"VATANSEVER GÖRÜNÜMLÜLER"İ ANLAMA KILAVUZU – MADDE 1 (TÜRKÇE)

Doç. Dr. Can CEYLAN
Tüm Yazıları
Her şeyde olduğu gibi vatan sevgisi de, "sözde kolay" ama "özde zor" bir meseledir.

Uzun bir süre devam eden “dinî görünümlü grupları anlama kılavuzu” yazı dizisinden sonra, toplumumuzun diğer bir sorunu olan “vatansever görünümler” konusuna gireceğimi yazmıştım. Önce “vatansever görünümlüler” tâbirinden ne kastettiğimi açıklamak isterim

“Vatansever görünümlü” ne demek?

Her şeyde olduğu gibi vatan sevgisi de, “sözde kolay” ama “özde zor” bir meseledir. Dolayısıyla vatanseverlik konusunda mangalda kül bırakmayan, ancak iş, icraata gelince “ama” ile başlayan cümleler kuranların sayısı hiç de az değildir. Bunlar, arkadaşlarla yemek yerken hesap gelince tuvalete giden veya cebindeki cüzdanı bir türlü çıkaramayanlara benzer. Sorsanız bonkördürler ve paraya kıymet vermezler. Ama nedense diğerleri hep onlardan hızlı davranır.

Vatanseverler olduğunu iddia edip aslında “-miş gibi yapan” sözde vatanseverlere, “vatansever görünümlüler” diyorum. Evin dış görünümüne önem veren ancak demir ve betonda malzemeden çalan müteahhitlerin yaptığı binâların, ilk depremde yıkılması gibi, bunların vatanseverlikleri de ilk zorlukla karşılaştıklarında toz duman olmaktadır.

Ama “vatansever görünümlü” olmak konusunda çoğu zaman, onların samimiyetsizliklerini ortaya çıkaran zorlukların dışında dikkat etmemiz gereken hususlar vardır. Bu hususlar, “toplum mühendisliği” ile öyle normalleştirilmiştir ki, çoğu zaman “bunun vatanseverlik ile ne ilgili var?” şeklindeki tepkilerle karşılaşmamız kuvvetle muhtemeldir. Şimdi gelelim bu hususların en önemlisine: Türkçe

Dilimiz, aklımız ve târihimiz

Francis Bacon (1561-1626), dilin insan için önemini şu sözlerle vurgulamıştır: “Dil, aklın ayak izleridir.” Kişisel anlamda dilimiz, düşüncelerimizin dışa vurumu ve bizim arkamızda bıraktığımız düşünsel izlerdir. Bize ulaşmak ve bizi anlamak isteyenler bu izleri tâkip edebilirler. Aynı şekilde, ulusal anlamda bir milletin târihi de o milletin yazdığı ve konuştuğu dilde saklıdır. Bir millet, kendi târihini ancak kendi dilinde yazarsa ve yazabilirse, kendini anlatmış ve târihini oluşturmuş olur. Bu anlamda, başka dillerde yazılan târih kitaplarını başarıyla tercüme etsek bile, târihimizi başkalarının aklıyla okumuş ve kendimizi başkalarının gösterdiği şekilde görmüş oluruz. Zira o çeviri metinlerin kaynak metinleri, o metinleri yazan milletin kendi dilleriyle bıraktığı ayak izleridir. O metinleri okuyanlar, bizi değil onları tâkip etmiş ve onların peşinden gitmiş olur.

Kamus, nâmustur

Biz, nâmusuna düşkün bir milletiz. Ama nâmusu sâdece kadın-erkek ilişkisi seviyesine indirdiğimizin ve ucuzlattığımızın pek de farklı değiliz. Oysa kişinin nâmusu, ahlâkıyla doğru orantılıdır ve kişi ahlâkını koruduğu oranda namusludur. Aynı şekilde toplumların ve milletlerin nâmusu da, o toplumu var eden değerlerin korunmasıyla mümkündür. Bu korumanın en öncelikli savunma hattı, dildir. Türkiye özelinde bu savunma hattı Türkçedir.

Anayasamızın değiştirilemeyecek ve değiştirilmesi teklif bile edilemeyen maddelerinden Madde 3 şöyledir: “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir. Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır. Millî marşı "İstiklal Marşı"dır. Başkenti Ankara'dır.”

Yâni Türkiye devletinin kimliğinin unsurlarından biri, Türkçedir. Her bağımsız devlet, eğitimi sistemini resmî dili üzerine kurar. Bağımsız bir ülke içinde, yabancı dille eğitim yapan okulların (Türkiye’de misyoner okullarının) giderleri, o okulu kuran diğer devletler tarafından karşılanır. Bir başka deyişle, her bağımsız ülke, kendi resmî dili için kendi sınırları veya dışında olsun, eğitim masrafını kendi yapar.

Sözlük (kamus) dillerin somut belgeleridir. Günlük dildeki değişikliklerle zenginleşir ve değişimini sürdürür. Ancak bu değişim, doğal olmayan yollarla yapılır ve bâzı kelimeler devlet emriyle yasaklanırken, bâzı kelimelerin kullanımı zorunlu tutulursa, bu müdahale, toplumun namusu olan dile müdahaledir. Bir dile yapılan bu müdahelenin birçok örneği vardır ama bunlar sömürülen ülkelerde, sömürgeci devletlerce yapılmıştır ve sömürgeci devletlere pahalıya mâl olmuştur.

Kurt kırması kangal

Bu bâriz gerçeğe rağmen ülkemizde, göz ardı edilen bir garabet söz konusudur. “Dil devrimi” yapmış ve kendi diline ne kadar önem verdiğini kuruluşunun en önemli adımı olarak atmış bir devletin vatandaşı olan bizler, hangi ideoloji, hangi dünya görünüşü ve hangi siyâsî fikre sâhip olursak olalım, “İngilizce eğitim” uygulamasına vermemiz gereken tepkide çok duyarsızız.

Bunun bir örnekle açıklayayım. Dünyânın en saf köpek türü olarak kabul edilen kangalların özellikle küçük baş hayvancılık açısından çok önemli olduğu bilinir. Sivas-Kangallı bir arkadaşımın kangal üretim çiftliği vardı. Bu arkadaşım, bâzı üreticilerin, başka amaçla kullanılmak üzere kangalları kurt gibi diğer köpek türleriyle çiftleştirilerek “kırma” tür elde edildiğini anlatmıştı. Ancak bu kırma kangalların, saf kan kangalların aksine çoban köpekliği yapamadığını söylemişti. Çünkü sürüye saldıran kurdu kendi kanından bilip bu kurtları tehdit olarak görmezlermiş.

Ben, yabancı dille eğitime tepki vermemeyi, buna benzer sosyal bir kırılmaya benzetiyorum. “Yabancı dille eğitim” ile “yabancı dil öğretimi” arasındaki farkı bilmeyip ve öğrenmek için çaba harcamayanlar, bence “vatansever görünümler” arasında en tehlike olanlardır ve sayıları bir hayli fazladır.

Lisans eğitimini İngilizce Öğretmenliği bölümünde tamamlamış ve meslek hayâtının bir bölümünde İngilizce öğretmenliği yapmış biri olarak bu hususun, “millî ve yerli” vurgusunun bu kadar ön plânda olduğu günlerde, görmezden gelinmesini ancak kırma kangal örneği ile açıklayabiliyorum.

Suriyeli sığınmacılara anadilleri olan Arapçayı konuşuyorlar diye tepki gösteren; Kürt vatandaşlarımıza anadilleri olan Kürtçe sebebiyle teröristlik iftirâsı atanlar, nedense kendi çocukları Türkçeyi öğrenmeden onlara İngilizce eğitim yapan okullara göndermekte sakınca görmemektedir. Bu okullara her yıl küçük bir servet olarak ödenen ücretlerin de, millî servet olarak kendi cebimizden kendi rızâmız ve hatta ısrârımızla çıkması işin garâbetini ve tehdidin büyüklüğü göstermektedir.

Plazadaki “vatanseverler”

Dünyânın en büyük sömürge ülkesi Hindistan’da bile insanlar İngiltere’nin etkisinde çıkmak için İngilizce yerine, çok zor bir alfabe kullanarak anadillerini konuşma konusunda bir tavır sergilerken, bizler İngilizce uğruna ilkokuldan üniversiteye kadar bilimsel eğitimi ikinci plâna itiyoruz. Dört yıllık üniversite eğitimimizi, “İngilizce hazırlık” ile beş yıla çıkartıp bu masrafı üstleniyoruz. Ama üniversitelerimizin uluslararası kalitesi tartışılırken, sorunun temelinde anadille bilim yapmıyor olduğumuz gerçeğinin üstünü örtüyoruz.

Konuşurken araya İngilizce kelimeler sıkıştırarak “plaza dili” konuşup “hava attığını zannedenler”, 29 Ekimlerde, 19 Mayıslarda, 23 Nisanlarda ellerine bayrak alıp yürürken ne kadar yapmacık olduklarını ve “vatansever” olma iddialarının havada kaldıklarını acaba ne zaman idrak edecekler?