STAGFLASYON VE İSTİKRAR POLİTİKASI  - II   

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Tüm Yazıları
Stagflasyon hem durgunluk ve işsizliğin hem de enflasyonun eş anlı yüksek düzeylerde kalıcı hale gelmesiydi.

Stagflasyon hem durgunluk ve işsizliğin hem de enflasyonun eş anlı yüksek düzeylerde kalıcı hale gelmesiydi. Bir önceki yazımda bu problemin çıkış sebeplerinden bahsetmiştim. Hükümetler de “aşağı tükürsen sakal yukarı tükürsen bıyık” misali iki farklı problemle boğuşmak durumundaydılar. Hükümetler neden bu kadar çaresiz kalıyorlardı? Çünkü Hükümet politikaları toplam talebi belirlemek yönünde bir güce sahip iken, stagflasyon, maliyetlerde şok bir artışla başlamaktaydı. Toplam talebi değiştirerek müdahale ettiklerinde ise ya işsizliği düşürüp enflasyonu daha da arttırmak, ya da enflasyonu düşürüp işsizliği daha da yükseltmek arasında tercih yapmak zorunda kalıyorlardı.

“Pekiyi Hocam, hükümetin elinde maliyetleri düşürecek bir politika aracı hiç yok mu?”, diye sorduğunuzu işitebiliyorum. Tabii ki var. Hükümet asgari ücret başta olmak üzere bütün ücretlerde indirime gidebilir. (Gerçekten gidebilir mi, o da ayrı konu, DMD.) Türkiye gibi ülkelerde döviz kuru indirimleri de benzer işlev görür. Demokratik yolla seçilmiş bir hükümet ücretlerde indirime gitmez, gidemez. Yüksek enflasyon ortamında bir de emeklinin, işçinin, memurun maaşlarını düşürürseniz bir daha ki seçimde kendinizi Meclis dışında bulabilirsiniz.

O zaman kurları düşürsek nasıl olur? Gönül ister ki, Dolar 1 TL, Avro 1.4 TL olsun. Ama “Vehbi’nin kerrâkesi” öyle değildir, maalesef. Mevcut iktisadi sistemde Hükümetin kurları doğrudan belirleme gibi bir gücü yok. Eğer dışarıdan yüklü miktarda döviz girişi olursa kurlar düşer, tersine eğer dışarıya döviz kaçışı olursa kurlar yükselir. Pekiyi Merkez Bankası’nın kurları düşürmek için yapabileceği bir şey var mı? Vardır, kendi rezervlerini satmak! Böylece piyasada döviz bollaşır ve ucuzlar. Böylece maliyetler düşer ve hem işsizlik hem de enflasyon azalır. “O zaman satalım dövizi, ne duruyoruz!”, diyenlere yine “Maalesef!”, diyorum. Merkez Bankası’nın döviz alımı için bir sınır yoktur: Basar Türk Lirasını piyasadan istediği kadar döviz alır. Ancak döviz satımı için bir sınır vardır: kendi döviz rezervi hacmi. Satacak döviz kalmayınca, ne olacak? Bu Merkez Bankası’nın iflas etmesiyle aynı anlama gelir.

STAGFLASYONA KARŞI UYGULANACAK POLİTİKALAR

Genel olarak, akademik iktisatçılar ve ekonomi bürokratları stagflasyona karşı bu yüzden hükümetlerin bir tercih yapması gerektiğini söylerler: Politika otoriteleri, ya enflasyonu düşürüp işsizliği arttıracak, ya da işsizliği düşürüp enflasyonu arttıracak politikalar arasında bir tercihte bulunmak zorundadırlar. Enflasyonu düşürmek istiyorsanız sıkı para ve maliye politikası uygulamalısınız. Ancak bunun maliyeti daha yüksek işsizliktir. İşsizliği düşürmek istiyorsanız gevşek para ve maliye politikası uygulamalısınız. Bunun maliyeti de daha yüksek enflasyondur. Yani Hükümetlerin stagflasyon problemi karşısında toplumsal yararı arttıracak bir politikası yoktur. Sadece toplumsal zararı en düşük düzeye indirmeye çalışırlar.

Tabiî ki, demokratik seçimle gelmiş hükümetler toplumsal fayda kadar kendi siyasi yararlarını da düşünürler. Bu da seçimlerini etkiler. Stagflasyon problemi ile karşı karşıya gelen hükümetlerin, bu yüzden, birinci tercihi işsizlikle mücadeleyi öne alıp enflasyonu boşlamalarıdır. Bu da, Merkez Bankası’nın faiz düşürüp piyasalara para pompalaması, Kamu Bankaları yolu ile tüketici ve esnafa ucuz kredi verilmesi, vergi indirimleri yolu ile vatandaşların rahatlatılmasını içeren bir politikalar demetini uygulamalarına yol açar. Yani genişletici / gevşek para ve maliye politikaları…

Bu politikanın sonucu kısa dönemde büyüme hızının artması, durgunluğun kontrol altına alınması iken kısa dönemde enflasyonda çok büyük bir artış olmaz. Çünkü bu genişletici politikanın enflasyona etkisi uzun dönemde ortaya çıkar. Ancak uzun dönemde kur, ücret ve enflasyon beklentisinde artışla birlikte hem işsizlik hem de enflasyon artış trendine geçer.  Bu politikalara bu yüzden günü kurtarma politikası veya Korkut Boratav Hocamızın tabiriyle “Allah Kerim ekonomisi” denilebilir. Bugünü kurtaralım, yarını yarın düşünürüz.

