Bir mıh bir nalı kurtarır. Bir nal bir atı, bir at bir kumandanı, bir kumandan bir orduyu, bir ordu da bir milleti kurtarır.
Bir mıh bir nalı kurtarır. Bir nal bir atı, bir at bir kumandanı, bir kumandan bir orduyu, bir ordu da bir milleti kurtarır. Büyük mücadelenin sonunda büyük bir zafer elde edilir. Topyekûn herkesin bir ve beraberce, asla ayrıştırmadan bir millet olmanın bilinci ile hareket edildiğinde her şeye göğüs gerilebildiğinin sonucudur zafer. Tarihi bizzat yazan kahramanlardan biliyoruz. Şehit yakınlarından, gazilerimizden biliyoruz. Cepheye giden evlat mektuplarından. Analara, bacılara, yavuklulara yazılan son satırlardan biliyoruz mücadelenin inanmışlığını, savaşın acımasızlığına rağmen zaferin kesin olduğunu. Öyle bir iman ve inanç ile zafere koşulmuş ki geriye bakmaya bile gerek duyulmamış. Çünkü bu dünyalık bir zafer değildi. Bu milli mücadelenin sonundaki zafer, imanın bir zaferiydi. Öyle de oldu. Gidenler şehit oldu. Gelebilenlerse şehit olamamanın hüznü ile gazi olarak döndüler baba evlerine, eşlerinin yanlarına. Zafer şahsi menfaatler için kıyaslanabilecek bir kavram değildir.
Küçük zaferler
Çünkü küçük zaferlerle başlar zaferlerin en büyüğü. Kendini bilmekle başlar her şey. Kendini bilmek kendinden merkeze doğru yayılır. Kendi varlık amacını çözmüş, anlamış bir toplum o anlayışın etrafında toplanır. Zaten toplum da o anlayışın aksine hareket edeni tedavi edecek kurumları zamanında oluşturmuştu ve gereğini yapardı. Ya tekkelerde bir dervişliğe o kişi soyunur ya da tedavi için başka bir imârhaneye gönderilirdi. Toplum kendi içindeki yarayı dahi sarabilecek bir mekanizmaya eriştiği zaman dışarıdan gelecek olumsuz etkilere kapalı olur. İçinde merkezde bir benlik inşa eder ki bu tamamen toplumun tevhit anlayışına bağlanırdı. Bizim Türk toplumundaki o bahsettiğimiz birlik anlayışı adalet ülküsü etrafında kenetlenmiştir. Bu yüzden küçük zaferler büyük zaferleri besleyen kılcal damarlar gibiydi. Herkes o ana merkeze kan taşırdı. Geçmiş zaman kipi kullandığımı biliyorum. O zamanın kurumları o zamana aitti ve büyük zaferler kazandılar.
Aynı millet aynı şuur
Bugün başka bir millet değiliz. Aynı dedelerin, ninelerin torunlarıyız. O kutlu zaferi gerçekleştiren milletin devamıyız. Değişen bir şey yok. Biz kendimizi biliyoruz. Biz kimiz onu da biliyoruz. Zaferin sahipleri yüzlerce yıl önce insanlığa adalet ülküsü ile yola çıkmış kutlu bir milletti. Anadolu’ya gelene kadar geçtikleri yollarda ektikleri tohumlar alpleri, dervişleri, erenleri, abdalları, mucitleri, sultanları ve nice komutanları çıkardı. Anadolu şuuru tarihin sayfalarına sığmaz ama milletin bilincine sığmış ve gerektiğinde yaprak yaprak ortaya dökülen değerlerdir. Bu değerler insanlığı inşa eden merhamet, yardımseverlik, digergamlık, misafirperverlik gibi birçok haslet etrafında kenetlenmiş olan ve milletimizi de 30 Ağustosta zafere götüren adalet duygusuydu. Çünkü adaletin yılmaz bekçisi olan Türk milletinin ortadan kalkması demek bir daha geri gelmesi imkânsız olan yaraları açacaktı. O yüzden tevhid şuuruyla hareket eden milletimiz bugün de hala terörle mücadelede, darbe girişimlerinde, krizlerde sabırla, metanetle ayakta durarak zaferi kucaklamaya çalışıyor. Öte yandan milletimiz ilimde de, eğitimde de zaferler kazanmanın bilinci ile yeni topraklara adım atar gibi yeni keşifler, icatlarla zafer kazanmanın uğraşı içindedir.
