Vakıf Katılım web

YOKSA GEZİ OLAYLARI TRAFİĞE KAPALI ALANDA MI YAPILMIŞTI!

Doç. Dr. Can CEYLAN
Tüm Yazıları
Eski zamanlarda mahallenin âbileri tarafından "minâre gölgesi", "davul tozu" veya "solak tornavidası" almaya gönderilen veletler gibi, birilerinin maskarası olan bu çocuk farkında olmadığı görevini yaptı ve ülkenin gündemde kalması gereken ciddi sorunlar kaynayıp gitti.

Bakmayın ülkenin gündeminde on yaşındaki bir çocuğun medya malzemesi olarak kanal kanal dolaştırılmasına. Bir aya kalmaz, ne adı hatırlanır ne de yüzü. Karakteri iğdiş edilmiş bu çocuğun bundan sonra yaşayacağı sorunlarla da oğlundan fırça yiyen annesinden başka kimse ilgilenmez.

Eski zamanlarda mahallenin âbileri tarafından “minâre gölgesi”, “davul tozu” veya “solak tornavidası” almaya gönderilen veletler gibi, birilerinin maskarası olan bu çocuk farkında olmadığı görevini yaptı ve ülkenin gündemde kalması gereken ciddi sorunları kaynayıp gitti.

Dolar ve enflasyon felâket tellallarının beklediği gibi yükselmediği için, ekonomik kriz patlamadığı için yeni ayak oyunları yapanlar, ülke gündemi “cambaza bak” misâli on yaşındaki çocuğu seyrederken Gezi Ayaklanması davasındaki beraat karârı kaynama noktası geldi ve unutulmak üzere.

Oysa şimdi yerel gündemde yer bulmakta zorlanan Gezi Ayaklanması, olaylar sırasında dünya gündeminin birinci sırasındaydı. Üç-beş ağacın yer değiştirmesini önemseyen(!) dünya basını, günler önce Türkiye’de mevzilenmişti. Küresel yayın yapan haber kanalları, yayınlarını Taksim Meydanı’ndan yapıyor ve dünyâdaki diğer konulara kısaca değinip tekrar Taksim’deki görüntülere geri dönüyordu.

Mesele sâdece Taksim’den yayın yapmakla kalsaydı sorun yoktu. Kimsenin hakkında dava açılmayacaktı. Davalar açıldı ve sanıklar hakkında iddianâmeler yazıldı. İddianâmelerdeki FETÖ parmağının izi hâlâ görülebilse de, bu yapılan vandallığa mâzeret olamaz, çünkü onca şiddet iddianâme yüzünden yapılmadı. İddianâme, yapılanlar yüzünden yazıldı.

Şimdi “suç değil” denilip beraat ettirilen neler yapılmamıştı ki. Polisten kaçan eylemcilere Taksim şubesinin kapılarını açmayan Starbucks’ın diğer şubeleri yağmalandı. Bağdat Caddesi’ndeki şubede bir gün önce kahve içenler, ertesi gün zombiye dönüşmüştü. Taksim Meydanı’ndaki yılların ıslak hamburgecileri ortaklık akitlerini fes edip talan edilmekten kurtuldu.

Gezi Parkı’nı işgâl edenlerin tuvalet eğitimlerindeki eksiklik sebebiyle park iki gün içinde idrar ve dışkı kokusundan durulamaz hâle geldi. Ama mesele kendi pislikleriyle sınırlı kalmadı. Barışçıl ve hümanist amaçlarla toplananlar, birden içlerindeki canavarı dışarı çıkartıp, günlük hayâtı işlemez hâle getirdiler. İstiklâl Caddesi’nde günlerce siftah yapamayan esnaf, deposunda son kullanım târihi geçen malzemeler yüzünden yüzbinlerce lira zarar etti.

