VARLIĞIMIZIN CEVHERİ

Dr. İlhami FINDIKÇI
Benim de mezarım burası herhalde diye düşündüm ve bildiğim duaları okudum.

“Korkunç bir gürültüyle sarsıldık, deprem oluyordu ve bir türlü bitmiyordu. Evin içinde savruluyorduk. Eşyalardan sonra duvarlar devrildi. Bir ara kapının kolunu yakaladım ama açmayı başaramadım çünkü kapı yerinde durmuyordu. Çatı üzerimize yıkıldığında karanlığa gömüldük. Ben yatak odasındaydım ve eşim, kucağında kızımızla koridordaydı. Kızımın inlemesini duyuyordum. Alt üst olan yatak odamızda mezara benzer küçük bir oyukta öylesine duruyordum. Sol bacağımda yoğun bir ağrı vardı.  

Benim de mezarım burası herhalde diye düşündüm ve bildiğim duaları okudum. Sanırım kendimden geçmişim. Yoğun bir yağmur sesiyle uyandım. Dehlizlerden sızan ışıktan gündüz olduğunu fark ettim. Üç katlı binamızın en üst katında oturuyorduk. Yeni yaptığımız çatının saçlarına hızla vuran yağmur damlaları sanki bana bir şeyler söylüyordu. Yağmur yağıyor ve hayat devam ediyor. Mücadeleye başladım. Depremlerdeki kurtarma çalışmaları aklıma geldi ve küçük hareketlerle sıkıştığım oyuğu genişletmeye çalıştım.

Bir hedefim vardı. Yatak odasından koridordaki eşime ve kızıma ulaşmak. İki canımın ismini defalarca haykırdım. Ses yoktu. Sanırım bir metre kadar sürünerek ilerlediğimde kızımın ‘Baba neredesin?’ dediğini duydum. Babası kurban olsun, yatak odasından koridora gidemiyordum bir türlü. Sonra kızımla konuşmaya başladık. Annem uyuyor, konuşmuyor dediğinde eşimin ölmemiş olması için dua ettim.  

Onlara ulaşmaya çok az mesafe kaldığını hissettiğim yerde kocaman beton kiriş vardı. Ve onu aşmam imkansızdı. Bir yandan kızımı teselli ediyordum. Onlara ulaşacağımı, annesinin uykudan uyanacağını ve beraberce kurtulacağımızı anlatıyordum. Diğer yandan kızımı nasıl yaşatacağımı, bacağımda giderek artan ağrıyı nasıl dindireceğimi düşünüyordum. Çaresizdim. Yanı başımızdaki mutfakta olan ama ulaşamadığımız bir parça ekmek, biraz su ne kadar değerliymiş. Sonra çaresizlerin sahibine yalvardım hıçkırıklar içinde.

ANNEM, BABAM, EŞİM

Galiba olmayacak diye düşündükçe direncim azaldı, mücadelem zayıfladı. Çok yorgundum, yeniden uyku bastırdı. Ne kadar süre geçti bilmiyorum yeni bir sarsıntı ile uyandım. Kızımın çığlıklarını duydum yeniden. Ve ne oldu biliyor musunuz? İkinci depremde o kocaman kiriş bir yerden emir almış gibi yana çekilmiş, eşime ve kızıma ulaşmak için özel bir koridor oluşmuştu adeta.

Sürünerek ilerledim ve onlara ulaştım. Eşim, kızımı korumak için üzerine kapanmış başından yara almış ve vefat etmişti. Uzun bir uğraşla 7 yaşındaki kızımın elini tutabildim ve eşimin cansız bedeninin altından çekerek çıkardım. Şükür yarası yoktu, göz göze geldik ve ağladık. Neyin gözyaşlarıydı bilmiyordum. Bizim için ikinci deprem kurtarıcı oldu. Kızımın dudaklarını tükürüğümle ıslatmaya çalışırken bir süre uyudu.

Sonra kurtarma ekiplerinin seslerini duyduk. Allah razı olsun saatlerce mücadele ettiler. Mağaraya benzer uzun bir oyuk oluşturarak önce kızımı sonra beni kurtardılar. Bu kurtarma sırasında da artçı depremler oluyordu. Yardım ekipleri bize ulaşmak için canlarını hiçe saydılar. Binamızda eşimle birlikte yedi cenaze çıkana dek bekledim enkazın başında. Alt sokakta oturan annemin ve babamın da rahmetli olduklarını öğrendiğimde bir daha yıkıldım. Koşup ağlayacağım iki kucağı da yitirdim. Dün beraber olduğumuz, birlikte hayaller kurduğumuz annemi, babamı, eşimi yan yana toprağa verdik…

Molozların altında neleri düşünmedim ki? Kendi içime düştüm adeta ve varlığımı sorguladım. Hayatla ölüm arasında gidip geldim. Hayatımın neyin peşinde geçtiğini, neler için yaşadığımı, insanlarla ve toplumla ilişkilerimi düşündüm.

CEVHERİMİZE YAKINLAŞMAK

Meğer ne kadar hatalar yapmışım, başta en yakınlarım olmak üzere ne kadar çok insanı üzmüşüm. Her gün düşünmeden yapabildiklerinizi yapamamak, bir odadan diğerine gidememek ne kadar zormuş. Bizim diye bildiğimiz her şey bir anda kayıp gidebiliyor. Susuz, ekmeksiz, yapayalnız, kimsesiz ve çaresiz kalabiliyorsunuz. Benim dediğiniz ve övündüğünüz bütün maddi varlıklar dakikalar içinde yok olabiliyor.

Ve canınız pamuk ipliğine bağlı. Eşim başına düşen bir tuğla ile kan kaybından ölmüş. Ölüm, bir tuğla ile gelmiş. Hayatın varlığı gibi ölümün varlığını da onun kıyısına gidince daha net gördüm ve yaşadım. Deprem sonrasında yardıma koşan insanımızın dayanışması, ülkeme ve devletime olan inancımı tazeledi. Hayatım depremden öncesi ve sonrası olarak değişecek artık.  

Mademki ölüm var o halde bu kavganın nedeni nedir diye haykırasım geliyor. Aslında yerdeki deprem zihnimde birçok depreme yol açtı. Kendimden ve kendi değerlerimden ne kadar uzaklaştığımı fark ettim. Ve kendini bilen, insanın değerini bilen bir insan olmanın derdine düştüm şimdiden. Bu depremde kaybettiğim eşim, babam, annem ve diğer akrabalarımın acısını tüm hücrelerimle yaşarken yeniden insan olmak ve insan kalmak için mücadele etmeye karar verdim. Daha çok şükretmeye ve daha çok çalışmaya karar verdim.”

Yukarıdaki anlatım, görüştüğümüz bir depremzedenin hikâyesi. Asrın depremi, binlerce hikâye bıraktı arkasında. Afetler, krizler, travmalar her insanda farklı izler bırakır. Kendi varlığının ve cevherinin peşinde koşanlar, yaşadıkları her olaydan bir ders çıkarır. Kendi cevherimize ulaşmak için afetlere gerek kalmayacak günlere erişmeyi dilerim.