​TEK ADAMLIK SORUN MU?

Erol ERDOĞAN 28 Şub 2017

Erol ERDOĞAN
Tüm Yazıları
Bazen, tartışmalarda üstün gelme arzusuyla temel prensipleri yok sayabiliyor ve birçok insana, olguya, kuruma haksızlık yapabiliyoruz.

Bazen, tartışmalarda üstün gelme arzusuyla temel prensipleri yok sayabiliyor ve birçok insana, olguya, kuruma haksızlık yapabiliyoruz. Mesela, seçilme hakkının 18-24 yaşa da tanınmasıyla ilgili, bazıları öyle cümleler kuruyor ki, onlara göre gençler başımızın belası. 18 yaşla ilgili tartışmaları “18 Yaş ve Sağlı-Sollu Gençlik Ön Yargıları” başlıklı yazımda analiz etmiştim. Benzer savrulmayı, yönetme iradesinin tekleşmesi tartışmalarında da yaşıyoruz. Eleştiriyi doğru yerden yapmayınca, temel doğrular reddedilmeye başlanıyor.

Siyasette tek adamlık (tek kişilik) yerine iki adamlı veya çoklu yönetimin örneklerinden biri HDP’nin ‘eş başkanlık’ modelidir. HDP’nin başarısız olmasında, iç ve dış nedenlerle birlikte, ‘parçalanmış liderlik’ faktörünü de ciddi sebeplerden sayabiliriz. ‘Parçalanmış liderlik’ derken, Selahattin Demirtaş ile Figen Yüksekdağ arasında paylaşılan başkanlığın yanı sıra, partinin tüm kademelerinde ve partili belediyelerde uygulanan eş başkanlıkları da kastediyorum. İki başkanlı bir belediyenin veya il başkanlığının başarılı olması mümkün değildi. HDP, ‘temsil’ ile ‘liderlik’ arasındaki farkı kaçırınca, eş başkanlık modelini benimsedi.

Çiftli otorite veya parçalanmış liderliğe dair örnekler, geçmişte başka partilerde de yaşandı. Turgut Özal’ın cumhurbaşkanı olmasından sonra ANAP’ta, yine cumhurbaşkanı olmasından sonra Demirel’in DYP’sinde, siyasi yasaklı hale gelmesinden sonra Necmettin Erbakan’ın Fazilet Partisi ve Saadet Partisi’nde de, (biri seçilmiş, diğeri doğal) ikili yönetim krizlerine şahit olduk. 

Kralların vefatından sonra, büyük devletlerin, kralların oğulları arasında paylaşılması da, çoklu otoritenin, memleketi ne hallere düşürdüğüne örnektir. “Çift otorite olmaz” ilkesini anlatmak için, insan vücudundan, makinelerden, otomobillerden, kosmos ve kainattan örnekler vermek mümkün olsa da, sözü uzatmaya gerek yok. Sonuçta “Horozu çok olan köyün sabahı geç olur.” ve “Çatal kazık yere batmaz.” İktidarın tecezzi kabul etmediğine insanlık tarihi şahittir. 

Korkmamız gereken yönetimin tekleşmesi değil; yönetim iradesinin çoklu otorite tarafından parçalanması veya sistemin siyasal katılımları yok sayarak kapalı-baskıcı yönetime dönüşmesi olmalıdır. Ülkemiz, her ikisini de yaşadı. Türkiye, 1950’lere kadar, halkın siyasal katılımını ve denetimi yok sayarak kapalı ve baskıcı yönetim örneğini ortaya koydu. 1950 sonrasında yaşanan darbelerde de, kapalı-diktatör yönetim tarzı, kendini her defasında gösterdi. Darbe dönemleri dışında ise, bu defa, yönetim iradesinin çoklu otorite tarafından parçalanmasına şahit olduk. O zamanlarda, ülke yönetiminde, siyaset, bürokrasi, ordu, derin yapılar ve üst kurullar, farklı oranlarda otorite sahibi oldular. Böylece, devlet yönetilemez hale geldi. Milletin katılımına kapalı yönetim de, çoklu otorite tarafından parçalanmış yönetim de sorunludur. Türkiye’nin 90 yılı, sorunlu bu iki yönetim tarzıyla geçti.

Şimdi, önümüzde yeni bir teklif var. “Tek adama hayır” diyerek ya da meseleyi Recep Tayyip Erdoğan’ın şahsı ile özdeşleştirerek yanlış bir tartışma yapmak yerine, sistem merkezli bir analiz yapmalıyız. Bu konuyu doğru tartışmak için üç soru var. 1. Sistem siyasal katılımı sağlıyor ve yönetimde halkı esas kabul ediyor mu? 2. Yasama ve yürütme denetime açık mı? 3. Ülkenin bağımsızlığı, insanların özgürlüğü ve temel haklar konusunda sistem nasıl bir karaktere sahip?