Yeni Birlik Gazetesi
İstanbul
Açık
15°
Adana
Adıyaman
Afyonkarahisar
Ağrı
Amasya
Ankara
Antalya
Artvin
Aydın
Balıkesir
Bilecik
Bingöl
Bitlis
Bolu
Burdur
Bursa
Çanakkale
Çankırı
Çorum
Denizli
Diyarbakır
Edirne
Elazığ
Erzincan
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Gümüşhane
Hakkari
Hatay
Isparta
Mersin
İstanbul
İzmir
Kars
Kastamonu
Kayseri
Kırklareli
Kırşehir
Kocaeli
Konya
Kütahya
Malatya
Manisa
Kahramanmaraş
Mardin
Muğla
Muş
Nevşehir
Niğde
Ordu
Rize
Sakarya
Samsun
Siirt
Sinop
Sivas
Tekirdağ
Tokat
Trabzon
Tunceli
Şanlıurfa
Uşak
Van
Yozgat
Zonguldak
Aksaray
Bayburt
Karaman
Kırıkkale
Batman
Şırnak
Bartın
Ardahan
Iğdır
Yalova
Karabük
Kilis
Osmaniye
Düzce
Ara

Günlerin İzi - I

YAYINLAMA: | GÜNCELLEME:

5 Nisan 99 – İstiklal Caddesi   

Elli beş yaşlarında bir adamcağız sergi salonunun kapısından içeri giriyor. Bir atmış boylarında esmer, kilosu boyuyla özdeş duruyor. Dinç ve diri. Bitkin ve yorgun hali yok. Gözleri parlak sakalı gür çoğu siyah, azı beyaz. Bakışları muammalı. Esmer, buğday tenli. Önce selam veriyor. Alıyorum selamını. Buyur otur amca diyorum. Olur diyor ve oturuyor. Kalkıp çay getiriyorum. Teşekkür edip içiyor. Hiç tedirgin değil. Hiç yapmacık tarafı yok. Çok saf, çok nezih bakışlı. Kılık kıyafeti sattığı çoraplarından anlaşılabilir. Üç çift çorap alıyorum. Resimleri geziyor. Tebrik ve dua ediyor.   

İsmini soruyorum. Fikri Ömer Öztürk, eski denizcilerdenim ve Kastamonuluyum diyor. Evim var Gaziosmanpaşa’da oturuyorum. Çorap satıyorum diyor demesine de söze devam ediyor; Çorap işin bahanesi evlat. Sen anlarsın diye sözü ilave ediyor. Ben neyi ne kadar anlayabilmişimdir ki? Asıl mesele, işin sırrı da bu değil midir? Anlamak, tanımak ve bilmekle yan yana durmaz mı dersiniz? 

Hani derler ya gördüğünü hor görme. Sakın ola küçümseme. Zahir seni aldatmasın evlat denilmemiş midir? Sığınıyorum O’na. Hor görmedim kimseyi. Bildim kalbi kırıklara, gönlü yaralılara Rabbim daha yakındır. Fikri amcayı da belki Hızır’dır diye düşünmedim değil. İçimde incecikten bir hoşluk oluverdi. Belki de çok saf bir tarafımdır benim. Ama olsun, bir amca gelip selam verdi. Oturup tanıştık ve çay ikram ettim ona. Alışveriş yaptık. Telefonunu verdi bana. Ne zaman sıkışırsan ara dedi. 

Telefonumu aldı. Siz olsaydınız nasıl davranırdınız. Yoksa başka türlü mü? Ben yine gelse aynı şekliyle davranır daha fazla ihtimam gösterirdim. Yine hürmet, yine hizmet ve yine ikramlarda bulunurdum. Sonra yolcu ederken gözlerimin içine bakarak görüşeceğiz evlat dedi. Bende inşallah Fikri amca dedim. Dedim demesine de bir parçamı sandım alıp götürdü. Gitti, ardı sıra baktım öylece. O şimdi kim bilir nerelerde çorap satıyordur? “Maksat çorap satmak değil evlat” demişti ya aklım hep o belirgin cümlede kaldı. Öylece akıp gitti ırmak.  

6 Nisan 99 – İstiklal Caddesi   

Bugün yine yorgunum. Yine sergideyim ve yine okuyorum. Okuyorum dedim ya bildim bileli okuyorum çok şükür. Bakınız yanımdaki dostlarımı tanıştırmalıyım size. Olur ya sizler de daha çok okursunuz. İlki Nuri Pakdil Ustamız. “Kalbimin Üstünde Bir Avuç Güneş” diyor. Sonra sorular soruyor. Ben kendim sorular sormak istiyorum size: Niçin yürüyorsunuz, niçin maviyi, yeşili, beyazı seviyorsunuz? Çocukları, çiçekleri, kelebekleri, şiiri, kitabı sevmiyor musunuz yoksa? Yoksa kitap okumuyor musunuz? Niçin? En son ne zaman okumuştunuz? En son ne zaman? En son ne? En son? En? Pakdil Usta diyor ki: “Düşünmüyorlarsa direnmeleri bir yerde durur.”   

İkinci dostum Şair Necip Eylice; Kahramanmaraş, Andırın 1956 doğumlu. Edebiyat dergisinde yazdı. “Batı Topu” ve “İkindi Tayfaları” isimli kitapları bulunuyor. 

İkindi Tayfaları’na Zati’nin şu beytini koymuş: 

“Garibem gurbete düştüm gönül avare yârim yok 

Benim ah itdüğüm ayb eylemem kimi ihtiyarım yok”.   

“Anılar I” isimli şiirde şöyle söylüyor:             

“Büyük kent             

İstanbul’dayız             

Kuşluk vakti üçümüz             

Martılı bir denizde             

Müthiş yolcularız…” 

“Görüşmeciler I” de ise şöyle söyler Evlice: “İnsan, bir kez yerinden kopmaya görsün, olmadık karanlıklar giriyor araya”. Sonra “Sayrılar I” geliyor. Ve Sayrılarda “İşte gecelerin bu geç vakitlerinde sayrıdan sayrıya geçen tek acıdır. Gözyaşlarının şeffaf boncuklar gibi yanaklarına aşağı süzüldüğünü görürseniz birinin, cız etmez mi içimizin bir yerleri?” Sevgili Necip, cız edip duruyor içimiz. Sürekli cız ediyor. Cız etmeyen hangi anımız, yanımız var ki? En azından kanayan, cız eden, acıyan bir yerlerimiz var. Ve insan olduğumuzun farkındayız böylece. Sen, ben, hepimizin bir yerlerinde ağrımalar oldukça yaşamın bizim için anlamı biraz daha belirginleşiyor. Şu an “Kosova” var. Her yanımız yara. Her yanımız kan. Dün “Bosna” vardı. “Çeçenistan” vardı. “Afganistan, Filistin” hala var. Körfezde kan akıyor durmadan. Burada şöyle bir cümle girmeli: Cız, cız yüreğim. Cız cız yüreğim, cız cız yüreğim. Yüreğim cız cız. Yüreğim cız cız. Yüreğim. Ah yüreğim ah.  

Aynı Güne Ek:   

Atmış yaşlarında bir bay geldi. Gözlüklü. Bunun da sakalı ağarmış. Şair olduğunu söyledi. Sarhoştu ve içki kokuyordu. Şarap almak için bir miktar para istiyordu. Saçları geriye doğru taranmıştı. Sonra Josef diye bir şairden söz etti. Burası İstanbul, Beyoğlu ve İstiklal Caddesi. Esmer yüzünde buğdayın hâkimiyeti iyice oturmuştu. Bıyıkları gür ve sarhoştu. Burası İstanbul. İki bine bir kala kültür-sanatın geldiği çizgi. Sanatın kale alınmadığı, sanatçının itibarının olmadığı bir yüzyılın son sekiz ayı.  

 Yine de umudu en başa alarak her gün için yeni umutlar bulundurmaktayım. Her sabah yepyeni bir gün ile yenilenmiş çiçeklerim var iç cebimde. Çocuklara verilecek şekerlerim var.  Yeni haberlerim var. Aslında her bakışta yepyeni değil midir? Cahit Zarifoğlu’nun söylediği gibi: “Beyaz haberlerim var size kardeşlerim.” Şu sıralar şiir okuduğu için Sevgili dostumuz Recep Tayyip Erdoğan içerde bulunuyor. İstanbul’u yorumlamış sesiyle Tayyip Bey. Televizyonlarda kliplerini izliyoruz. Biraz dramatik, biraz hüzün, biraz kırılmışlık hissi var sesinde. Reis salonlarda şiir okurken coşardı eskiden. Nedense kasette okuyuşu hüzünlü geliyor ve dokunuyor yüreğime. Sen olsaydın hüzünsüz okuyabilir miydin Recep Garip?   

1 Temmuz 2006 - Ankara   

Şair Arif Ay; Şiiri yaşayan, yaşadığını şiirleştiren güzel adamlardan biri. Dede Korkut’un en genci: Masal ustası. Bir bahar ırmağı: Akarken bulanan ve durulan; yüce dağların kar suyu. Bir erik ağacı: İvedi çiçek açan; can eriği. Girişken: Her şeyde pratik uygulayıcı. Özgürlüğe âşıktı; Dağı, rüzgârı, denizi, bir de rüyaları vardı” diyor. “Şiir ırmağımızın zarif koluydun Dağlar ovalar vadiler aştın Bulandın duruldun sonsuzluk denizine kavuştun Göğsümde bir küçük derya buldum Kabına sığmaz bir ceylan yoldaşım Neylerim ah neylerim Ölüm düğünlerine gidip gelmekten Kına tutmaz oldu ellerim”   

1 Ocak 2025 – İstanbul   

Uzun yıllar hasretle beklenen zincirler kırılıp Ayasofya İbadete açıldı. Suriye’de yeni dönem başladı, Şam Emevi Camiinde (Ulu Camide) şükür, vakit ve Cuma namazları kılındı elhamdülillah. İstanbul'da Galata köprüsü üzerinde, Eminönü’ de yüzbinler Kudüs'e, Gazze’ye, Filistin’e özgürlük dedi. Sıra Mescidi Aksa’nın ve Doğu Türkistan’ın özgürlüğündedir.

Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *