Yahudiler M.S 132 yıllarında Bar-Kohbu isyanı ile Roma'ya karşı isyana kalkmış, bu şiddetli ayaklanma Roma devleti tarafından çok kanlı şekilde bastırılmıştı.
Yahudiler M.S 132 yıllarında Bar-Kohbu isyanı ile Roma’ya karşı isyana kalkmış, bu şiddetli ayaklanma Roma devleti tarafından çok kanlı şekilde bastırılmıştı. Kudüs yerle bir edilmiş ve binlerce Yahudi çok feci şekilde öldürülmüştü. Hayatta kalan ise ölümden kurtulabilmek için dünyanın çeşitli bölgelerine dağılmışlardı. Yahudilerin Roma’dan sonra tekrar Ortadoğu’ya dönme planları Osmanlı’nın son dönemiyle beraber ortaya çıkmaya başlamıştı. 19. Yüzyılın sonunda Osmanlı’nın Filistin topraklarında İsrail Devletinin kurulması adına Sultan II. Abdülhamit’i ziyaret eden Theodor Herzl, Osmanlı’nın borçlarına karşılık Filistin topraklarını istemiş, II. Abdülhamit de, şehit kanıyla sulanan toprakların bedeli ancak kan ile ödenebileceğini, devlet canlıyken bir parça dahi koparılmasına müsaade etmeyeceğini söylemişti. Bu cevap ile oldukça şaşıran Herzl 1897 yılında Siyonist Kongreyi toplayarak, İsrail Devletinin cebren kurulması yönünde kararlar aldırmıştı.
Siyonizm’in nihai hedefi “Arz-ı Mevud”
Siyonizm’in temel amacının dünya imparatorluğu olduğuna dair kesin ifadeler bulunmamakla beraber, Siyonistler krallıklarını Tanrının krallığı olarak adlandırıyor. Amaç, Tevrat’ta geçtiğine inanılan “Arz-ı Mevud,” yani vaad edilmiş topraklar olan Nil’den Fırat’a kadar olan coğrafya üzerinde “Büyük İsrail Devletini” kurmaktı. Siyonizm’in nihai amacı, Müslümanların ilk Kabesi olan Mescid-i Aksa’nın yerine Süleyman Mabedini inşa etmektir.
Nazi Almanya’sı döneminde kitlesel olarak katliama, yani soykırıma uğrayan Yahudilere devlet kurulması yönünde ilk adım 2. Dünya Savaşı’nın hemen ertesinde atıldı. Genel olarak Yahudi yazarlar eskiden beri İsrail’in kurulmasının bir BM fikrinin olduğunu iddia ediyordu. İsrail’in ilk Başbakanı Ben Gurion, Time dergisine yaptığı açıklamada “BM idealinin Yahudi ideali olduğunu düşünüyorum” demişti.
Amerikan gemisini vuran İsrail
İsrail’in kuruluşundan beri Washington ve Tel-Aviv yönetimleri arasında başlayan sıkı ilişki, Yahudi lobisinin ABD başkanlık seçimlerini belirleme ve Amerikan dış politikasının İsrail merkezli şekillenmesine neden oldu. Öyle ki, 1967 yılında silahsız bir Amerikan istihbarat gemisi olan USS Liberty, uluslararası sularda İsrailli avcı uçakları ve savaş gemileri tarafından bombalanıp, gemiye Nepalm bombaları atıldıktan sonra bile ABD başkanı, Johnson bu gemiyi savunmayı reddetmesi, İsrail için Johnson’un Siyonist danışmanları sayesinde erişilen başarıydı.
İsrail, savaş ve insanlık suçu işliyor
İsrail, iki devletli çözüm modeli yerine Siyonizm’in başat amacı bölgede Müslüman nüfusu eritme hatta yok etme politikası izliyor. 1948 yılından bu yana izlenen imha stratejisine sessiz kalan başta BM olmak üzere uluslararası kuruluşlar, soykırım sonrası kurulan İsrail’e elverişli şekilde Ortadoğu’da soykırıma yol açabilecek şekilde nükleer silahlara sahip tek ülke olması dahil, insanlık suçuna ses çıkaramıyor. Sivil yerleşim yerlerine attığı ve savaş suçu olarak kaydedilen misket bombalarının kameralar tarafından ispatlı görüntülerine rağmen İsrail devletine soruşturma dahil açılamamıştı.
Türkiye’nin güneyinde kurulmak istenen kukla devletin destekçisi İsrail
Söz meclisten dışarı fakat genel olarak İsrail’in her Filistin saldırısından sonra Filistin davası gündeme geliyor. Fakat İsrail eylemsiz kaldığı zamanlar, bir sonraki büyük saldırısının kuluçka evresi oluyor. Irak’ın kuzeyini İsrail ile birleştirme düşüncesi halen geçerli. Türkiye’nin güneyinde kurulması planlanan kukla terör devletinin İsrail’e uzanan hattın tamamlanması isteniyor.
ABD’nin Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımasıyla her şey bitmiş olmuyor. Kıbrıs melesinde ayrılıkçı Rumların ada Türklerini imha politikasının benzeri Filistin’de Müslümanları yok etme üzerine uygulanıyor. Savaş suçu işleyen İsrail devleti, güçlünün hukukunun geçerli olduğu bir dünya düzenin adeta ispatı niteliğinde.
Dünya, Soğuk Savaş kurumlarıyla idare edilemez
Kudüs, savaş, işgal, yıkım, sefalet ve gözyaşının hiç sona ermediği sıkıntılı bir yer olmaya devam ediyor. Çözümsüzlüğün çözüm olduğu bu meselenin artık Soğuk Savaş kurumlarıyla halledilemeyeceği çok net. Arap Dünyasının bir araya gelerek bu zulmü durdurması noktasında güçlü bir aksiyon alması gerekiyor. Fakat bu noktada Türkiye’den başka kuvvetli somut adım atacak bir bölge devleti pek mümkün görünmüyor.
Büyük İskender ve Aristo
Büyük İskender 30 yaşlarına gelirken bir cihan fatihi olduğunda hocası ünlü filozof Aristo’ya bir mektup yazarak zaptettiği topraklardaki insanları kontrol altında tutabilmek için ne yapması gerektiğini sorar. Aristo’da şu önemli cevabı verir: “İnsanların arasına nifak tohumları ekeceksin. Birbirleriyle savaşınca, hakem olarak kendini kabul ettireceksin. Fakat anlaşmaya giden bütün yolları tıkayacaksın.” İşte bu önemli cevap bugün Ortadoğu’da yaşanan teopolitik, siyasi ve toplumsal bölünmenin nedenini somut şekilde ortaya koyuyor.
Hülasa
Filistin’de iki başlı yönetim acilen sona ermeli ve Türkiye ile Filistin arasında MEB anlaşmasının önü açılmalıdır. Deniz yetki alanlarının belirlenmesi, Türkiye’de Doğu Akdeniz’de Yunanistan’ın politikalarına darbe indirecek ve elini kuvvetlendirecektir. Ayrıca Türkiye’nin haklı Filistin davası üzerindeki ağırlığını arttıracaktır. Türkiye’nin güneyinde neden ikinci bir İsrail devletinin kurulmak isteniyor sorunun cevabı artık çok net. İsrail, tıpkı ünlü Nazi Generali, propaganda bakanı Goebbels’in yolundan giderek, yeteri kadar tekrar edilmiş bir yalan, kabul edilmiş bir doğru olur prensibinden hareket ediyor.
Mescid-i Aksa ve Kabe’nin güvenliğini İstanbul’un güvenliğinden geçiyor. İstanbul, Türklerin himayesinde olduğu sürece ister topla, tüfekle saldırsınlar, İslam dünyasının haksızlık ve suç karşısındaki direnişini kıramayacaklar. Bu davanın üzerine koyarak devam etmek Türkiye’nin sorumluluğundadır. Arap dünyası da coğrafyanın en güçlü katalizör devleti Türkiye’nin yanında durarak eklemlenmelidir.