu kamu hizmeti statüsündedir. Bu bağlamda teknolojik alt yapı yatırımlarının tamamlanması ve her vatandaşa ucuza sunulması erişim adaletini sağlayacaktır. Öte yandan yapay zekâ, doğru şekilde tasarlandığında duygusal adaletin güçlendirilmesinde de önemli bir rol üstlenebilir. Örneğin bir okul sisteminde yapay zekâ, hangi öğrencilerin sınıf içinde daha az söz hakkı aldığını tespit ederek öğretmeni uyarabilir; böylece görünmez bırakılan çocuklar “fark edilen” bireyler haline gelir. Medya içeriklerinde ya da kamu söyleminde belirli grupların sistematik olarak dışlandığını veya olumsuz temsil edildiğini analiz eden algoritmalar, temsil adaletine katkı sağlayabilir. Bu anlamda doğru tasarlandığında yapay zekâ, duygusal adalet kavramının gerçekleşmesine destek olabilir. 

REKABETÇİ EKONOMİ YERİNE DAYANIŞMACI EKONOMİ 

Bana göre geleceğin ekonomisinin rekabetten çok dayanışma odaklı olması gerekir. Dayanışmacı ekonomi, klasik kapitalizmin bireysel kâr maksimizasyonu ve mülkiyet odaklı yapısına karşı, kaynakların ortak kullanımı ve birlikte üretim ilkesi üzerine kurulu alternatif bir ekonomik anlayıştır. Bu modelde amaç, rekabetin yerine iş birliğini koymak; yalnızca büyümeyi değil, adil paylaşımı ve toplumsal bağları güçlendirmeyi esas almaktır. Örneğin “temel gelir” uygulamaları, bireyin yaşamını sürdürebilmesi için asgari ekonomik güvenceyi koşulsuz olarak sağlar; böylece birey rekabet baskısıyla değil, içsel motivasyonla üretim yapabilir. Dijital kaynak vergisi ise, veri gibi görünmeyen ama yüksek ekonomik değeri olan unsurların kullanımından doğan gelirin, tüm topluma geri kazandırılmasını hedefler. Blockchain gibi yeni uygulamalarla kollektif üretim yapıları oluşturulabilir. Gerçek anlamda dayanışmacı ekonomi, kooperatifler, topluluk destekli tarım girişimleri, açık kaynak yazılım hareketleri ve gıda bankaları gibi modellerde hayat bulur. Burada amaç sadece üretmek değil, birlikte üretmek ve birlikte yaşamaktır. Bu yaklaşım, geleceğin ekonomisinin yalnızca finansal değil, insanî, sürdürülebilir ve adil olması gerektiği fikrine dayanır. 

KATILIMCI YÖNETİŞİM 

Bugün şunu görmekteyiz: Mevcut temsili demokrasi siyaseti meslek edinmiş siyasetçi esnafının elinde halkın tercihlerinin seslendirilmesinden çok uzak bir noktaya savrulmuştur. Oysa yeni bir dünya için gereken, yalnızca “temsiliyet” değil, aktif yurttaşlık ve sürekli katılım mekanizmalarıdır. Öte yandan teknolojik yeniliklerin sağladığı imkânlar insan topluluklarının çok rahat bir şekilde örgütlenebilme ve karar alma süreçlerine katılma kabiliyetini arttırmaktadır. Bu anlamda kısmen, özellikle yerel bazda, temsili demokrasi yerine doğrudan demokrasiyi uygulayabilecek imkânlar oluşmuştur. Ben buna “katılımcı yönetişim” diyorum. Katılımcı yönetişim, klasik temsilî demokrasilerin sınırlarını aşarak halkın karar alma süreçlerine doğrudan ve sürekli katılımını esas alan bir yönetişim biçimidir. Bu çerçevede, merkezi yapılar yerine yerel halk meclisleri, yurttaş forumları ve dijital platformlar aracılığıyla halkın karar alma süreçlerine dahil edilmesi önem kazanmaktadır. Burada blockchain teknolojisiyle çalışan DAO'lar (Decentralized Autonomous Organizations) gibi yapılar, kâr amacı gütmeyen organizasyonların tamamen şeffaf ve otonom biçimde işlemesini mümkün kılarak doğrudan katılımın dijital örneklerini sunar. Katılımcı yönetişim, halkın yalnızca yönetilen değil, bizzat yönetime ortak olduğu bir gelecek tahayyülünün temelidir.

