Hakkını verelim, Posta gazetesi son birkaç zamandır güzel röportajlar çıkarıyor.
Evet kabul ediyorum, röportajı yaptığı kişilere popüler kültüre malzeme çıkaracak sorular sorsa da bu tarz konuları konuşmak için geç bile kaldık. Zaten röportaj dediğimiz de böyle bir şey değil mi?
Posta’dan Oya Çınar’ın son röportajı Zerrin Özer’le… Bakın, Cihangir tayfasının hop oturup hop kalkacağı şu cümleyi aynen sizlerle paylaşıyorum…
“Valla ben rahatım. Huzurluyum. Mutluyum. Neden bunu yaptıklarını anlamıyorum. Bir dönem ölüm tehditleri bile aldım. Ben Türkiye’de Zülfikar kolye takan ilk insanım. Kültürümle hep gurur duydum. Ama sırf Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı seviyorum, TRT’de program yapıyorum diye de kimse bana bunu reva göremez. Bir kere ben o insanı her yönüyle tanıyorum. Haksızlıklara, adaletsizliğe tahammülüm yok. Sevemez miyim ya! Kime ne?”
Son zamanlarda sanatçılarımız çok cesur çıkışlar yapıyor. Ajda Pekkan ve Hülya Koçyiğit’ten sonra Zerrin Özer de bulunduğu “mahalleyi” karşısına alarak bu cümleleri ve hatta daha fazlasını kurdu. Sakın yanlış anlamayın, dünyanın her yerinde normal hatta konudan bile sayılmayacak bu cümleler bir anda sosyal medyanın ana gündemi oluyor. Peki neden? Çünkü, Erdoğan nefreti öyle bir kronik hale geldi ki kendini “modern” diye tanımlayanlar dinledikleri sanatçının dindar bir insanı sevmesini kabullenemiyorlar. Çünkü modernlikten anladıkları dini toplumdan tamamen dışlamak.
Zira 2002’den bu yana toplumdaki o olumlu yönde seyreden sosyolojik değişim, yavaş yavaş sanatçı mahallesine de kaymış durumda. Çünkü cidden sanatçılığı modern gericilikle karıştıranların olduğunu söylemek mümkün bu ülkede. Özellikle en basit ama en fazla kullanılan yalanlardan biri; “sanatçı muhalif olur” sözü… Bu mevcut söz iktidara karşı olmak anlamında kullanılırken tüm o camiada olanlar da buna zorlanıyor. Bunu yerine getirmeyenler aforoz edilmeyi bırakın sürekli linç kampanyasına maruz kalıyor. “Karşı olmayı” iktidara ya da bir lidere indirgeyenler, resmi ideolojinin gericiliğine ve tek tipçiliğine zerre karşı değiller. Bunu da çağdaşlık diye yutturmayı marifet sanıyorlar.
Şimdi… Hülya Koçyiğit, Ajda Pekkan ve son olarak Zerrin Özer bu çıkışlarıyla o “modern” kesimin tepkisini çekecekler. Linç kampanyaları günlerce sürmeye devam edecek. Çünkü değişimi kabullenemiyorlar, kabullenemedikleri gibi de kendisinden farklı düşünenlerle eşitlenmeyi hazmedemiyorlar. Faşizmin başladığı yer de tam olarak bu nokta işte. Hala daha başörtülü birisinin tiyatro seyircisi olması onlar için şaşılacak bir durum. Tiyatro sahnesine hiç girmiyorum bile hala daha bu toplumun tüm kesimlerini sahneye koyabilecek bir tiyatro oyunumuz yok. Sinemamız deseniz aynı şekilde. Dolayısıyla ortada ne kültürümüz var ne de sanatımız. Tozlu raflardaki medeniyetimizi yeni yeni meydana indirmek için yoğun çaba harcarken kültür devrimini yapamamanın acısını her daim hissediyoruz.
Öncelikle “çağdaş” olmanın tanımı yapılmalı. Artık bazı kesimleri yok saymanın gericilik olduğu bas bas bağırılarak anlatılmalı. Dini toplumdan uzaklaştırmakla “laiklik gardiyanlığına” savunmak demode bir hal aldı. Din toplumda ya da sosyal hayatta yaşanmayacak da nerede yaşanacak Allah aşkına? Mesele ise bir başkasının bir başkasının yaşam tarzına, değerlerine ve yaptığı işlere karışmaması. Bu kadar özet bir şeyi Cihangir’e saplanıp kalanlara anlatmak ise gerçekten güç bir konu.
Evet, Zerrin Özer’in bazı dedikleri tartışılabilir. Özellikle Türk erkeklerinin yüzde 50’sinin “biseksüel” olduğu yönünde elinde hangi veriler var bilemiyoruz. Kimsenin cinsel yönelimiyle ilgilenmek de bizim meselemiz değil. Oysa bahsettiğimiz şey bir zihniyet meselesi. Bugün herkesin fikrini özgürce söyleyebildiği bir Türkiye var ortada. Ama kendi fikrinin haksızlığı ortaya çıkmasın diye aşağıladığı kesimi susturmak isteyen “modern” kitlenin “özgürlük yok” algısına kanmak zaman kaybı olur. Çünkü toplumun ilerleyişi, değişim talebi ve sosyolojik evrimi büyük bir hızla sürüyor… Cihangir’in sokakları ise bundan çok geride kaldı. Görsellikle modernlik olmuyor ne yazık ki.
FETÖ’yle mücadele bitmiş değil…
Son zamanlarda bazı siyasetçilerden duyduğum bir söz var: “FETÖ’yle mücadele bitti, hepsini temizledik”
Bu kervana bazı bürokratlar da katılarak görev yaptığı kurumlarla ilgili bu cümleyi sıkça söylemeye başladılar. Oysa FETÖ’yle mücadele 1-2 seneyle bitecek kadar kolay değil.
***
Bundan daha üç gün önce 38 ilde düzenlenen operasyonda 70 muvazzaf asker hakkında yakalama kararı çıkartıldı. Bu durum darbeden 1,5 yıl sonra bile FETÖ’yle mücadelenin bitmediğini aksine hiç hız kesilmeden devam etmesi gerektiğini bize söylüyor.
Yaklaşık 40 seneden bu yana devletin içinde çöreklenen ve en büyük özelliği kripto olarak faaliyetlerine devam eden bu terör örgütüyle mücadele kısa zamanda nihayete ermez, eremez.
O nedenle…
Bazı siyasetçilerimiz ve özellikle bazı bürokratlarımız sözlerine dikkat ederse iyi olur. Zira tüm FETÖ davaları bile sonuçlanmadı. Tüm kamu kurumlarında bir tane bile FETÖ’cü kalmayana dek mücadeleye devam.
Bir süredir…
Evet yazmıyorum. Sanmayın ki tüm gündemden uzaklaştım, hepsini takip ediyorum, hepsini tek tek okuyor, konuyla ilgili bilgiler almaya çalışıyorum.
Ama bazen, durup gözlemlemek en iyisi olur diye düşünmüyor da değilim.
O nedenle sessiz sedasız bir süredir yazmamayı seçtim.
Bundan sonra da sadece pazar günleri bu köşede sizlerle olacağız, derdimize derman olacak her şeyi açıkça konuşacağız. En önemlisi… Denge gütmeden!
Bu haftanın favori Spotify şarkılarım
· Mor ve Ötesi – Sultan-ı Yegâh
· Ufuk Beydemir – Öyle Meşk Oldum
· Ezginin Günlüğü – Benim Sevdiğim Adam
· Mehmet Erdem – Hara
· Nilüfer – Yolcu Yolunda Gerek