Demokratik bir ülkede, Hükümetin siyasi açıdan daha az tercih edeceği yol, enflasyonu düşürmeyi öncelemek olacaktır. Bu ise faiz artışı ile Merkez Bankası’nın piyasadan para çekmesi, banka kredilerinin sınırlandırılması ve Maliye Bakanlığı’nın vergi arttırımına gitmesinden oluşan politikalar demetidir. Buna da sıkı / daraltıcı para ve maliye politikası denir.  Bunun sonucu kısa dönemde Hükümetin siyasi itibarı açısından yıkıcı olabilir. Çünkü ilk etapta işsizlik çok artacak, buna mukabil enflasyon çok az düşecek ya da hiç düşmeyecektir. Ancak uzun dönemde kur ve ücret artışı düşecek, enflasyon beklentisi azalacaktır. Bu da uzun dönemde hem işsizlik hem de enflasyonda düşüşe yol açar. Eğer Hükümetler kısa vadeli siyasi çıkarlarını arttırmayı değil de, sorunu uzun vadede çözmeye karar verirlerse,  meşhur tabirle “acı ilacı” içmek ve halka içirmek durumundadırlar.

2018-20 YILLARINDA TÜRKİYE’DE NE OLDU?

Türkiye’de ekonomi 2018 yılında ani sermaye kaçışları ve döviz kurunun artmasıyla stagflasyon sürecine girdi. Kurlardaki artış hızla bir kur balonuna dönüştü. Merkez Bankası bunu kontrol altına almak için ilk etapta faiz arttırımına gitti. Ancak 2018 yılında Cumhurbaşkanlığı Seçimi, 2019 yılında da Belediye Seçimleri vardı. Yani Hükümetin uzun vadeli sonuçlara ulaşabilmek için “acı ilaç” içecek zamanı yoktu. Bu yüzden kolay yola saptılar. Merkez Bankası faizi yüzde 8’e kadar çekildi. Düşünün ortalama yüzde 15 enflasyon olan bir ülkede Merkez Bankası Bankalara yüzde 8’le kredi açıyor. Bu banknot matbaasının çalışması veya piyasaya para pompalanması demekti. Aynı zamanda vergi indirimi ve teşvik paketleri de açıklandı. Görünen oydu ki, Hükümet enflasyonun ve kur artışının yüksek olmasını çok önemsemiyordu. Onlar için esas olan ekonomideki durgunluktan çıkılmasıydı. Aynı zamanda, artan döviz kurları ile birlikte ihracatın ve turizmin de ciddi artış içine gireceği bekleniyordu. Bu da cari açığın kapanması, hatta belli bir müddet boyunca cari fazla elde etmek anlamına da geliyordu. Ben de, şahsen, enflasyonla işsizlik arasında bir tercih yapacak olsam, düşük işsizlik ve yüksek enflasyonu tercih ederim. Bu görüşümü, bu köşede, defalarca ifade ettim. Nitekim 2019 yılı sonunda, hemen hemen bütün uzmanlar 2020 yılının toparlanma yılı olacağını söylemekteydiler. Ben de yorumlarımda yüzde 7 gibi bir büyüme oranını en az dört çeyrek sürdürebilirsek yüzde15-20 arası bir enflasyona razı olduğumu da söylemekteydim. Ancak hiç birimizin beklemediği bir şey oldu: Koronavirüs Salgını. Her şey değişmişti artık.

Koronavirüs salgını ilk önce dış ticaret yollarının kapanmasına yol açtı. Artık kurlar artsa da ihracat yapamıyordunuz. Ama kurların artması dış borçlarınızın değerini katlamaktaydı. İthalat da kısıtlandığı için üretim darboğazları oluşuyordu. Yani maliyetler hızla artıyordu. 2018’den sonra tekrar stagflasyon problemiyle karşı karşıyaydık. Hükümet, bütün diğer hükümetler gibi, yardım ve destek paketleri açıklamak zorundaydı. Aynı zamanda, belli aralıklarla kısıtlamalar getirildi. Bu üretimin zorunlu olarak düşmesine, işsizliğin artmasına yol açtı. Hem ihracat hem de ithalat düşüyordu ama ihracat ithalattan daha hızlı düşüyordu. Sonuç olarak cari açık artıyor ve bu da kurların yükselmesine yol açıyordu. Maliye Bakanı ve Merkez Bankası Başkanı “Olağanüstü hallerde olağanüstü politikalar uygulanır!” diyerek, kurların artışını durdurabilmek için döviz satmayı, aynı zamanda piyasaları desteklemek için düşük faiz politikasını devam ettirmeyi kararlaştırdılar. Bu tercihin sonucuna yukarıda değinmiştim. Böyle bir politikanın limitleri Merkez Bankası’nın döviz rezervleri tarafından belirleniyordu. Döviz rezervleri bitene kadar bu politika devam edebilirdi. Uygulanan politikanın sonucu vahim oldu. Hem enflasyon (kur artışına bağlı) hem de işsizlik çok yüksekti, üstüne üstlük Merkez Bankası’nın acilen döviz rezervi arttırımına girmesi gerekiyordu. 2020 yılı sonunda Maliye Bakanı ve Merkez Başkanı değişti. Politikalar da radikal bir şekilde değişti. Sert bir faiz arttırımı ile birlikte sıkı para ve maliye politikalarına dönüldü. Hepimiz “acı ilacı” içtik.

Şimdilik kurlar kontrol altına alında, Merkez Bankası döviz rezervleri hızla toplanmakta. Ancak dediğim gibi, bu politikanın enflasyona etkisi uzun dönemde belli olacaktır. Aynı zamanda politikanın tam başarılı olması durumunda bile, daha en azından üç sene boyunca, işsizliğin yüzde 10’un altına inmesi pek mümkün görünmüyor. 

Hepinize sağlıklı ve huzur dolu bir ilkbahar dilerim.