Bugün iki konuyu hatırlatacağım.
“Milletçe ortak yakınmalarımızdan biri ‘Doğru dürüst markalarımız yok, geleneklerimizi unutuyoruz’ cümlesinde kendini gösterir. Hem şikâyet ederiz hem birçok değerimizi hoyratça harcarız. Çatalçeşme Sokakta, birçok dükkân kaderine terk edilmiş, bazı yayınevleri taşınmış, bazı binalar yıkılmayı bekleyen viraneler gibi öylece duruyor. Uzun yıllar, Türkiye’nin kitap, kültür, yayın merkezliğini yapmış bir sokağın şu andaki hali, her haliyle üzücü. Bilinir olmak, itibar görmek, ilgi görmektir marka olmak. Hem Cağaloğlu semti hem Çatalçeşme Sokak böyle bir markadır. Önceki kuşaklarda, Cağaloğlu hatırası olmayan yazar, gazeteci, sanatçı yoktur. Kitapseverlerin çoğunun yolu Cağaloğlu’na düşmüştür. Bu denli bilinen, bu denli yaşanmışlıklara sahip ve bir kültürü olan sokağın viraneye dönüşerek yok olmasını seyretmek, asırlık bir markanın zayiinden veya geleneği çöpe atmaktan başka nedir ki! İstanbul’un her yerinde yeni kitapçılar açılabilir, yeni kültür-sanat mekânları, yeni kültür vadileri oluşturulabilir, oluşturulmalıdır da. İstanbul kocaman bir dünya kenti… Ne kadar çok kültür mekânı olursa o kadar iyidir ama kadim bir mekânın yaşatılması da önemlidir. Cağaloğlu markadır, Çatalçeşme Sokak markadır. Bir mekânı, ismi, ürünü markalaştırmak için bazen asır gerekir. Elimizdeki hazır bir markamız eriyip gidiyor. Çatalçeşme Sokağı ile ilgili belediyelerin, valiliğin veya bakanlığın bir planı yoksa acilen olmalıdır, diyorum. Çatalçeşme Sokağı, her yaştan insanın ve turistlerin kitap için uğrak mekânı olabilir. Ben olsam trafiğe kapatarak sokağı bir kültür mekânı olarak düzenlerim. Binaların üst katları her mesleğe ofis olabilir ama alt katlarını kitapçılara tahsis ettiririm. Aralara kahve ve çay ortamları yerleştiririm. Böylece asırlık bir kültür mekânı yeniden canlanır. Elbette bunu başarmanın bazı zorlukları olacaktır ama çaba göstermeye değer. Fatih Belediye Başkanlığı, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı, İstanbul Valiliği, Kültür ve Turizm Bakanlığına konuyu duyurmuş olayım. Sokak için böyle bir hazırlık yoksa benim yazım rica olsun, varsa teşekkür yazısı kabul edin.”
Yukarıda tırnak içinde verdiğim yazıyı, 2017 Şubat’ında YeniBirlik Gazetesi’nde, “CAĞALOĞLU KİTAPÇILAR ÇARŞISI İÇİN BİR ÇAĞRI” başlığıyla yayımlamıştım. Üzerinden bir sene geçtiği için, konuyu yeniden hatırladım, size de hatırlatayım dedim. Altını çizerek yazayım… Yeni markalar oluşturmak için dünyalar kadar para harcarken, var olanları yok etme yobazlığından vazgeçelim.
Benzer bir durumu “Sultanahmet Kitap Fuarı”na yaşattık. Aşağıdaki satırlar yine 20 Haziran 2016 tarihli YeniBirlik’ten.
“Diyanet İşleri Başkanlığının öncülüğünde düzenlenen kitap fuarı 35 yıllık bir geçmişe sahip. 2010 yılına kadar Sultanahmet’te yapıldı. Sonrasında, itirazlara rağmen Beyazıt Meydanına taşındı. Fuar, Beyazıt’a taşındığı günden beri can çekişiyor. Oysa Sultanahmet’te fuarın geleneği oluşmuştu. Fuarın, mekân değişimi sonucunda zayıflaması kitap ve kültür dünyamız için kayıp. Alışkanlıklar önemli; alışkanlık kolaylık demektir, suyun kendi yatağında akması demektir. İstanbul’da çok sayıda kitap fuarı olmasına rağmen üç fuar önemli; TÜYAP Kitap Fuarı, CNR Kitap Fuarı, Diyanet Kitap Fuarı. Her birinin anlamı, sosyolojisi, tarihi farklı; her biri bir boşluk dolduruyor. Bu üç fuar içinde, başından beri güçlü olan ama mekân değişiminden dolayı en çok zayıflayan Diyanet Kitap Fuarı oldu. Geleneği oluşmuş güzel bir organizasyonu neden kendi ellerimizde yok ediyoruz? Ayrıca, bu sene fuarı gezerken yayıncıların buruk şekilde “Seneye fuar Yenikapı’ya taşınacakmış” şeklinde konuşmalarına şahit oldum. Bir şeyin yerini bu kadar çok değiştirmek iyi sonuç vermez. Sözün özü… Kitap Fuarı ile Sultanahmet bütünlemişti. Kitap, cami, meydan arasında meydana gelen ünsiyeti dikkate alalım, kararımızı kitaptan yana verelim, fuarı doğal mekânına döndürelim.”