​TEBLİĞ TATLI DİL GEREKTİRİR

Cemalnur SARGUT 19 Eki 2017

Cemalnur SARGUT
Tüm Yazıları
İnsanların bir arada yaşaması çok önemlidir.

İnsanların bir arada yaşaması çok önemlidir. Mesela çocukların okula gitmesi sadece bir şey öğrenmek için değildir, öğretim kısmı evde de yapılabilir ya da başka yerlerde de yapılabilir; bir öğretmen gelir, her şeyi öğretebilir. Fakat okulun gâyesi eğitimdir; yani insanların farklılıklara tahammül edebilmeyi, onlarla birlikte yaşayabilmeyi ve insanların farklılıklarına hürmet edebilmeyi öğrenmeleri için, cemiyet hayatının olması lâzım. O yüzden de bir arada yaşamak şart, tek başına bir yere çekilerek insan ‘kâmil insan’ olamaz; İslam’da böyle bir şey yoktur.  ‘Kâmil insan’ olmanın yolu, mutlaka insanların sıkıntı ve eziyetlerine tahammül etmekten, şehrin sıkıntı ve eziyetlerine tahammül etmekten, hâdiselerin sıkıntı ve eziyetlerine tahammül etmekten geçer.  Dolayısıyla bütün bunları yaşayabilmek için de, farklılıkların bir arada olması şart.

……………….

Toplum halinde yaşıyoruz ve insan sosyal bir varlıktır diyoruz. İyi yaptığımız şeylerin yanında kötü yaptıklarımız da var. Birbirimizi de bu konuda uyarmaya çalışıyoruz. Bunu da tatlı dille kalp kırmadan yapmalıyız. İnancımız ve kültürümüze göre tebliğ “Emr-i bi’l ma’rûf ve nehy-i anil münker” anlayışıyla yapılmalıdır. Kur’an-ı Kerim’in mânâsında Allah, önce bir kere “Uzaklaştırmayın, yakınlaştırın” diyor. Bu âyete dayanarak biz önce korkutmadan, Allah’ın bize lütfettiği güzellikleri ve ne kadar şanslı olduğumuzu anlatmamız lâzım. Bütün bu şanslılığı ve güzelliği anlattıktan sonra, bunun Allah’ın emrettiği şeylerin yapılmasıyla alâkalı olduğunu da göstermemiz lâzım. Buradaki “Emirler” den kasıt: Vücudun disipline edilmesidir. Yoksa Allah, vücudu disipline etmek için bâzı şeyleri yasaklar, bâzı şeyleri de güzel kılar. Mesela ibâdet ve taatin ana gâyesi; Allah’la birlikte geçirilen vakti artırmaktır. 

İbadet, çok kuvvetle Allah’ı tanımaya yöneltir insanı. Ama ibadetin ana gâyesi; sadece şekilden ibaret olmayıp, her ibadette Allah’la beraber olabilme kabiliyetini elde etmektir. Bunu yaptığımız zaman, o şekilde mânâ kazanır. Onun için namazın önemi çok büyüktür; namaz, bunun disipline edilmiş şeklidir.  İnsan ibadet ve taatında kendi varlığından sıyrılarak Allah’la irtibatını artırır.  Dolayısıyla da Allah’ın emirlerine, sevgilinin isteklerine uyma şeklinde uyar; o emirleri kat’i kanunlar gibi sıkıcı bir şekilde anlatacağımıza, “Sevgilini üzmek ister misin?” gibi, zevkle ve onu içinden gelerek yapma şeklinde anlatmak lâzım.

…………………….

Yasaklara gelince şunu bilmeliyiz ki; Allah yasakları, bizim kendi kendimizi korumamız için yapmıştır. Yoksa bizi, ne Allah’ın emirlerine uymamız, Allah için önemlidir; ne yasaklara uymamamız, Allah için değerlidir. Bizim Allah indinde, bir sivrisinekten başka hükmümüz yoktur. Ama Allah kulunu çok sevdiği için, onu korumak gâyesiyle bazı şeylerden sakındırmıştır. Nasıl ki çocuğumuz ateşe yaklaştığında, “Yakar” deriz, en sonunda çocuk elini uzatır yakar, anlar ki ateş yakıcı. Bunun gibi, önce ateşin yakıcı olduğunu Allah bize tebliğ eder; biz gene de yanaşırsak, o ateş bizi yakar. Dolayısıyla Allah kulunu kötülüklerden koruma gâyesiyle yasaklar koymuştur.

………………………….

 “Kur’an-ı Kerim’i okumak, yaşamak ve yaşatmak demektir” Bir şeyi öğrenmek ve hakkıyla onu anlamak ve algılamak konusunda bilge kişilere ihtiyaç vardır. Çünkü hep söylediğim gibi; her dersin öğretmeni olmadan problemini çözemezsin, kitabı okursun ama anlayamazsın. Dolayısıyla mutlaka bir öğretmene ihtiyaç var. Ama bu öğretmen kendi aczini bilen, kendi hiçliğini idrak eden ve Kur’an-ı Kerim’i yaşayarak da göstermeye çalışan Peygamber vârislerinden biri olmalıdır. “Uy, senden ücret istemeyene” âyetini uygulamalı ve öğrencisini eğitip, hiçbir beklentisi olmamalıdır. Çünkü bilir ki; düzeltebilen tek güç, Allahu Azimüşşan’dır. Ayrıca öğretmen dünya ve âhireti bir arada götürmelidir mutlaka, hiçbirinden vazgeçmeden. Gene öğretmen ahlâk-ı Muhammedî sahibi olmalıdır. Dolayısıyla böyle bir öğretmen bulduğumuz zaman, Kur’an’ı kendi okuduğumuzdan farklı yönleriyle idrak etmeye başlarız ve eğer bizde o bilgi varsa, o ezelî bilgiyi keşfederiz… Açıkçası Kur’an’ı keşfederiz. Bir bilgi keşfedilince… O zaman yaşanmaya başlar ve o kişi Kur’an’ın o âyetini yaşamaya başlar. İşte yaşamaya başladığında da, karşısındakine örnek olur. Onun için Kur’an’ı okumak değil, yaşayan Kur’an olmak önemlidir. Hani Mevlânâ’nın dediği gibi: “Kur’an’ı çok iyi biliyor bu adam, her satırını ezberlemiş” dediklerinde, “Ne güzel, cevizleri saymayı öğrenmiş; inşallah bir gün de kırıp yer” diyor. Yani kırıp yemedikçe ve Kur’an’ın âyeti hâline geçmedikçe, onu yaşamadıkça; Kur’an’ı bilmiş olamayız.