İsrail ilk günden itibâren kendisine destek verenlerin bile artık koşulsuz savunmadan geri adım atıp ılımlı tavra geçmelerine sebep olan katliam ve soykırım uygulamalarının birer savaş suçu olduğu gerçeğini umursamıyor.
Gündemimiz yine genelde Ortadoğu ve özelde Filistin. Hamas’ın can hayliyle ve tam bir nefsî müdafaa olarak yaptığı hamleyi, tek taraflı bir oyun bozanlık olarak görüp (ve gösterip) İsrail’in Gazze’ye başlattığı saldırı sonrasında yaşanan ve yaşanmakta olanları tüm dünya görüyor ve duyuyor.
Kendini dünyâya “soykırım mağduru” olarak kabûl ettirmeyi başaran ve kendisine karşı olmayı mutlak Yahudi düşmanlığı ve dolaylı olarak Nazi taraftarlığı ve ırkçılık olarak gösteren denklemi kuran İsrail, “Ben dünyâdan büyüğüm” diyor. Ve bunu yaparken âdeta, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türkiye Cumhuriyeti ve hepimiz adına Birleşmiş Milletler kürsüsünden dillendirdiği “Dünya beş’ten büyüktür” gerçeğini örtmeye çalışarak tam bir “kâfirlik” yapıyor. (Kâfir kelimesinin anlamı “gerçeği örten” demektir.)
İsrail ilk günden itibâren kendisine destek verenlerin bile artık koşulsuz savunmadan geri adım atıp ılımlı tavra geçmelerine sebep olan katliam ve soykırım uygulamalarının birer savaş suçu olduğu gerçeğini umursamıyor. Birleşmiş Milletler’de alınan İsrail aleyhindeki kararlar, başta Amerika Birleşik Devletleri tarafından veto edilerek İsrail’e soykırıma devam etme cesâreti veriliyor.
Tün bunlar ve daha fazlası olurken, kan içen vampir efsânesinin gerçek olduğunu düşünmemize sebep olan Netanyahu, ateşkes çağrılarına duymazdan geliyor. İsrail kamuoyunda iç muhalefet sebebiyle güç kaybeden Netanyahu, âdeta savaş tanrısı Mars (diğer ismiyle Ares) gibi davranıp, çoğu çocuklardan oluşan binlerce sivili katledip güç kazanmaya çalışıyor. Bu bile yeterli gelmiyor ve bozula bozula artık bir efsâneler yumağı ve hahamların keyfî not defteri hâline gelmiş olan Tevrat’a başvurup kehânetlerin gerçekleşeceğine dâir Siyonist Yahudilerin ve onların korkusuyla bu suça ve bu günaha ortak olan “Yahudi olmayan Siyonistler”in desteğini devam ettirmek istiyor.
Yahudi şeriatı
Aslında şeriat, Allah’ın peygamberler aracılığıyla gönderdiği bir hukuk sistemidir ve Yahudiler için bu, Mûsevî şeriatıdır. Ama İsrail, Tevrat’tan aldığı ve bayrağındaki iki mavi çizgiyle gördüğümüz “arz-ı mevud” (vaad edilmiş topraklar) hedefine ulaşmak için 1948’de bir “din devleti” olarak kurulmuştur.
Kendisine dünyânın her yerine demokrasi, özgürlük (ve bunların promosyonu olarak laiklik) götürmek gibi bir görev biçmiş olan Amerika Birleşik Devletleri ve onun destekçisi Batı dünyâsı, destekleye destekleye ve hiç hayır diyemedikleri için şımarık bir çocuk hâline getirdikleri İsrail’in bir “din devleti” olmasına ses çıkarmamaktadır.
Bunun da ötesinde İsrail’in bir çıban başı gibi çıkıp huzursuzluğun kaynağı olduğu Ortadoğu, daha doğrusu Mezopotamya’da Türkiye hâriç hiçbir ülke seküler bir rejime sâhip değildir. Bütün yeraltı kaynaklarına hâkim oldukları ve tam anlamıyla sömürdükleri Ortadoğu krallardan, prenslerden, emirlerden geçilmemektedir. Nedense bu ülkelere “Laik ve seküler olun” denmemektedir.
Sekülerizm tekeli
Kendi ülkelerinde, beş yıldızlı otellerde hiçbir iklimsel gereklilik olmamasına rağmen bedevîler gibi giyinen Araplar, aynı otellerin Avrupa’daki şubelerine gittiklerinde takım elbise, gömlek, kravat hatta kraliyet dâvetlerinde fötr şapka giymekten çekinmemektedir. Acaba zor durumdaki futbol takımlarına milyonlar akıttıkları bu ülkelerdeki efendileri – pardon Batılı ortakları – çölde bedevi ama Avrupa’da hiçbir dinî imâ ve imaj taşımayan modern ve seküler figürler olmalarını mı istiyor? Acaba bunu yaparak bu “seküler kıta”ya başka bir kisveyi yakıştırmadıklarını mı gösteriyorlar? Ama bunu yaptırırken, aynı kıyâfetleri kendi ülkelerinde giymeleri konusunda bir yönlendirme yapmayıp “çocuklar görmesin” dercesine, Ortadoğu’ya kıyâfet seviyesinde olsa bile seküler bir hayat tarzı gelmesini neden istemiyorlar?
Bu soruların cevaplarını, “Müslümanlar seküler olmaz” diye hamasî bir geçiştirmeyle veremeyiz. Sömürgeciliğe “beyaz adamın yükü” kılıfını verenler, iliğini kemiğini emdikleri coğrafyaları Hristiyanlaştırırken, kendileri Hristiyanlığı kiliseye hapsedip sekülerleşiyorsa, ben bunda iyi niyet göremem.
Batı, Tevrat’tan kehânetler okuyup kendi kamuoyunun desteğini sürdüren İsrail’e bile seküler olması için baskı yap(a)mıyorsa veya İsrail, Batı gibi bir seküler sistem yerine dinî söylemi üzerinden savaş yürütecek kadar sekülerliğe ters düşen bir yol izliyorsa, bunun benim bulabildiğim iki açıklaması vardır:
1- Batı bir sekülerizm tekeli yapıyor ve sekülerizmın kullanım hakkını sınırlı olarak veriyor.
2- Aslında büyük bir Siyonizm baskısı altındaki Batı dünyâsı dinî devlet konusunda İsrail’e rakip olamayacağı için seküler devlet anlayışı ile durumu idâre etmeye çalışıyor.
Kılıf-kıyâfetinden, oturduğu evlere, seyrettiği film ve dizilerden dinlediği müziğe kadar tüm dünyâyı kendine benzeten Batı, acaba sekülerlik adına özellikle Ortadoğu’da neden bu kadar bencil davranıyor?
İnsanın aklına başka sorular gelmiyor değil ama gündemimiz ve konumuz Filistin ve İsrail olduğu için konuyu dağıtmadan şimdilik burada bitireyim.