UZAKTAN EĞİTİM TARTIŞMALARI

Doç. Dr. Can CEYLAN
Bu karârın tamâmen doğru ya da tamâmen yanlış olduğu tartışmaya açıktır.

6 Şubat’ta meydana gelen depremin ardından hükûmetin aldığı bir kararla üniversitelerde uzaktan eğitime geçildi. Buna gerekçe olarak depremde evlerini kaybeden vatandaşların KYK (Kredi ve Yurtlar Kurumu) yurtlarına yerleştirilmesi gösterildi.

Bu karârın tamâmen doğru ya da tamâmen yanlış olduğu tartışmaya açıktır. Bu tartışmalara ilk cevap olarak, bu uygulamanın Nisan ayında yeniden ele alınacağı ve yüz yüze eğitime geçilip geçilmeyeceği tekrar değerlendirileceği YÖK Başkanı Prof.Dr. Erol Özvar tarafından duyuruldu.

Bu süreçte, siyâsî söylemlere en az hatta hiç ihtiyaç duymadığımız bir dönemde, bu karar, siyâsî kutuplaşma malzemesi yapıldı. Dünyânın en iyi şeyi yapılsa bile beğenmeyeceğini açık açık dillendiren mutlak ve yobaz muhalefet, sâdece AK Parti hükûmeti ve Recep Tayyip Erdoğan tarafından alındığı için eleştirmekten geri durmadı.

Ancak siyâsî muhalefet ve onun yandaşlığındaki medya muhalefeti yaptıkları eleştirilerde hiç de hazırlıklı değildi. Zira “Bilime bu kadar çok ihtiyaç duyduğumuz bu günlerde üniversiteleri kapatmak bilim düşmanlığının bir göstergesidir” gibi trajikomik yorumlar yapıldı. Öncelikle üniversiteler kapatılmamıştı, uzaktan eğitime geçilmişti. Ayrıca sanki dersler yüz yüze yapılırsa depremzedelerin içinde bulundukları olumsuz şartlar iyileşecekti.

Oysa şöyle bir eleştiri daha makûl ve mantıklı olurdu: Dersler yüz yüze olsaydı deprem bölgesindeki öğrenciler diğer bölgelerdeki üniversitelerde “özel öğrenci” statüsünde misâfir edilerek rehabilitasyon süreçleri hızlanırdı. Ama bu anlama gelen yorum yapılmadı. Hükûmet yine kalitesiz bir muhalefet söylemiyle yıpratılmaya çalışıldı. Karar uygulandı. Dersler uzaktan yapılarak başladı. Depremzede vatandaşlar KYK yurtlarına her türlü ulaşım ve konaklama masrafları karşılanarak yerleştirildi.

Kabaran ders aşkı!

Konunun bir de öğrenci tarafı var. Sayıları dört milyona yaklaşan yüksek öğretim öğrencilerimizin oransal olarak ne kadarının bu durumdan memnun olup olmadığı tam olarak bilinmiyor. Ama adeta kaybedince kıymete binen eşya gibi, uzaktan yapılınca kıymete binen bir yüz yüze eğitimden söz ediyoruz.

Kimse kimseyi kandırmasın. Yirmi yılı aşan akademisyenlik tecrübemle söylüyorum ki, ülkemizde (yoklama alınmasa bile) derse giren, derse girdiğinde öğrenme isteğiyle ders dinleyen ve not tutan, uyumayan, cep telefonuyla oynamayan, derse iştirak eden öğrenci sayısı oran olarak çok düşüktür. Bu olgu, eğer yoklama uygulaması kaldırılsa ilk ve orta öğretimde bile farklı olmayacaktır.

Maalesef şöyle tuhaf “akademik” alışkanlıklarımız var: Dönemin ilk haftasında ders yapılmaz. Vize sınavlarından sonra ders yapılmaz, çünkü öğrenciler memleketlerine gider. Dönemin son haftası yeni konu işlenmez, tekrar yapılır. Bahar şenliğinde derse girilmez. Sabah saat 9’daki derslere “bu saatte ders mi olur” deyip girilmez. Yoklama alıp ara verilirse ikinci ders sınıfın büyük bir bölümü girmez.

En kötüsü de hoca, inisiyatif kullanıp yoklama almazsa derse girenlerin oranı yüzde on veya yirmiyi geçmez. Derse girip kendi notunu tutmadığı için sınavlardan birkaç gün önce üniversite kampüslerinin etrâfındaki fotokopicilerde ders notlarını almak için kuyruk olan öğrenci profiline kimse yabancı değildir. Sınavdan bir iki saat önce fotokopiciden notları alıp güya çalışan öğrenciler bile yok değildir.

Yüz yüze yerine uzaktan eğitim yapıldığı için kapalı olan fakülte kantinlerine postu serip, derse girmek yerine kadrolu kantin müdâvimi olan öğrencilerin uzaktan eğitimden memnun olmamalarını anlamak mümkün.

Ayrıca uzaktan yapılan dersler kaydedildiği için - yüz yüze olsaydı kaçıracağı - dersi tekrar izleme ve dinleme imkânı da ayrı bir kolaylık sağlamaktadır. Derse kayıtlı yüz öğrenciden yirmi ya da yirmi beş tânesi canlı olarak dersi tâkip ederken diğer öğrenciler ne zaman isterlerse sisteme girip kaçırdıkları veya girmedikleri dersleri - Netflix’ten bir oturuşta bir diziyi birkaç sezon seyreder gibi - izleyebilmektedir.

Elbette uygulamalı derslerin yüz yüze yapıldığı gibi, teorik derslerde de hoca-öğrenci iletişiminin gerçek mekânda ve zamanda olmasının pedagojik ve akademik kalitesinin yerini uzaktan eğitim ne kadar kaliteli olursa olsun alamaz. Ama özellikle dijital medyada her gün onlarca “YÖK’ten son dakika duyurusu” diye başlık atıp eski açıklamaların yorumlanarak haber yapılması, niyetin üzüm yemek değil bağcıyı dövmek olduğu göstermektedir.

Çok değil en fazla iki ay sonra ya da en fazla gelecek akademik yılın güz döneminde yüksek ihtimâlle yüz yüze eğitime geri dönülecektir. O zaman derslerin ne kadar dolacağı, öğrencilerin sabah saat 9’daki derslere ne kadar katılım sağlayacağını ve sınıfta uyuyup uyumayacaklarını göreceğiz.

Kafeler, pastaneler

Yine kuvvetle muhtemel ki, şimdi yapılan haberlerin hepsi unutulacak ve “hiç olmamış gibi” yapılacaktır. “24 saatin uzun bir süre olduğu” ülkemizde o zamâna kadar, öğrencileri müşteri olarak gören kafeler, büfeler, nargileciler ve pastaneler, tüm masaların gece geç saatlere kadar dolu olduğu günlere sayıp biraz sabretmeleri gerekecek. Eee, millî birlik ve berâberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz günlerden geçmenin herkes için bir bedeli olur.