Vakıf Katılım web

ZOR ZAMANDA ADAM OLMAK

Ümit G. CEYLAN 05 Kas 2020

Ümit G. CEYLAN
Tüm Yazıları
Kültürümüzde çocuklara oku da adam ol boşuna denmemiştir.

Kültürümüzde çocuklara oku da adam ol boşuna denmemiştir. Cehaletten aydınlığa adım atmanın, karanlıktan ve zulümden kurtulmanın ilk adımı okumak, idrak etmek ve şuurla yaşamak olmalı. Babacığım bak ben müdür oldum, başkan oldum vali oldum diyen ve ayağına çağıttırdığı babasının, oğluna verdiği cevap hepimizin malumudur. Baba oğluna; “evet önemli bir mevkiiye gelmişsin ama ayağına babanı çağırtarak adam olamadığını da göstermiş oldun” diyerek bize de bir ders verir. Aslında adam olmak için okuruz. Adam olmak için hizmete talip oluruz.

Aza tamah et

İnsandır hayata anlam katan, değer veren. Çünkü bir şeyi faydalı bir yerde de kullanabilirsin tam tersi insanlığın zararına da kullanabilirsiniz. Bıçak mutfakta, atölyede, ormanda çok yerde kullandığımız bir alettir. Teknolojinin bu kadar ilerlemesine rağmen bıçaksız  bir hayat düşünülemez. Ama gelin görün ki bıçak taşımak bazen insanın ömrünü de karartabilir. O yüzden adam olmak demek nefsinin zaaflarını iyi bilmek demektir. Bu zaafları bilip üzerine gidebilmek bir yandan terbiye edebilmek insanı yanlıştan, tehlikeden koruyacak demektir. İnsan nefis taşıyan bir varlıktır o yüzden ayette harama yaklaşma denilmiştir. Bir lokmacık ömründe paraya, mala, mülke tamah etme. Yaşayacak kadarını edin diye tavsiye edilir. Elbette bu genel bir tavsiyedir. İnsanoğlunun aç gözlülüğü düşünüldüğünde bir ölçü belirlenmesi gerekmiştir. O yüzden başını sokacak bir dam olsun gözün doysun denmiştir. Ama ağanın da eli tutulmaz. Kendine güvenen, fazla mal ve mülk ile şımarmayacak adamın elindekileri ihtiyaç sahiplerine vermesi ve paylaşması gerektiğini de bilmeliyiz.

Her zamanın insanı olabilmek

Hayatta acı, keder ve sevinç, hüzün hepsi iç içedir. Tarihte Ispartalılar çocukları dayanıklı olsun diye aç bırakılır, kırbaçlanır ve bazı zorluklarla yüz yüze getirilirlermiş. Çünkü o devrinin yaşam şartlarına göre hayata hazırlanırmış insanlar. Türkler’de de çocuklar kız veya erkek at binmek, ok atmak, güreş tutmak veya yarışmak gibi alanlarda hüner göstermeleri için talim görürlermiş. Günümüzde ise sanki hayat hep güllük gülistanlıkmış gibi çocuklar yetiştiriliyor. Ellerine bir kıymık batsa ebeveynleri olarak dünyayı ayağa kaldırıyoruz. Düşünce hemen yerden kaldırıyoruz. Düşecek diye de korkuyoruz arkasından aman koşma düşeceksin diye de uyarıyoruz. Oysa çocuk düşecek ve kalkmayı öğrenecek. Eğer bunu küçük yaşta öğrenmezse ileri yaşlarda daha büyük ve acımasız gerçeklerle hayatın tokatını yiyor.

Zaman zor zaman

Zor zamanda aranır adam olmalıyız. Adam olmak, tek cümleyle kendini topluma adamaktır. Kalbi toplum için çarpmaktır. Ülkemizde bir yerde afet, felaket yaşandığında doğudan batıya, kuzeyden güneye koşmak demektir. Nerede bir dert, acı ve sıkıntı varsa orada olmaktır. İyiliği, güzelliği, doğruluğu, paylaşmaktır. Zor zamanda adam olmak bütün menfaatleri sırt çevirmiş kendini insanlığa adamaktır. Milli birlik ülkemizdeki insanları işaret etse de bütün insanlığı gözetmek, zayıfları, kadınları ve mazlumların elinden tutmaktır. Zor zamanda adam olmak ilminle irfanla, malınla mülkünle, ününle, şöhretinle, sanatınla, siyasetinle insanlık görevini canla başla yapmaktır. İnsan işte o zaman adam olunur. Hem de zor zamanda adam olunur. İnsan muhatabının eksiklikleri ve hataları üzerinden değil dostluk ve kardeşlik üzerinden yücelebilir. İnsan zor zaman güncellenebilir ve güçlenebilir. Artık kelime ve kavramların yeniden anlam kazanma zamanı. Sevgi, şefkat ve merhametle yoğrulan bir medeniyet insanlığın ümit ettiği bir medeniyettir. Uykudan uyanmak için, yeniden dirilmek için zihniyet değişimi gereklidir. Bu uğurda zamanı iyi kullanan, zamanın ruhunu şuurla taşıyan, yazar - çizer, münevver, akademisyen, öğretmen, sosyal sorumluluk şuuru taşıyan herkes kibiri, çekememezliği, görmemezlikten gelmeyi bırakmalı, topyekûn zihniyet değişiminde buluşmalı. Zor zamanda insan, adam olmalı vesselam.