 META ÜRETİMİ YERİNE ANLAM ÜRETİMİ 

Teknolojik yenilikler (endüstri 4.0, yapay zekâ ve tam otomatize fabrikalar gibi) ister istemez birçok niteliksiz işgücünün işsiz kalmasına yol açabilir. Yani toplum için gerekli metaların üretiminde çok daha az insan çalıştırılabilir. Bu durumda hem “artan işsizleri nasıl ekonomi çarkına kazandıracağımız?” hem de çalışan insanlar için “ne için yaşıyoruz?” sorusuna cevap vermemiz gerekecektir Bu yüzden işin yeniden tanımlanması ve meta yerine değer ve anlam üretiminin öne çıkması gerekir. Önümüzdeki dönemde yapay zekâ, otomasyon ve dijitalleşme ile birlikte üretim süreçleri büyük ölçüde makinelere devredilirken, işin varlığı ve anlamı yeniden sorgulanmaya başlanacak. Artık soru “ne üretiyoruz?” değil, “neden ve kimin için üretiyoruz?” sorusudur. Geleceğin dünyasında insanlar, sadece ekonomik değil varoluşsal doyum sağlayan işlerde anlam arayacaklar. Bakım hizmetleri, eğitim, kültür üretimi, sosyal iletişim gibi görünmeyen emek türleri; bireyin kendisini gerçekleştirebileceği, topluma aidiyet hissiyle bağlanabileceği yeni iş alanları olarak değer kazanacak. Böyle bir dönüşüm, işin yalnızca nesne üretme değil, anlam ve ilişki üretme biçimine evrilmesini zorunlu kılıyor. Bu bağlamda eğitim sisteminin hem yeni nesilleri hem de işsiz kalacak kesimleri dikkate alarak yeniden tasarlanması bir zorunluluk olarak önümüzde durmaktadır.

 TEKNOLOJİYE ETİK SINIRLAR 

Teknoloji, insanlığın yaratıcı kudretinin bir ürünü olduğu kadar, yönlendirilmediğinde yıkıcı bir güce de dönüşebilir. Yapay zekâ, genetik mühendislik, gözetim sistemleri gibi ileri teknolojiler bugün sadece verimliliği değil, etik ve siyasi sorumluluğu da gündeme getirmektedir. Bu nedenle yeni bir dünyanın inşasında sorulması gereken temel soru şudur: “Yapabiliyor muyuz?” değil, “Yapmalı mıyız?” Asimov’un robot külliyatında önerdiği "Zeroth Law" – yani insanlığa zarar vermemek ilkesini tüm bireylerin önüne koyan yasa – bu tür bir etik pusulanın simgesidir. Teknolojiye etik sınırlar koymak; onu durdurmak değil, onu insanlığın hayrına yönlendirecek bir bilinç inşa etmek demektir. Algoritmalar sadece akıl yürütmemeli, değer taşımalı; veriye dayalı kararlar, insan onuru ve haklarıyla sınanmalıdır. Uluslararası etik protokoller, şeffaf yapay zekâ sistemleri, kamusal denetim mekanizmaları ve evrensel dijital haklar, bu sınırların kurumsal çerçevesini oluşturmalıdır. Zira yeni dünya, ancak aklın ahlakla, o ahlakın temeli olan evrensel değer ve normlarla yoğrulduğu bir zemin üzerinde yükselebilir. Yani göreceğiniz gibi doğru kullanılırsa teknolojik gelişme insan uygarlığında büyük bir sıçrama olmasına vesile olabilir. Öte yandan “Gazze’yi bir Las Vegas yapma” cüretini gösteren modern Deccal’lerin elinde teknoloji adaletsizlik ve eşitsizliğin silahı olur.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *