ŞEHİR VE ÇOCUK
? Hesapsız, plansız, rastgele ve düşünmeden yaşarım demiştin ya hayatın hiç de öyle olmadığını gördün. Tekrar ve tekrar yaşayarak gördün bütün bunları. Yine de uslanmayan insan haleti ile gelişi güzel yaşamaktan vaz geçmedin öyle mi? An gelir, ölüm gelir, bin pişmanlık duysan, başını taşlara vursan, hayatı tekrarı olmayacak. Çünkü sana verilen fırsatları çarçur edip ebedi hayatını toz duman ettin.
İşte
böylesi bir hayatın içindeyiz. Evlerimiz, komşularımız, çarşılarımız ve
şehirlerimizle hummalı bir alışverişin lunaparkında dönüp durmaktayız. Şehir
meydanlarımız yalnızlığa mahkûm edilirken devasa çarşılarda (AVM), vitrinlerde
kaybolup gidiyor insan. Sadece bizler yalnızlaşmıyoruz şölenler yaptığımız,
doğduğuna sevinç gözyaşları döktüğümüz çocuklarımız da yalnızlaşıyor. Üç beş
kelam edelim, televizyon izleyelim, haydi çocuklar siz biraz oynayın biz kahve
içelim diyerek miniminnacık ellerinin arasına verdiğimiz telefonlarla
yalnızlığın dibine indiriyoruz da farkına bile varmıyoruz. Oysa dünyanın bütün
çocukları günahsızdır, evin bereketidir ve cennet kokusudur. Bu güzelliği heder
eden, yakıp yıkan gaflete düşerek ellerine tutturduğumuz elektronik aygıtların
mahzeninde hüküm giyiyorlar.
Bir an
durup düşünelim, kendimizden başlayarak darmadağınık hale dönüştürdüğümüz
ruhumuza, gönlümüze, aklımız ve bedenimize merhamet edelim. Her şey bizde
başlıyor. Yani bireyin kendisiyle buluşması gerekiyor ki yanlışı idrak
edebilsin. Kendini keşfedebilirsen eğer, yeniden evine dönebilir, kızların,
oğulların ve yavruları ile daha yakın bir temasın yolunu bulabilirsin. Birlikte
yemek yapabilir, kitap okuyabilir, oyunlar oynayabilirsin. Eğer dönebilirsen
yüreğine; dilin, gözlerin ve diğer uzuvların da fıtratına dönmeye başlar ki
aykırılıklar tek tek dökülürken yeniden aile olmanın, kardeş olmanın ve ebeveyn
olmanın idrakiyle muhabbetten gayrısının yalan olduğunu fark edersin.
Çocuklarımız
Allah'ın bizlere vermiş olduğu birer cennet meyvesi emanetlerdir. Cennet
meyvesini ihmal edemezsiniz. Susuz, ekmeksiz, elbisesiz, ilimsiz, irfansız
bırakamayacağınız gibi sevgisiz, muhabbetsiz, aşksız da bırakamazsınız. Emanete
sırt dönemezsiniz. Emanete ihanet edemezsiniz. İlgilenmiyorsan ihanet ediyorsun
demektir. Sevgini gösteremiyorsan ihanet ediyorsun demektir. Hassasiyet
göstermiyorsan, Allah ve resulünü öğretmiyorsan, fıtratına uygun olan halleri,
davranışları, bilgileri, hususiyetleri, kılık ve kıyafetleri vermiyor,
giydirmiyorsan ihanet ediyorsun demektir. Oysa Allah cc. sana emanet olarak
vermişti bu yavruları. Onların fıtratları İslam’dı. İslami anlayışla,
kavrayışla, dini bir hayatı yaşayışla hayatını sürdürmesi gerekiyordu ve bu senin
omuzlarına bırakılmış bir ödevdir. Ödevini ihmal ettiysen vebalin büyüktür.
İhmal etmenin affı yoktur. Yavrularımıza yalnızca bu dünyada gerekli olanları
vermek, öğretmek değildir senin görevin. Senin, benim, hepimizin görevi Allaha
kul, Habibine ümmet olma şuurunun verilmesidir. Senin dolduramadığın her
boşluğu bir başkası dolduracak demektir. Sen sevgini vermezsen çocuk, genç
dahası insan bir başka yerde bu boşluğu arayıp mutlaka bulacak ve
dolduracaktır.
Enfal suresi 28.ayette; “İyi
bilin ki, mallarınız ve evlatlarınız sizin için ancak birer imtihan sebebidir.
Büyük mükâfatın ise yalnız Allah'ın yanında olduğunu unutmayın” buyruluyor.
Hayatta ve iman ehlinden olmak
demek sorumluluklarını idrak etmek demektir. Yaratılış sırrımız kulluktan
ibarettir. Verilmiş olan ömrümüzü vahyin ışığında sürdürmek üzerimize
vecibedir. “Kendimiz için arzu ettiğimizi kardeşlerimiz içinde arzu etmeye
mecburuz”. Yeri geldiğinde ehliyet ve liyakat bakımından kardeşimizi
yerimize tercih etmek hem imani, hem ahlaki bir görevdir. Ayette “mallarınız
ve evlatlarınız sizin için bir imtihan vesilesidir” deniliyor. Sahip
olduğumuz ne varsa hepsinin sahibi Allah'tır. Bizler yalnızca emanetçiyiz.