BİRBİRİMİZİN ELİNDEN TUTALIM

Cuma günü İzmir’deki depremle sarsıldık. İçimiz yandı ve hala da haberleri izledikçe yanıyorıyoruz. Ama yakınlarını kaybedenler işte onlar hayatları boyunca bu anı unutmayacaklar. Hele hele evlatlarını kaybedenler. Anne, babalarını, kardeşlerini ailelerini kaybedenler. Allah’ım bu çok büyük bir acı ve Rabbim kimseye vermesin. Allah o insanlarımıza da sabır versin. Biz TV’lerden izliyoruz sonra bu habeler bitecek ve bu deprem de 99 depremi gibi acı anılarla kalacak. Arama, kurtarma çalışmalarında büyük çaba sarfeden görevliler de duygularına hakim olamıyorlar. Enkazların altından çıkan cansız bedenler karşısında gözyaşlarına hakim olamıyorlar. İnsanız çünkü. Bizde eşlik ettik onlara. Öte yandan kurtarılan her canda sevindik. Hele hele kurtulan bir çocuksa, gençse daha da çok seviniyorum. Çünkü bekleyenlerine kavuşacak diye misliyle duygulanıyorum. En son Elif bebek bizi sevince boğdu ardından Ayda bebek. Kurtarılan köpekler, kediler hatta tavşan bile vardı. Allah’ın ipine sarılmaktan başka bir çaremiz olmadığını bize Eif bebek, Ayda bebek gösterdi. Umudunu yitirenlere adete bir tokat gibi yüzüne vuruyor bu kurtarışlar. Devamında daha çok şey öğreniyoruz bu depremden. Nasıl da bir ve beraber olabildiğimizi, nasıl da birbirimizin uzvu gibi tek parça olduğumuzu gösterdi bu afet. Ve yine birbirimize sarılmaktan, anlamaktan, inanmaktan başka bir yolun da olmadığını gösterdi bu felaket. Hiç tanımadığımız insanların bizi enkazdan kurtarmaya geldiğine onların ne dini ne mezhebi ne dünya görüşü ne siyasi tercihi hiçbirisinin bir anlamı kalmıyor. Sadece insanlık kazanıyor. İnşaallah hep böyle kalalım ve bize afetler, felaketler öğretmesin insanlığı, merhameti.

ADI NE OLURSA OLSUN

Adı güzel kız

adı nur yüzlü

adı umut

adı bekleyiş

adı mucize

adı insan

adı sessizlik

adı İzmir depremi

adı Türkiye.

Her bir sözcük dilimizde lâl ciğerlerimizde ateş, toz duman arasında parlayan bir ışık, gözlerde acı, bakışlarda sorgu ama dinecek bu da bitecek, mahşere  kalan hesabı bugün görsek, aynı aynaya tekrar tekrar bakmasak. Anne diyen dudaklara gül kondursam, annen olamasak da her birimizden bir damla süt yüreğini serinletse, cümle kuracak hâl kalmadı, bu enkaz değil ki, esas bundan sonrası; annesiz, babasız, kardeşsiz, evlatsız yitik olmak var. Türkiye! bundan sonrası senin elinde. Uykudan uyan! Yıkıldık, yıldık sonra yine yıkıldık ve yıldık.. Bundan böyle adı ne olursa olsun depreme yenilmeyecek bir ordu kurulsun. Hak ve hakikat inşaa edilsin. Tuğlayı doğru koymayanın boynu vurulsun. Erler uyansın artık. Adı ne olursa olsun Elif bebek, Ayda bebek ve niceleri sevdiklerinden ayrıldı. İzmir depremi uyanmanın adı olsun. 

GERİYE DÖNMEMİZ LAZIM

Geriye dönmek, geri gitmek; ileri değil de geriye bakmak her zaman da kötü değildir. Çünkü çok ilerledik. O kadar ki ruhumuz geride kaldı bize yetişemiyor. Bedenimiz dünya hapishanesinde mahkum kaldı. Konserve kutuları gibi beton duvarlara sıkıştırıldık. Ayağımız topraktan uzaklaştı çok yüksek katlara çıktık. Belki de bunu marifet diye yaptık. Kuşbakışı her yere hakim olmak, insana bir ego bir tatmin verdi. Sanki herşeye sahipmişiz gibi. Halbuki asansör bir bozuldu mu, değil yirminci kata beşinci kata bile merdivenlerden çıkmayı göze alamayız. Ama tepelerde deniz manzarasını görünce özgürüz sandık. Ne kadar büyük yanılgı. O yüzden toprakla kaderimizi paylaştığımız, meyve ağaçlarının altında derme çatma kalaslardan yapılan oturaklara, şiltelere uzanıp ayı islediğimiz doğayla hemhal olduğumuz günlere geri dönmeliyiz. Yoksa bu beton duvarlar, öfkeli deniz suları bizi yutmaya devam edecek. Dağılmalıyız usulca sağlam arazilere. Az eşya ile az konfor az insan az zehir bize yeter ömrümüzce. Çok güzel evlatlarımıza bu acıları yaşatmaya hakkımız yok. Geriye dönelim artık; kendimize.

ARTI EKSİ

Artı

İnsan olan

Simyacı romanı ile Türkiye’de akıllara kazınan Brezilyalı yazar Paulo Coelho 1 Kasım tarihinde resmi tweeter hesabından İzmir depremine bağış yapacağını ilan etti. Paylaşımda, Kızılay’ın yanında Kızılhaç’ın da logolarını kullanan yazar Türkiye’nin yanı sıra Yunanistan’a da deprem dolayısıyla bağış yapacağını açıkladı. İnşirah suresini takipçileriyle paylaşan ünlü isimin bu duyarlılığı karşısında dünyanın neresinde yaşanırsa yaşansın acıların insan yanımızı ortaya çıkardığımızı görebiliyoruz. Bir yandan böylesine insana yakışan haberleri duyarken bir de içimizi ısıtan bambaşka haberler alıyoruz. Hayvan mesabesinde bile olamayan insanların paylaşımlarını görünce bir köpeğin güya ezeli düşmanı olan kediyi enkazdan kurtarması hepimize ders oluyor. Bob adlı K-9 köpeği kedinin sesini duyup arama kurtarma ekiplerine haber veriyor sonrasında kedi kurtuluyor ve ekip ona Umut adını koyuyor.

Eksi

İnsan olmayan

Microsoft Fransız yöneticisi Maxime Rastello İzmir’deki depremle ilgili insana yakışmayan ifadeler kullandı. “Bunu hak ettiniz” tarzında bir ifade kullanan Rastello ile ilgili Microsoft bir açıklama yaparak şahıs ile ilgili “söz konusu kişi Microsoft çalışanı değildir ve hiçbir zaman da (bu ifadeyle aslında biz kendisini tanıyamamışız denmektedir) olmamıştır. Kendisinin yaptığı paylaşım nedeniyle, MVP programlarıyla olan tüm ilişkisine son verilmiştir. Tüm iyi dileklerimizi İzmir depreminden etkilenen vatandaşlarımıza gönderiyoruz. “BAE’li gazeteci Hamad Al Mazrouei, İzmir’deki depremin ardından, “Bugün Cuma, Türkiye’nin bütün camileri Fransa’yı yıktığını iddia ediyor. Allah İzmir’den cevapladı” demiş ve yanına da gülmekten ağlayan imojisi koymuş.

NİJERYALI BALET ÇOCUK

Sosyal medyada uzun süredir bir haber var gerçekliğinden emin olmadığım. Ancak buraya konu etmek istediğim haberin teyidinden çok insanların yorumları. Nijeryalı çocuğun yağmur altında, mutlulukla çamur yüzeyde bale yapışını izlediğimiz videonun paylaşımının altına heyecanla mesajlar yazmış. Söylenlene göre bu çocuk ABD’den bale bursu almış. Zerre sevinemedim ve hatta üzüldüm. Batı tarafından lime lime edilmiş bir ülkenin batının silahı olan ona ait bir kültürle asimile edilmesine gönlüm razı olmadı. Evet çocuk dans etmekten keyif alabilir elbette bunda tuhaf olan bir şey yok. Ama Nijeryalı bir çocuk neden bale yapmak istesin. Yokluk ve sefaletten bezgin bu halk kendi kültürüyle baş başa bırakılsa, hatta tümüyle batı ellerini bu topraklardan çekse ve Nijeryalı bu çocuk halkın dansını bize gösterse daha sahici olurdu. Kim bilir bu çocukcağazın başına o endüstrinin içinde neler gelecek? Elinden kimler tutacak veya ne bedeller ödeyecek? Ama bir Nijeryalı olarak kendini tam olarak oraya ait hissedecek mi? Ben bu habere sevindemedim doğrusu. Olaya pembe gözlüklerden sanat, kültür aşkına bakmak isterdim ama bunun böyle olmadığını da biliyoruz değil mi?