Röportaj Kaynak: Deniz BAŞARAN 19.04.2024 00:55

"Yapay zekâya karşı insanın duygusu var"

Sağbil, 'Teknoloji ile birlikte hayatın her alanına giren Yapay Zeka'ya karşı hala insan duygusu var' dedi.

Türkiye'nin önde gelen heykeltraşlarından Cem Sağbil ile 17 Nisan'da İzmir'de açılan sergisi ve heykel üzerine söyleştik. 

Figüratif çalışıyorsunuz. Konularınız temalarınız genelde ne üzerine? 

Fransa’daki Lascaux mağaralarının duvarlarında günümüzden 17 bin yıl öncesine dayanan insan ve bizon figürleri, desenleri vardır. Bu tabii bir dışa vurumdur. Bir duyguyu anlatmaya çalışmaktır. Av sahneleri vardır. Adam onları yazmış çizmiş. O bizonlar zaten tanrı gibiler. Ama hem onu öldürüp yiyor hem de resmediyor. Orada müthiş bir alışveriş var ve bu duyguyu bir şekilde duvarlara yansıtıyorlar. Biz de bugün aynı şeyi yapıyoruz. Hatta şöyle söyleyebilirim; taklit diye girerseniz, evet taklit ediyorum.

Onbinler yıl sonra ben de hâlâ figür yapıyorum. Ama, burada bir şeye çok dikkat etmeli: Ben, Cem’in heykelini; Cem’in duygusunu yapıyorum. Kimsenin kimseye rakip olma ihtimali yok.

Çünkü bütün gelişim sürecinde en küçük bir değişiklik bambaşka bir yere götürüyor insanı. Dolayısıyla kimse kimseyi taklit edemez.

Kimsenin kimseyi kıskanmasın alemi yok. Esasında hepimiz çok özeliz ve bu nedenle çok özgün işler çıkacak. 

KARŞI TARAFTAKİ ETKİSİ

Evet ben figüratif çalışıyorum. Gerçi bir parça figür dışında da objeleri epey alegorik de kullandım. Güneşler, aylar ve karon kayığı gibi bir şeyler çok kullandım. Figüratif de şöyle bir yere geldim: Karşı taraftaki etkisi. 

İnanılmaz önemli bir şey oldu benim için. Yaptığım işi mümkün olduğu kadar az malzemeyle; yani az detayla çözmeye çalışıyorum. Çünkü o kısmını ben karşıdaki izleyiciye bırakıyorum. Yani hiper realist iş yapamadım, yapmadım, yapmak da istemedim. Çünkü o çok bitmiş bir şey. Bugün böyle bir tehlike var yani. Bu kadar çok şeyi çok süratli tüketiyoruz ki… 

Ama siz yaptığınız işte bir parça karşı tarafa da alan bırakabilirseniz, birdenbire o heykel üzerinde yapmak istediğiniz şey kendi hikâyesini de yazmaya çalışıyor. Sizin hikayenizi alıyor, onun üstüne bir hikâye daha yazıyor veya bunu geliştiriyor veya tam tersini batırıyor. 

Ancak orada bir süreç başlıyor: İzleyiciyle yaptığınız işin arasındaki köprüyü kurmak. Ve burada bize bir tek hikâye kaldı, o da duygu. 

Süratle gelişen teknik kafamızı çok karıştıracak. Bilgisayar ortamında 3D çizimlerle, yapay zekâyla artık hepsi perfeksiyon (mükemmelik) doğru gidiyor. Ama burada hâlâ bizim elimizde bir malzeme var. O da duygu; işin duygusu. Figüratif yapılan bir işte bile bu duyguyu kullanmaya başladığın zaman eli kolu iki gözü burnu çenesi filan var. Büyük şişman, zayıf çirkin kocaman neyse.

Bu detayları çok yolunda zaten teknik çözecek. Ama ben duygusunu doğru yönelebilirsem? O zaman hâlâ bir şansım. Belki bir gün onu da çözecek yapay zekâ ama o güne kadar bir şansımız var diye düşünüyorum. 

Yakın tarihte Pariste bir serginiz vardı ve orada bir meydanda bronz heykelleri sergilenen tek Türk sanatçısınız. Bu nasıl hissettiriyor? 

Evet geçen yıl Nisan’dan Ağustos sonuna kadar Paris'te 10. Bölge Belediyesi’nin organize ettiği bir sergim vardı. Belediye binasının fuayesindeydi ve 10 yıl önce de bir sergi yapmıştım. Belediye, Merhaba ve Aytutan isimli iki bronz heykelimi satın alıp oradaki meydanda sergilemişti. Tabii hoş, güzel bir duygu.

“DEVAMLILIK EN ÖNEMLİ NOKTA”

Heykel kaç yıldır hayatınızda var? 

1981 yılında Stuttgart akademisine girdim heykel bölümüne. O günden beri hayatımda heykel var. İstanbul'da akademiye başladığım zaman iç mimarlık ve endüstri tasarım okuyordum. 3 sene okudum ama mesleğim olmadığını düşündüğüm için bırakıp Almanya'ya gittim. Orada heykel okumaya başladım. O günden beri de heykelle yaşıyorum.

Dışarıdan gelen etkileri iyi kullanan biri olduğumu düşünüyorum. Olgunlaştığında da dışa vuran bir sisteme dönüşüyor. O zaman da işte benim yaptığım heykeller çıkıyor diyebilirim. Ama devamlılığı sağlamalı yoksa ilham gelmiyor diye bırakıp, başka bir şeyi; yarın öbür gün başka bir şeyi… Böyle bir şey söz konusu değil. Muhakkak ki dur durak anları var, ama devamlılık bence bu işin en önemli noktası.

