Yeni Birlik Gazetesi
İstanbul
Orta şiddetli yağmur
7°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
ANKARA
05:38:16
Sahur vaktine kalan
İSTANBUL
05:53:16
Sahur vaktine kalan
Ara

Metafizik: Gerçek ve hakikatten tanrı ve varoluşa…

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

Geçen yazıda fizik bilimindeki (doğruluğu ya da yanlışlığı ispat edilememiş teorik kavramlar etrafında) tartışmaların, aslında, algılanabilir evren dışında da bir varoluşun olabilme ihtimalini açık tuttuğunu yazmıştım. Tartışma özetle şuydu: Eğer gözlemlenebilen evrendeki kuvvetler tek bir kanunla açıklanabilirse (aralarında ufak farklarla Birleşik Alan Teorisi veya Herşeyin Teorisi) ki, bu gerekli bir sonuçtur, o zaman bunun olabilmesi için en azından 11 boyutlu bir evrene (Sicim Teorisi) ihtiyaç vardır. 11 boyut 10 boyut artı 1 zaman boyutundan oluşur. Bu evrendeki kuvvetlerin tek bir kanunla açıklanabilmesi için, yani bu kanunların güzellik ve uyum içinde olabilmesi için, olması gereken en az 11 boyutlu bir evrendir. Daha fazla boyut da içerebilir. 

Geçen yazının başlangıcında gerçek ve hakikatten bahsetmiştim. Gerçek ve hakikat, çoğu zaman, Türkçede birbiri yerine kullandığımız ve yakın anlam içeren kelimelerdir. Burada ben bu iki kavramı, geçen yazıdaki tartışmanın bağlamında, algılanabilen olgular ve algılanamayan olguları da içeren tüm olgular anlamında kullanacağım. Geçen yazıdan bildiğimiz gibi, bizim algımız üç boyut (en – boy – yükseklik, yani mekân) ve zamandan oluşan, fizikçilerin uzay-zaman adıyla kavramsallaştırdığı, dört boyutlu evrenle sınırlıdır. Ancak yine fizikçilerin matematiksel denklemlerle var olmasını zorunlu olarak gördükleri evren en az 11 boyutlu olmalıdır. O zaman, biz gözlemlenen verilerin tamamına erişebilsek ve bunlardan elden ettiğimiz enformasyonu bilimsel bilgiye dönüştürebilsek bile evrendeki tüm varoluşu açıklayamayız.

 İşte bence “gerçek” duyularımızla algılayabileceğimiz dört boyutlu evrendeki varoluşu tanımlarken, “hakikat” algıladıklarımız kadar duyularımızla algılayamadığımız olguları da içeren 11 (veya daha fazla) boyutlu evrendeki varoluş anlamına gelir. Pekiyi şöyle bir soru soralım: Algılayamayacağımız boyutlarda ne olup bittiğinden bize ne? Algılayamayacağımız şeyler bizi ilgilendirmez ki? Bu kafasını kuma gömen devekuşu sendromudur. Yani merhum Cumhurbaşkanımız Demirel’in ifadesiyle: “Meseleleri mesele etmekten vazgeçersek, mesele kalmaz!” Halbuki, evrende algılayamadığımız olgu ve süreçlerin bizim algılayabileceğimiz sonuçları olur. Çünkü biz de esasında 11 (veya daha fazla) boyutlu bir evrendeyiz ancak bunun sadece bir kısmını (4 boyut) algılayabiliriz. Bunun küre sembolizmasıyla anlatalım. 

BİR YÜZEYİN İÇİNDEN GEÇEN KÜRE 

Lisede gördüğünüz analitik geometri derslerinden hatırlayalım. İki boyutlu bir uzay aslında bir yüzeydir. Bu iki boyutlu uzayda yaşayan örneğin üçgen ve kare şeklinde canlılar olsun. Sonra üç boyutlu küre şeklinde bir cismin bu yüzeyin içinden geçtiğini düşünelim. Küre yüzeye ilk temas ettiğinde yüzeyde nasıl görünecektir? Bir nokta olarak. Küre yüzeyden geçmeye devam ettikçe büyüyen bir daire olarak görünecektir. Kürenin en geniş yerine geldiğinde daire de en geniş halini alacaktır. Küre geçmeye devam ettikçe bu sefer üçgen ve kare şeklindeki canlılar için daire küçülmeye başlayacaktır. En nihayetinde küre yüzeyden çıkarken son dokunuşu bir nokta olacaktır. “Hakikat” yüzeyin içinden belli bir hız ve belli süre içinde geçen belli hacimde bir küredir. Üçgen ve kare şeklindeki canlılara göre ise “gerçek” bir anda yoktan var olan bir noktanın belli bir süre büyüyen bir daireye dönüşmesi, daha sonra ise, bu dairenin aynı hızla bir nokta oluncaya kadar küçülerek en sonunda yok olmasıdır. Buradan anlayabiliriz ki, “gerçek” “hakikatin” sınırlı boyutlardaki bir evrende yansımasıdır. 