Emaneti muhafaza etmeye, Kuran ve sünnete göre yaşayıp örnek olmaya,
evlatlarımızı öyle yetiştirmeye, malımızdan, kazancımızdan Allah yolunda ikram
etmeye, harcamaya, cimrilik yapmamaya mecburuz. Kendi evlatlarımızı düşündüğümüz
gibi akrabalarımızın, komşularımızın millet ve memleketimizin evlatlarını da
düşünmeye mecburuz. Özellikle ayetlerin ve hadislerin gösterdiği yolda yürümek
Peygamberimizin izinden gitmektir. Geçici olan dünya hayatında emanete sahip
çıkmakla emrolunduk. Hud suresi 112.ayeti kerime bakınız bizi
nasıl uyarıyor; “Öyle ise emrolunduğun
gibi dosdoğru ol. Beraberindeki tövbe edenler de dosdoğru olsunlar. Hak ve
adalet ölçülerini aşmayın. Şüphesiz O, yaptıklarınızı hakkıyla görür”. Dosdoğru
olmak, yalan söylememek, güzel ahlak sahibi olmakla emrolunduk. Biz nasıl
olursak, nasıl oturup kalkarsak, nasıl giyinip kuşanırsak, nasıl yer ve içersek
evlatlarımız da aynen öyle yapacaklardır. Unutmayalım ki en köklü eğitim,
evvelemirde evlerimizde verilmektedir. Ahiren okullarımızda ve sonra
cemiyetimizde bu devam etmektedir. Sıklıkla tövbe etmeli, kusurlarımızdan
dönmeyi bilmeli, dargınlıkları sürdürmemeliyiz. Affedici olmalı, adalet ve
ölçüyü hakça yapmalıyız.
Dünyanın türlü türlü nimetleri
bizleri gaflete düşürmemelidir. Biz gaflete düşersek evlatlarımızı da aynı
hatalara, kusurlara, suçlara itmiş oluruz. Örnek olduğumuzu aklımızdan bir an
olsun çıkarmamalıyız. Bilmeliyiz ki hayatta her şey bir imtihandır. Teğabün 15.ayette
ise; “Mallarınız ve çocuklarınız birer imtihan vesilesidir. Allah'ın
sevgi ve taatini mal ve evlat sevgisine tercih edenleri Allah katında büyük bir
mükâfat beklemektedir” buyruluyor. Kalbimizi, gönlümüzü ve ruhumuzu beş
vakit namazla, Allah'ın bizlere emrettiği ibadetlerle meşgul etmeliyiz.
Bilmeliyiz ki evlerimiz, ocaklarımız, iş yerlerimiz, atlarımız, arabalarımız,
bağlarımız, bahçelerimiz, çocuklarımız, hanımımız birer emanettir. Onları
koruyup kollar, İslami bir anlayışı öğretmek için elimizden geleni yaparız ve
yapmalıyız. Unutma ki, ihmal eden imha edilir. Sevgide, muhabbette eksik
yapmadan gereği kadar ilgimizi gösteririz. Lakin hepsinin bizlere Allah'ın bir
emaneti olduğunu, imtihan vesilesi kıldığını aklımızdan çıkarmadan her şeyden daha
fazla Allah'a kul olmaya, Habibinin yolundan gitmeye ve çok sevmeye
yoğunlaşmalıyız. Unutmayalım ki “kişi sevdiğiyle beraberdir”.
Geçici olanları sevmek gaflettir. Kalıcı olana, ebedi ve ezeli olana yönelmek
akıl sahiplerinin işidir. “Allah’ın sevgi ve taatini mal ve evlat
sevgisine tercih edenleri Allah katında büyük bir mükâfat beklemektedir”.
İşte bu mükâfata erişmenin yolu ölmeden önce hazır olmaktır. Heybeyi
tefekkürle, ibadetle, zikirle doldurmaktır. Anneler, babalar ve evlatlar
birbirlerine birer emanet olduğunu bilmelidir. Emanete sahip çıkmanın yolunun
fıtrat dini olan İslam’ı dosdoğru, Allah resulünün istediği gibi yaşamaya ve
öğrenmeye mecbur olduğumuzu aklımızdan çıkarmamalıyız. Derle ya “emanetin
gözüne çöp batarmış”. Aman dikkat edelim hayat, elimizden uçup gitmeden
evlatlarımızı toplumumuzun değerleriyle büyütelim. Allah'ı, peygamberini bilen,
devletini, milletini ve bayrağını seven kültürel birikimlerimizle, imanı aşk
mesabesinde ibadetlerimizle pekiştirelim ve besleyelim ki sonunda dizlerimizi
dövmeyelim, ahlayıp vahlamayalım.