“BURADA DUYGU SELLERİ VAR”

Figürleriniz mutluluk, hüzün, utanmak, ya da bir şiiri anımsatıyor. Sizi en çok etkileyen duygu neydi?

Duygu benim için çok önemli. Türkiye acayip bir memleket. Çok done veriyor. Toprağı, tarihi. Hayatımın üçte birinden fazla Avrupa'da geçti. “Ne fark var” diye soruyorlar. Valla orada öğrendim, burada yaşıyorum. Burada insan ilişkileri çoğu zaman kritik bir etsek de inanılmaz sıcak. Burada duygu selleri var. Duygu içinde yüzüyorsunuz. O zaman bunu kullanmak lazım.

Türkiye’deki kent meydanlarında da heykelleriniz var. Yanından geçerken ne hissediyorsunuz?

Çok etkileyici oluyor. Zaman geçtikten sonra bir daha bakıyorsunuz. “Vay işte güzel olmuş, iyi olmuş”...Biraz megalomanik bir şey olabilir ama “Bunu da yapmasaydım keşke” dediğim bir işim olmadı. Evlerde de öyle yani. Siz üretiyorsunuz, insanlar onu alıp evlerine götürüyor. Gidip gördüğünüz zaman başka bir duygu oluyor. Her seferinde “Bak yerini bulmuş” gibi bir duyguya kapılıyorum. Bunu yaşamak çok keyifli.

İzmir de bir serginiz başladı. Biraz söz eder misiniz?

Alsancak Garı'nın hemen yanındaki eski tütün fabrikalarında açılacak. İçinde 6 tane de atölye var. Biri de benim. Orada bir sergi açıp orayı da böyle bir galeri olarak kullanmaya niyetliyim. Hep hayalini kurduğum, çok da sevdiğim sanatçılar var. Camda çalışan, kâğıtla çalışan. Onlarla birtakım küçük sergiler açmayı planlıyorum. İlk sergiyi kendim açıyorum işte. Ağustos ortasından Eylül ortasına kadar da Bodrum'daki İnspera’da açacağım.

“FARKINDALIK ÜRETİMİ ETKİLİYOR”

“Heykellerim çok iyi, ben iyi yapıyorum” duygusu kaç yaşındayken oluştu? 

Böyle bir duygu arada gidip geliyor ama hiçbir zaman öncelikle değer verdiğim bir şey olmadı. Bunu, yaş aldıkça ve o devamlılığı sağladığım süre içinde daha sık duymaya başladım. Bazen kendime şaşırıyorum; övgü mövgü biraz böyle şaşkınlık yaratıyor bende. 

Farkındalık üretimi etkiliyor. Fakat o genç yıllardaki “Ben yaparım” duygusu yaş aldıkça yok oluyor. Üretim de farkındalıktan dolayı bir parça daha azalıyor diyebilirim. Çünkü çıtalar çok yükseliyor. Ama bu dışarıdan değil, insanın kendisinin koyduğu çıtalar. Ticari bir iş yapıyorsanız orada üretime abanıyorsunuz ama sayısallıktan ziyade o kalite kısmıyla uğraşıyorsanız, bir parça üretim azalıyor.

“SANAT HİKAYE ANLATMALI MI?”

Sözcüklerden hikâyeler yazılır. Siz de heykellerinizle hikâyeler anlatıyorsunuz

Evet, bu bir tartışma konusu: Sanat hikâye anlatmalı mı? Ben tercihimi biraz hikâyeden yana kullandım. Ben de heykel formunda; üç boyutlu işlerle bir şeyler söylemeye çalışıyorum. Tabii burada söylemeye çalıştığınız şey nedir, birazcık konu bu diye düşünüyorum. Benim tercihlerim güncel ve propagandist sanat olmadı. Zeitgeist (zamanın ruhu) diye bir kavram var. Buna pek ayak uyduramadım. Uydurmakta istemedim. Hani. “Günümüzün rüzgârı bu, hadi buradan yürüyelim”… Benim işim olmaz. Soyuttan ziyade daha zamansız bir kavram içinde durmak, beni her zaman çok cezbetmiştir. Mitolojiyi kullandım, çünkü orası zaten bir efsaneler ve hikâyeler silsilesi. Batı dünyasının en büyük alt yapısını oluşturuyor. Bu bana çok cazip geldi, çünkü bir kapıyı açtığınız zaman arkasında bir yığın kapı var. Zamansız da bir kavram; felsefi boyutu var. Evet, ben bir hikâye anlatıcısıyım.

Bronz dışında başka malzemeler deneyimlediniz mi?

Olabilecek her türlü malzemeyle çalıştım. Resim de yapıyorum. Bronz ulaşılabilecek en üst nokta. Kalıcılığı, devamlılığı açısından; yani 3.000- 4.000 sene kalabilecek bir malzeme. Ama kâğıttan yapılmış muhteşem heykeller de gördüm. Yani illa bronz olması gerekmiyor. Ama benim böyle bir olanağım vardı. Bronz çok lezzetli bir malzeme. Komik oldu ama çok hoş bir malzeme; çamurdaki parmak iziniz bile orada çıkıyor. O sert malzemede o yumuşak duyguyu vermek muhteşem bir şey.