EVRENİN VE İNSANIN HAKİKATİ: TANRI VE RUH

 İnsanlar öteden beri doğada anlayamadıkları ve tanımlayamadıkları olgu ve süreçleri tabiat üstü güçlere, yani tanrılara atfetmişlerdir. Yine, ta eski çağlardan beri, insanlar bir şekilde kendilerinde kendilerini bu tanrılara bağlayan, yaşamlarını sağlayan bir öz olduğuna inandılar: ruh… Tabii ki, ne tanrılar ne ruh gözle görülmez ve kulakla duyulmazdı… İnsanların evrende tanımlayamadıkları ve anlayamadıkları olgular olduğu müddetçe tanrılara ve ruha inanç kuvvetle devam etti. Gözlemlenebilen olgulara dayalı veriler, bu verilerin sağladığı enformasyon ve bu enformasyonun bilimsel bilgiye dönüşmesi doğadaki olguları tanımlama ve algılamamızı sağlar. Özellikle Aydınlanma Çağından bu yana, yani yaklaşık 300 senedir, bilimsel bilgiyle “gerçeği” hemen hemen açıklayabilir hale geldik. Bu yüzden insanların çoğu için tanımlanamaz veya açıklanamaz bir gizem kalmamıştır. Böyle olunca, günümüz insanı için, Tanrı’ya ve doğal olarak Ruha olan ihtiyaç git gide azalmaktadır. Ancak yukarıda verdiğim örneği düşünürsek, bizler bilimsel bilgiyle kendi evrenlerinden geçen küreyi değil onun yansıması olan yoktan var olan bir nokta, sonra bir yere kadar büyüyüp bir yerden sonra nokta oluncaya kadar küçülen ve en sonunda yok olan daireyi gören iki boyutlu canlılara benziyoruz. Pekiyi bir adım daha ileri gidelim: Eğer o canlılar da iki boyutlu değil üç boyutlu şekillerse, ancak duyuları sadece iki boyutu algılayabiliyorsa, bu takdirde kendilerini de bütün hakikatleriyle algılayamazlar. Örneğin kare şeklindeki canlılardan birisinin hakikatte ters çevrilmiş bir piramit olduğunu düşünelim. Bu piramit yüzeye ilk temas ettiğinde iki boyutlu bir yüzeyde bir nokta olarak algılanır, kendisi de kendisini böyle algılar. Sonra, piramit yüzeyden geçmeye devam ettikçe nokta büyüyen bir kareye dönüşür, sorsanız, piramit kendini büyüyen bir kare olarak tanımlayacaktır. Piramit yüzeyden çıktığında kare birden yok olur. Piramide sorsanız, artık kendi varlığını algılayamaz, çünkü ölmüştür. Ya biz dört boyutlu canlılar değil de çok boyutlu varlıklarsak? Evren de çok boyutlu bir evrense? Bu ihtimal dışı değildir, hatta Sicim Teorisine göre, zorunludur. O zaman duyularımızın dışında kalan hakikati nasıl anlayabiliriz? İşte metafizik duyularımızın ötesini algılayabilme sanatıdır. 

EFLATUN, PLOTINOS, KABALA VE TASAVVUF: SONSUZ VE SINIRSIZ BİRDEN DAĞILAN IŞIK 

Burada birçok yazımda belirttiğim gibi ben Hanefi – Maturidi bir Müslüman’ım. Aynı zamanda kendimi Anadolu Erenleri’nin tebliğ ettiği tasavvuf irfanına yakın görmekteyim. Tabii bizimki, ilm-el yakîndir, yani kitaplardan okuduğum bilgilere dayanmaktayım. Ancak ayn-el yakîn, yani tasavvuf ehline dost olan, onların ahvalini gözleriyle görenler de vardır. Bir de hakk-el yakîn olanlar vardır ki, onlar bizatihi bu irfanı yaşayarak öğrenirler. İşte, insanlığın kadîm irfan okulları, insanların evrenin hakikatini, yani Yaratıcı, Kadir-i Mutlak, evrenin ışığı ve sonsuz bilgisi olan Tanrıyı anlayabilmek için ilk önce kendi hakikatlerini, yani o Yaratıcı varlığın bizim varlığımızdaki yansıması olan Ruhu’muzu anlamaları gerektiğini söylerler. Tıpkı kendini iki boyutlu kare ve ölümlü olarak gören piramit şeklindeki varlığın kendi hakikatini anlaması için duyularının yol açtığı sınır ve yanılsamalardan kurtulması gerektiği gibi… Bunun için bu dünyayı tanımamıza yol açan duyuların bize sunduğu servet, şöhret ve şehvet üçgeninden, bunlara duyduğumuz istekten sıyrılmamız gerekir. Klasik filozof Eflâtun ve onun Hellenistik çağdaki takipçisi Plotinos her şeyin sonsuz Sevgi, sonsuz Bilgi ve sonsuz Işık olarak tanımladıkları Bir’in sınırlı boyutlardaki yansımaları olduğunu söylerler. Evren (veya evrenler) bu sonsuz Bir’den sudûr eden (Farabi ve İbn-i Sina’nın kavramı), taşan (Kabalacı mistiklerin kavramı) daha düşük seviyedeki gerçekliklerdir. En yüksek gerçeklik bölünemez, ayrılamaz olan BİR’dir. İslâm tasavvufunda Evren Allah-ü Azimüşşan’ın nurundan yaratılmıştır ki, Nur Suresi 35’inci ayette “Allah göklerin ve yerin Nurudur / Işığıdır!” buyrulur. Bu anlamda Evren Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellilerinden, sudûrundan veya yansımasından oluşur. Benzeri şekilde Yahudi mistisizmi olan Kabbala’da da, gözlemlenebilen evren Allah’ın isimleri, sıfatları ve sonsuz ışığının kademe kademe tecellileri olan Sefirot’larla açıklanır. Gözlemleyebildiğimiz Evren, yani “gerçek” son kademedeki Sefirot “Malkut’la” açıklanır. Hakikat ise On sefirotun tamamı ve onların kaynağı olan Tanrısal Işıktır. Çok mu ağır oldu? Şimdilik bu kadar yeter… İnşallah Plotinos ve Yeni Eflatunculuk’la ilgili bir yazıyla bu konuya devam ederiz…

Yorumlar
Aşağıdaki görselde işlemin sonucu kaçtır?
Captcha Image
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *