ARTIK SIRA İNSAN TİPİNDE
Bir insanın belli bir kültürü benimsemesi ve uygulaması için o kültürü içselleştirmiş olması gerekir. Bunun için de en az üç nesil gerekmektedir. Goethe atfedilen şu söz meseleyi özetlemektedir: “Bir kişinin gerçek anlamda üniversite mezunu olabilmesi için dedesinin üniversite mezunu olması gerekir.” Yâni mesele, ilkokul mezunu bir anne-babanın çocuğu olarak diploma almakla bitmemektedir. Bitmek bir yana, daha yeni başlamaktadır ve devam etmesi gerekir. Yâni popüler kavramla söylersek, “sürdürebilir” olması gerekir.
Bu örneği sosyo-ekonomik zemine de uygulayabiliriz. Maddî
olarak “zengin olmak”, bir gecede piyangodan büyük ikrâmiyeyi kazanmakla mümkün
olabilir. Ama “sonradan görme” olmamak için o zenginliğin parasal karşılığının
ötesinde, yaşam tarzı, tüketim anlayışı ve bunların sürdürülmesi gerekir. Başka
bir deyişle, bankada milyonları olan birinin rûhu henüz kültürel olarak zengin
olamamışsa, sâdece köye ev yaptırmaktan, pahalı eşyalar kullanmaktan,
“desinler” diye puro ve viski içmekten ileri gidemez.
Kültür kavramının “yaşam tarzı” anlamının yanında,
“sanatsal” faaliyetler, harcamalar ve yatırımlar anlamındaki karşılığı,
zenginliğin gerçek mânâda ortaya çıkması demektir. Sanayi Devrimi’nden sonra
ortaya çıkan burjuva sınıfının, ancak üç dört nesil sonra dedesi veya babası
adına müze açması, okul kurması veya hastâne yaptırması bunun bir örneğidir.
Bir nesil önce köylü sınıfındayken şehre gelip burjuva olan bir Avrupalının
müze, okul, hastane açma, sanat eserlerinin koleksiyonculuğunu yanma gibi bir
derdi yoktu.
Aynı süreç Türkiye’de de benzer aşamalardan geçmiş ve
geçmektedir. Koç Holding’in kurucusu Vehbi Koç’un önceliği fabrika kurmaktı.
Rahmi Koç Müzesi açılışında Rahmi Koç’un şu sözleri dikkat çekicidir: “Babam
olsaydı, ne gerek var müzeye, fabrika açın derdi.” Koç Holding bünyesinde bir
müze açmak üçüncü nesil olan merhum Mustafa Koç’un döneminde gerçekleşti.
Hacı Ömer Sabancı’nın aklından da bir üniversitesi açmak
geçtiğini hiç sanmıyorum. O Adana’dan bir toprak ağası olarak gelip İstanbul’da
kabûl görmek için Atlı Köşkü satın almıştı. Atlı Köşkü gibi malikânenin mesken
olmaktan çıkıp Sakıp Sabancı Müzesi hâline gelmesi için iki nesil gerekecekti.
Bu müzedeki sanat eserlerinin toplanması için de merhum Sakıp Sabancı’nın özel
ilgi ve yatırımı gerekmişti.
“Kültür meselesi”
Kültür, onu içselleştiremeyenlerin üzerinde emânet elbise
gibi durur. Son yirmi yılda yaşanan gelişmelerin karşılığında “kültürel
iktidar” sorunu yaşanmasının sebebi, siyâsî iktidârın sandıktan çıkması gibi
kültürel iktidâra hemen ulaşılacağını düşünmektir. Daha on on beş sene öncesine
kadar “başörtüsü-türban” tartışmasıyla uğraşmak zorunda kalan bir siyasal
iktidar, gecikmiş birçok sivil ve askerî teknolojik gelişmeyi
gerçekleştirmiştir. Ama kendi kitlesi bunun kültürel karşılığı için gerekli
insan tipini oluşturmanın adımlarını atmakta üşengeç davranmaktadır. “Ne
yaparsa yapsın beğenmeyeceğim” diyen muhalif kitle de siyasal iktidârın “millî
ve yerli” olma adına yaptıklarını benimseme kültüründen uzaktır. Yâni “muasır
medeniyet seviyesinin üstüne çıkmak” için de bir insan tipine ihtiyaç vardır ve
o insan tipi de, 10. Yıl Marşı’nda iddia edilen aksine, henüz
“yaratılamamıştır”.
Siyasal iktidârın “kültürel iktidar” olması için önündeki
engellerden biri, muhalefetin “millî” konulara bile muhalif olması ve “yerli”
olanı hakir görmesidir. Diğer engel ise, kendi seçmeninin siyasal ve ekonomik
konulardaki hazmetmesi zor bir hızla ortaya çıkan gelişmelerin aynı hızla
kültür alanında da ortaya çıkacağını hatta çıkmış olduğunu zannetmesidir. Bu
yüzden siyâsal iktidâr, bürokratik kadroların muhalefetin siyasal iktidar
olamasa da elinden bırakmadığı bürokratik kadrolardan farklı davranamayıp
onlara benzemektedir. Yâni son yirmi yıldaki siyasal iktidârın işleticisi olan
bürokratik kadrolar, yeni bir insan tipi olarak çalışmamaktadır. Sâdece onlar o
makamlara, farklı bir siyâsî partinin siyâsal irâdesiyle gelmiş oldular. Tıpkı
bir anda zenginleşen burjuvanın, nasıl zengin gibi yaşanacağını bilmeyip
soylular gibi davranması ve kendine “snob” (züppe) dedirtmesi gibi. Soylular,
ekonomik zenginliği burjuvaziye kaptırmışlardı ama kültürel zenginlik hâlâ
onların elindeydi. Cepleri para dolu ama ruhları fakir olan yeni yetme
burjuvazi takımı, borç içinde ama ruhları zengin olan soylu sınıfı karşısında
acemilik çekmişti. Onlar gibi giyinmek, onlar gibi tüketmekten ve onlar gibi
eğlenmekten başka bir şey bilmiyorlardı.
Bunun günümüzdeki karşılığı, ismini Talha Efe veya Hamza
Mert koydukları oğullarına “baby shower partisi” yapmak ya da başka ülkede
kumarhâne işleten bir oteller zincirinin Antalya’daki şûbesinde İslâmî tâtil(!)
yapmaktır. Buna alternatif bulacak ve onu yaşam tarzı hâline getirecek insan
tipi ortaya çıkana kadar bu “snobluk” maalesef devam edecektir. Zira bu insan
tipi için üç nesil gerekmektedir. Bu insan tipinin hâkim duruma gelmesine
ticâret dünyâsında, akademide, sanat dünyâsında, spor dünyâsında, askeriyede, mülkiyede,
bürokraside, diplomaside, medyada ihtiyaç vardır Biz
henüz birinci nesildeyiz. Allah hepimize sabır ve metânet versin.