Taksim Meydanı’nda milyon dolarlık belediye otobüsleri yakıldı. Özel televizyon kanallarının canlı yayın araçları kullanılmaz hâle getirildi. Kaldırım taşları söküldü ve Gümüşsuyu Caddesi’ne barikatlar kuruldu. Ara sokaklar “kurtarılmış bölge” hâline getirilip halkın giriş-çıkışı engellendi. Ücretsiz dağıtılan biraların sıcaktan bamya suyu hâline geldiği ortamda, devrim şarkıları söylenip “başka bir dünya” hayâli kurulurken, ülke ekonomisi darbe aldı.

O kadar kin ve nefret doluydular ki, 1453’ten beri zulüm altında yaşadıklarını zannedenler, bu nefretlerini kusma fırsatını kaçırmadılar. “Mustafa Kemal’in askerleri”, ellerindeki bayraklarla PKK’lıların koluna girip Taksim Anıtı’nı görsel olarak kirlettiler. Atatürk ile terörist başı Apo’nun posterlerini yan yana koyarken, bir an bile tereddüt etmediler.

Adında “Atatürk” olduğu için yıkılıp yenisinin yapılmasını engellendikleri AKM’nin üstüne astıkları pankartlara Atatürk’ün kemikleri sızlattıklarını anlayamadılar, çünkü kafaları bedâva dağıtılan biralar yüzünden düşünme becerisini kaybetmişti.

En çok seyredilen dizilerin oyuncuları, sezon arası olmasını fırsat bilip Taksim’i mesken tuttular. Hiçbirinin zerre zarârı olmadı. Daha sonra da nice dizilerde oynadılar, nice sinema filmi çekip ceplerini doldurdular. İstedikleri “başka dünya” neydi acaba?

Şimdi mağaralarında uykuya çekilen vahşi hayvanlar gibi yok olan “Duran adam”, “Kırmızılı kadın” figürleri, balon gibi şişirildi ve baş tâcı edildi. İstanbul sokakları sprey ile yazılan “O.Ç. …” yazılarla doldu. Recep Tayyip Erdoğan’ın rahmetli annesi ve eşi hakkında hakaretler yapılırken, hümanist kadın kuruluşları tek bir kelime etmedi.

Düşmanı denize dökmekle övünenler, NATO ve BM’nin Türkiye’ye müdahalesi için “seküler dualar” ettiler. Çoğu doktoralı denilen Zeki Parkı işgâlcileri, gecelerin toplandıkları ateşin etrâfında “Kışkış Tayyip kışkış, yallah Tayyip yallaah” diye şarkı söyleyip ilkel kabile ritüelleri yaptılar. Şimdi çevreci geçinenler, muslukları açıp İstanbul’un suyunu bitirerek hükûmeti istifa ettirme yöntemleri keşfettiler. “Hergünün mâliyeti 10 milyar $” deyip bir haftaya ekonominin çökeceğini ve hükûmetin gideceğini düşünecek kadar “vatansever” olduklarını öğrendik.

Taksim’e Gezi Anıtı

Bunlar ve daha nice vandallık olmamış gibi, sorumlular beraat ettirildi. “Cumhuriyet Mitingleri”nin hedefi olup erken seçim karârı alınmasına sebep olan Abdullah Gül de, bir sonraki seçimde “geniş mutabakat” oluşturmak için “üstüne düşeni” yaparak bu beraat karârını savundu.

FETÖ’cü emniyet mensuplarının tahrikleriyle alevlenen olayların yine o zamanlar FETÖ’cü savcılarca hazırlanan iddianâmeyle yargılanması davâyı boşa düşürdü. Ama kamuoyu vicdânının bu beraat karârını hazmetmesi mümkün değildir. Çünkü Gezi olayları, sâdece film platolarında, dublörün yapması uygun görülecek kadar tehlike eylemlerden oluşmuştu. Bu gibi hareketler ve eylemler, sâdece trafiğe kapalı alanlarda yapılırsa mâzur görülebilecekken, Taksim Meydanı’nda ve ülkenin genelinde yedi yüz olay olmasına rağmen, görmezden gelinmektedir.

Oldu olacak, olayların yıldönümünde çiçek koyup kutlama yapmak için Gezi Parkı’ndan fıskiye yerine bir de anıt dikilsin de tam olsun. Böylece içlerindeki nefretin putu da somutlaşmış olur.