Temcit pilavı…
Los Angeles günlerdir alevlerle boğuşuyor. Herkes bu korkunç yangının etkilerini konuşuyor, ama yangın sadece şehri değil, Hollywood’u da vurdu. Oscar adayları geçen hafta açıklanacaktı, ama tarih iki kez ertelendi. Şimdi bir de ödül töreninin ertelenmesi gündemde. Bu karmaşa devam ederken, adaylıkları cepte görülen bazı filmleri özellikle yazmak istedim.
İlk film “The Brutalist”… 2. Dünya Savaşı’nı konu alıyor. Hollywood bu tarz hikayelere bayılır… Çünkü “Dünya Savaşı filmleri her zaman tutar” algısı var. Bu düşünce doğru ama bir noktadan sonra insan benzer hikayeleri izlemekten sıkılıyor. Artık kimse risk almıyor, kimse farklı bir bakış açısı sunmuyor. Eskiden Hollywood dünyaya ilham verirdi, şimdi sadece geçmiş başarılarını tekrar ediyor. Sonra bir de “Conclave” var. Ralph Fiennes başrolde. Konu yine Vatikan, kilise entrikaları...
Bu tür hikayeleri ilk izlediğimiz zamanlar heyecanlanırdık, fakat artık o heyecanın yerinde yeller esiyor. Yeni konu bulamayan yapımcıların, “Akademi hangi kafayı seviyor?” mantalitesi ile çektiği filmler listesinde Vatikan, ilk üçe giriyor. Dolayısıyla Hollywood, temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp önümüze aynı yemeği koyuyor.
Diğer adaylar…
“Emilia Pérez” filmi, toplumsal cinsiyet meselelerine odaklanıyor. Kadına şiddet ve günümüzde yaşadığı zorluklar gibi önemli temalara değiniyor. Ama anlatım biçimi o kadar tahmin edilebilir ki filmin etkisi azalıyor. İzlemediyseniz lütfen “Parasite”i izleyin ve görün! Kore sineması bu tür meseleleri işlerken ne kadar yaratıcı. Hikaye sizi içine çekiyor, şaşırtıyor, sarsıyor. Görüyorum ki Hollywood’un buna cesareti yok artık. Son olarak, “A Complete Unknown”. Timothée Chalamet Bob Dylan’ı canlandırıyor. Yine yeni yeniden bir biyografi! Biyografik yapımlar artık kabak tadı veren bir tür haline geldi.
“Bir ünlü al, hayatını anlat, yıldız bir oyuncu koy.” Bu kadar. Nerede o eski Hollywood’un özgünlüğü? Nerede o aylarca konuşulan, defalarca izlenen yapımları? Eskiden her yıl sinemaya damga vuran, farklı hikayeler anlatan filmler çıkardı. Şimdi ise yaratıcı işler görmek için bağımsız yapımlara ya da Kore filmlerine bakmamız gerekiyor. İşin Aslı astarı; Hollywood bu kadar benzer, yaratıcılıktan uzak, korkakça işler çıkardığı sürece; Oscar da haklı olarak adaylarını en bildiği, en güvendiği yapımlar üzerinden seçecek. Hollywood’un bir an evvel üstündeki ölü toprağı silkeleyip ayağa kalması gerekiyor. Yoksa iş işten geçmiş olacak.
Yurttan haberler!
Ayvalık, bu yıl ilk kez düzenlenecek Kış Festivali’ne ev sahipliği yapıyor! 29 Ocak – 2 Şubat tarihleri arasında gerçekleşecek festivalde, dünya çapında önemli festivallerde prömiyer yapmış, ödüller kazanmış ve Altın Küre, BAFTA, Oscar gibi prestijli ödüllerde adını duyurmuş filmler izleyiciyle buluşacak.
Festivalde Angelina Jolie ve Haluk Bilginer’in başrolde olduğu “Maria”, Nicole Kidman’ın performansıyla dikkat çeken “Babygirl ve Kate Winslet’a ödül adaylıkları getiren “Lee gibi yapımlar yer alıyor. Yerli yapımlarda ise Ümit Ünal’ın yönettiği “Evcilik”, Ege’de geçen samimi bir hikaye... Nejat İşler ve Deniz Işın gibi güçlü isimler kadroda. Murat Fıratoğlu’nun “Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri” ise kara mizah sevenler için kaçırılmayacak bir seçenek.
Gerilim sevenler, Bergüzar Korel ve Bige Önal’ın başrolde olduğu “On Saniye” filmini kaçırmasınlar. Ve “Döngü”; İstanbul’un kenar mahallelerinden dokunaklı bir hikaye anlatıyor.