Bir kişi ile olur
Bir kişi ile ne olur deyip geçiştiremeyiz. Bir komutan bir orduyu yönetir ve zafer destanı yazar. Bu milletten zafer için inancını bayraklaştıracak biri mutlaka çıkar. Her zaman öyle olmuştur. Allah milletimize Akif’in dediği gibi tekrar milli marş yazdıracak ve zafer kazandırmak zorunda kalacak bir duruma getirmesin. Tüm bunların yanında küçük zaferlerimizi elden bırakmayalım. İçimizde küçük zaferler için uğraşan nice sessiz neferler var. Bunu da biliyoruz, görüyoruz. Hülasası, vatan için insanlık için çalışalım. İyi, güzel ve doğru şeyler ortaya koyalım. Çünkü bu millete en çok yakışan zaferdir vesselam.
FELAKET TELLALLARI
Sosyal medya maalesef felaket telaları ile dolu. Gerçekten işim gazetecilik olmasa asla sosyal medya hesabı kullanmazdım. Toplumu oyalamak ve gereksiz zaman harcamaktan bir işe yaramayan bir sürü spekülatif telalar ile dolu ortalık. Artık kabak tadı veriyor. Bana da arkadaşlarım yazıyor, soruyorlar.. Doğru mu? Astrologlar diyor ki, uzmanlar (herkes bir şeyin uzmanı oldu zaten) diyor ki, araştırmacı falan uzman diyor ki, diyor ki diyor ki.. Hani şu lafı çok seviyorum. Hayırlı konuşacaksan konuş, aksi halde sus. Bu büyük bir sorumluluk hayır için konuşturmak ve aksi için konuşacakları da susturmak. Hayatta hep aksilikler oluyor, sorunlar, afetler şu bu. Salih amel ile yaşayana bir şey olmaz. İnsana ziyan olan zamanını boşa harcamaktır. Birbirimize sabrı tavsiye etmek varken iyiden iyiye felaket çığırtkanlığı yaparak yüreklere korku, sıkıntı, vesvese vermek de noluyor! Allah hayır etsin gerçekten.
KADERİNİ YAZ
Sen yaz kaderini. Karga fısıldar. Ay bir şeyler anlatır. Göm kendini gecelere, derinlere. İnci gibi benliğinden kendini çıkar. Bilirim bu süreç uzun sürer. Öyle hemen oluvermez güzel şeyler. Her güzellik, her değer bilineceği güne kadar saklanır. Ne zaman hazırsan sana gülümser ay ve karga pişman. Dediklerinden herkes utanır. Ama sen dimdik derinlerden geliverirsin, gururlu ve başın dik. Henüz küçüğüm deme. Kimsenin eline bırakma kaderini. Köhneleşmiş insanlar, kendi ellerinde değil kaderleri. Ufuklara bak, aydınlık yakın. Gelecek seni çağırır, yüzün parlak. Sendelesen de, ayağın kaymayacak. Düşsen de kalkacaksın. İşte bu yüzden sadece bu yüzden kıskanılacaksın. Engelleri bile engel olmaktan kaldırdığın için yere kapaklanmanı bekleyecek rüyalarında insanlar. Seni ölüm gibi bir şeye mahkûm ettiklerini sanacaklar, kendileri ölürken hasetliklerinde. Sen arkanı dön ve yalnız değilsin yanındayım sevdiceğim, diyen sese odaklan, uyur gibi yap. Onlar fırtınalarda savrulurken sen Tanrı’nın fırtınasına tutun. Kaderin yazısında neredesin onu biliyorsun. İçin rahat olsun, kaderin senin elinde.
SAĞLIK BAKANLIĞI VE FARKLI DİLLER
Sağlık bakanlığının sitesinde yeni dillere yer vermiş. E-Reçetem uygulamasına Türkçe dışında Arapça, İngilizce, Almanca, Fransızca, Rusça eklenmiş. Gayet normal ve olması gerektiği gibi. Ancak bununla ilgili garip eleştiriler de okudum. Neden Kürtçe yok deniliyordu bu eleştirilerde. İsviçre’de resmi sitelerde Kürtçe varmış diye de ekleniyordu. Öncelikle şunu söylemeliyim ki İsviçre Kürtler için eklemiyor o dili. Terör örgütü için ekliyor Kürtçeyi. Çünkü İsviçre Kürtleri sevdiğinden değil malum örgütü desteklediğinden yapıyor bunu. Bunun yanında Kürtçe konuşanlar Türkçe zaten konuşuyorlar. En fazla Kürt kökenli olup da Türkçe konuşamayan, anlamayan yaşlılarımız vardır. Ama onlar da zaten internette işlemlerini çocukları, torunları aracılığı ile yaptırıyorlar. Kürtçeyi eklemeye kalkarsak onun yanında Boşnakça, Zazaca, Lazca hadi Rumca ardı arkası kesilmez bunun. Üniversitelerde Kürtçe dili bölümleri boş. Orta öğretimde seçmeli derslerde Kürtçe dilini seçen yok. Yani Türkiye’de Kürtçe ile ilgili bir sorun yok. İsviçre’nin de sıkıntısı başka.
DÜĞÜNLER VE KÜLTÜR KARMAŞASI
Bir zamanlar doğudan veya güneydoğudan ya da diğer bölgelerimizden göçmüş ve şimdilerde batıda yaşayan vatandaşlarımızın düğün kutlama şekilleri bana hep tuhaf gelmiştir. İstanbul’da, İzmir’de bir Diyarbakırlı veya Mardinli fark etmez vatandaşımızın düğünü davullu, zurnalı kız almayla başlayıp bir salonda batı usulü dans ederek devam etmektedir. İstanbul gibi bir dünya başkentinde bunlar yadırganmayacak şeyler olabilir. Ancak bir ailenin kültürünü başlangıçtan ileriye kendi izini takip ettiği durakları vardır. Mütedeyyin, örtülü bir kızın düğününde acemice yapılan bir batı usulü sağa sola yaylanarak geçiştirilen dansı sadece adet olmuş diye bir klişeyi tekrar ettirmek zorunda değiller. İstanbul gibi -ki bunu daha önce de yazdım- köy olmayan bir şehirde mahallede bangır bangır davul, zurna ile gelin almak geleneğini uyguluyorsanız salondaki düğünde de bunu devam ettirin ki bir kültürel bütünlük olsun. İnsan nereye ait olduğunu bilmeli kültürel kimliğini içselleştirmeli. Ayrıca salonlarda yapılan o düğünleri de oldum olası sevmem bu da ayrı bir konu.
DÜĞÜNLER VE KÜLTÜR KARMAŞASI
Bir zamanlar doğudan veya güneydoğudan ya da diğer bölgelerimizden göçmüş ve şimdilerde batıda yaşayan vatandaşlarımızın düğün kutlama şekilleri bana hep tuhaf gelmiştir. İstanbul’da, İzmir’de bir Diyarbakırlı veya Mardinli fark etmez vatandaşımızın düğünü davullu, zurnalı kız almayla başlayıp bir salonda batı usulü dans ederek devam etmektedir. İstanbul gibi bir dünya başkentinde bunlar yadırganmayacak şeyler olabilir. Ancak bir ailenin kültürünü başlangıçtan ileriye kendi izini takip ettiği durakları vardır. Mütedeyyin, örtülü bir kızın düğününde acemice yapılan bir batı usulü sağa sola yaylanarak geçiştirilen dansı sadece adet olmuş diye bir klişeyi tekrar ettirmek zorunda değiller. İstanbul gibi -ki bunu daha önce de yazdım- köy olmayan bir şehirde mahallede bangır bangır davul, zurna ile gelin almak geleneğini uyguluyorsanız salondaki düğünde de bunu devam ettirin ki bir kültürel bütünlük olsun. İnsan nereye ait olduğunu bilmeli kültürel kimliğini içselleştirmeli. Ayrıca salonlarda yapılan o düğünleri de oldum olası sevmem bu da ayrı bir konu.