Michael Llewellyn Smith, "Anadolu Üzerindeki Göz" adlı eserinde; eski Yunanistan bir devlet olmadığı ve başta dil olmak üzere bazı ortak yanları bulunan şehir devletlerinden meydana geldiği için sınırları yoktu.
Michael Llewellyn Smith, “Anadolu Üzerindeki Göz” adlı eserinde; eski Yunanistan bir devlet olmadığı ve başta dil olmak üzere bazı ortak yanları bulunan şehir devletlerinden meydana geldiği için sınırları yoktu. Eski Hellenizmin sınırları dil sınırlarından oluşuyordu. Yunanlıların, sömürgeci, kaşif ve yiyici olarak ilk girdikleri yerler, Anadolu’nun İyonya kıyıları (Ege Bölgesi) olmuştu.” diyerek Yunanlıların bir devletlerinin olmadığını, bitmek tükenmek bilmeyen genişleme ve sömürme isteklerini dile getirmektedir.
Yunanlıların genişleme isteğinin somutlaştırılmış şekli Megali İdea’da görülmektedir. Rigas Ferreros adlı milliyetçi Yunanlı bir şair tarafından 1791’de Bükreş’te hazırlanan ilk “Megali İdea” haritası 1796 yılında Viyana’da basılmış ve daha sonra Yunan yayılmacılığının temel belgesi haline gelmiştir. 1844’te Başbakan Ioannis Koletis de parlamentoda yaptığı konuşma ile bu fikri resmileştirmiştir.
Megali İdea’nın gerçekleşmesi için, Yunanistan’ın bağımsızlığı ile işe başlanılması, merkezi İstanbul olmak üzere Bizans İmparatorluğu’nun eski sınırlarına ulaştırılması; aynı zamanda Karadeniz kıyılarında bir Pontus Devleti kurulması planlanmıştır.
1’inci Dünya Savaşı sonunda Osmanlı İmparatorluğu ile Mondros Mütarekesi’nin yapılmasını ve İstanbul’un işgal edilmesini fırsat bilen Yunanlıların, İngilizlerin vekil gücü olarak 15 Mayıs 1919 günü İzmir’e çıkmaları ile başlayan Anadolu’yu işgal çabaları 3 Yıl 3 Ay 22 gün sürmüştür. Mustafa Kemal Atatürk’ün Müttefik Kuvvetlerin İstanbul’u işgali üzerine söylediği “geldikleri gibi giderler” sözüne uygun şekilde, kendilerini Anadolu’yu işgal için gönderen sahipleri gibi ağır bir hezimete uğrayarak 6 Eylül 1922 tarihinde gitmek zorunda kalmışlardır. Yunanlılar bu hezimeti “Küçük Asya Felaketi” olarak adlandırmaktadırlar.
Ancak, Yunanistan, Megali İdea’da yer verdiği hedeflerinden asla vazgeçmemektedir. Tek başına kaldığı zamanlarda sesini çıkarmayan Yunanistan, başka bir gücün Türkiye ile ilişkilerinin gerginleştiğini gördüğü an sahaya çıkmakta, sesini yükseltmeye çalışmaktadır. Çıkan ses kendisi sesi asla değildir. O ses sahibinin sesidir. O ses bazen İngiltere, bazen Fransa, Rusya, bazende ABD olmaktadır. Ya da Avrupa Birliği’nin gölgesine sığınmaktadır.
NATO’nun 30 Ağustos Zafer Bayramı nedeniyle yayımladığı kutlama mesajına bile tepki gösteren bir Yunanistan var karşımızda. Bu devlet ile anlamsız istikşafi görüşmeler, tartışmalar ve kalıcı barış yapılamaz. Çünkü mevcut şartlarda yapılacak bir anlaşma, Megali İdea’nın sonu demektir. 1844 yılı Ocak ayında Yunan Meclisinde konuşan Yanni Koletti adlı milletvekilinin “Yunan Krallığı bütün Yunanistan değildir. Sadece Yunanistan’ın en küçük ve en fakir bir parçasıdır. Yunanlı, sadece krallık ülkesi halkı değildir. İyonya, Selanik, Serez, Edirne, İstanbul, ya da Trabzon ve Girit, Sisam Adası ve Yunan tarihine ve Yunan ırkına bağlanan tüm bölge ve yörelerde yaşayan halklardır. Elenizmin iki büyük başkenti vardır. Atina, krallığın başkentidir. İstanbul ise büyük başkent, tüm Yunanlıların ümit ve hayallerinin kentidir” diyerek özetlediği hedefe ulaşılamaması demektir.
ABD ve Fransa ile yaptığı savunma alanına yönelik iş birliği anlaşmaları ile askeri eylem ve faaliyetlerini arttıran Yunanistan’a kendi söylemleri ile Küçük Asya Felaketi ve Kıbrıs Barış Harekatından sonra yeni bir ders daha vermenin zamanı gelmiştir.
ABD şemsiyesi altında, Trakya bölgesinde bugüne kadar korkusundan ufak tefek tatbikatlar dışında, orta ve büyük çaplı tatbikat düzenleyemeyen Yunanistan’ın, birden bire Türkiye sınırında nehir geçiş, Girit adasında ABD ile birlikte amfibi, İsrail ile ortak hava savunma tatbikatları yapıyor olması sadece provakasyon olarak düşünülmemelidir.
Bu faaliyetler ile harp araç ve silah alımlarında ki artış, ABD ve Fransa ile yapılan savunma iş birliği anlaşmaları Yunanistan’ın öncelikle Ege’de anlaşmazlık bulunan ve Türkiye tarafından Yunanistan’ın tek taraflı girişimlerine karşı TBMM kararı ile casus belli (savaş nedeni) olarak ilan edilen konularda adım adım ilerleyerek Türkiye’nin tepkisini ölçmeye çalıştığı, Türkiye’nin verebileceği en ufak bir karşılığı sabırsızlıkla beklediği, NATO’nun 4’üncü maddesine dayanarak (kendini yakın tehdit altında hissetme) NATO’da Türkiye’yi iyice yalnızlaştırmak ve NATO üyelerinin her türlü desteğini almayı müteakip, anlaşmazlık konularında adımlarını genişletebileceği ve arttırabileceği değerlendirmektedir.
Dedeağaç’ta ABD’ye tahsis edilen üssün Rusya’ya karşı kullanılacağı ifadelerinin gerçeklik payı bulunmamaktadır. Sınırlarımıza 40 km mesafede bulunan bu üsten Rusya’ya nasıl etkide bulunabileceği anlaşılamamaktadır. Eğer bu üs Rusya hedefli ise neden NATO kapsamında tesis edilmemiştir. Malum; NATO, 1’inci öncelikli tehdit olarak Rusya’yı belirlemiştir. Bu üssün tek bir hedefi vardır. O da Türkiye’dir. Olası bir çatışma durumunda, Türk Silahlı Kuvvetlerinin çok güçlü ve tecrübeli olduğu kara harekatı yerine, çatışmayı Ege Denizi’ne yansıtarak sayısal karşılaştırmada dengeden söz edebileceğimiz hava ve deniz harekatını tercih edebileceği öngörülmektedir. Dedeğaç’ta ki ABD üssünün Türk Kara Kuvvetleri’nin harekatını engeleyici bir görevi olduğunu açıkça söyleyebiliriz. Fakat Yunanistan bu yolla belki ana karasını koruyabilir ,ancak yumuşak karnı olan başta kıyılarımızın hemen yakınında olanlar olmak üzere adaların bir kısmını kaybedebilir.
Girit adasında S-300’ün NATO görevinde olan Türk Savaş Uçaklarına radarların kilitlenmesi’nin hem Uluslararası Hukuk, hem BM, hem de NATO’da bir karşılığının olması gerekir. Eğer bunu S-400 ile Türkiye yapmış olsaydı. Bugün yaptırımlar başlamış olur ve NATO’da çıkarılmamız için başta ABD Temsilciler Meclisinde olmak üzere Türkiye karşıtı yoğun kampanyalar başlatılmış olurdu.
Yunanistan, Anadolu’yu işgal çabalarında uğradığı yenilgiyi, daha doğrusu Megali İdea’nın, Misakı Milli karşısında geri çekilmesini hazmedememektedir. Yunanistan ve onu sahaya sürenlerin “Bir memleketi zapt ve işgal etmek o memleketin sahiplerine egemen olmak için yeterli değildir. Bir Milletinin ruhu ele geçirilmedikçe, azim ve iradesi kırılmadıkçao Millte egemen olmanın imkanı yoktur.” sözünü asla hafızalarından çıkarmamaları gerekir. Eğer bu Millet, Türk milleti ise hareket geçerken çok fazla düşünmeleri, tarihi çok iyi okumaları gerekir.
Ağustos, Türk Milletinin zaferler ayıdır. Malazgirt Anadolu’ya girişimizi, 30 Ağustos Zaferi ise asla Anadolu’dan atılamayacağımızı bütün dünyaya göstermiştir.