Bahara duyulan özlemi anlatır… Yeni bir başlangıcın tazelenmenin kutsanmasıdır…

Toprağın uyanışıdır. Varoluş ve diriliş günüdür…

İlk yaz ile yeniden dirilişi, Türk destanları içinde karşılığını Ergenekon’da bulmuştur.

Nevruz…

Nevruz, Yenisey-Orhun çevresinden, Altaylara, oradan da Hun Türklerinin Avrupa’ya yürümesiyle Macaristan’a ve Balkanlar’a ulaşmış,

800’lü yıllardan itibaren Hazar’ın güneyinden Anadolu’ya ve Mezopotamya’ya taşınarak daha geniş bir coğrafyada kutlanmıştır…

Osmanlı’da da Nevruz, çok canlıydı…

Çeşitli kaynaklarda Osmanlı padişahlarının Nevruz tebriklerini kabul ettikleri, halkın arasına katılarak Nevruz coşkusuna ortak oldukları belirtilmiştir.

Padişahın katıldığı bu törenlere Nevruz-ı Sultânî ismi verilir, Saray hekimbaşıları hazırladıkları “nevruziye” denen çeşitli baharatlardan yapılmış macunları, başta padişah ve ailesi olmak üzere bütün saraya ikram ederdi…

Manisa’daki mesir geleneğinin kökeni de buradan gelir…

Anadolu kültüründe herkes kendi an’anelerine göre anlamlandırmış ve kutlamıştır…

Örneğin, Alevî ve Bektaşîler Nevruz’u Hz. Ali’nin doğum günü ve Hz. Fatma ile evlendiği gün olarak kabul ederlerken, Şiîler bugünü Hz. Ali’nin halife olduğu gün olarak benimser.

Sünnî Türk toplulukları ise Nevruz’u daha çok tabiat olayları ile ilişkilendirmiş.

Bahara merhaba demek, suyu toprağı, havayı, ateşi kutsamak…

Dua ederek bereketi ve sağlığı hanelerimize memleketimize çağırmak…

Nevruz bayramımız mübarek olsun.

Nûş olsun…

***

“Üçyüzonda gelmiş idim cihana”

Anası Gülizar, bir güz günü köy dolaylarındaki Ayıpınar merasına koyun sağmaya gittiğinde; yol üstünde doğuruyor Veysel’i…

1894 yılı…

Sivas'a bağlı Şarkışla ilçesi Sivrialan köyü…

Göbeğini de kendi eliyle kesmiş, Yaman kadınmış Gülizar ana.

Bebesini bir çaputa sarıp yürüye yürüye köye dönmüş.

Babası Ahmet; bebenin adını Veysel koymuş.

Veysel çocuk yedi yaşında Sivas’ta çiçek hastalığı salgınında hasta olmuş,

Sol gözünde “çiçeğin beyi” çıkmış kendi deyimiyle...

Göz akıp gitmiş.

Sağ gözüne de perde inmiş önceleri. Yalnız ışığı seçebiliyormuş bu gözüyle. Babasına “Çocuğu Akdağmadeni'ne götür, orada bu gözünü açacak bir doktor var” demişler…

Ardından gelen bir kaza ise tüm umutları elinden almış…

Yirmi yaşlarına geldiğinde artık iyi saz çalan, iyi ustamalı şiir okuyan bir halk sanatçısı olmuş…

Onu kültürümüze kazandıran Ahmet Kutsi Tecer olmuştu…

Veysel’in yıldızı, Ahmet Kutsi Tecer’in, 5-7 Kasım 1931 tarihinde Sivas’ta yaptığı I. Sivas Halk Şairleri Bayramına katıldıktan sonra parlar…

Her deyişinin, havalandırdığı her türkünün ayrı bir felsefesi vardır.

Yine de bu yazıyı en sevdiğim dörtlüğü ile bitirmek istiyorum

Dünyada tükenmez murat var imiş

Ne alanı gördüm ne murat gördüm

Meşakkatin adın Murat koymuşlar

Dünyada ne lezzet ne bir tat gördüm…