STAGFLASYON VE İSTİKRAR POLİTİKASI  - I   

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Tüm Yazıları
Türkiye 2018 Krizi'nde bir stagflasyon süreci içine girdi.

Pazartesi günkü yazımda kurlardaki dalgalanmayı ele almıştım. Bu hafta içinde hem Şubat ayı enflasyon oranları hem de 2020 yılı dördüncü çeyrek (Ekim – Kasım – Aralık ayları) büyüme verileri açıklandı. Görünen o ki Türkiye bir müddet daha (belki de 2022 yılı sonuna kadar) yüksek enflasyon ve/veya yüksek işsizlik problemlerini yaşamaya devam edecek. Yani ya işsizlik ya da enflasyon düşürülürken diğeri artacak. En kötü senaryo ise her ikisinin de yüksek olmasıdır. İktisatta bu durum “stagflasyon” olarak adlandırılır ve politika otoriteleri için içinden çıkılmaz bir anomaliye dönüşebilir.

Türkiye 2018 Krizi’nde bir stagflasyon süreci içine girdi. Tam bunu kontrol altına alıp 2020 yılında toparlanmaya geçiyor iken 2020 Pandemik Krizi ekonomiyi vurdu. Bugün dar anlamıyla yüzde 13 – geniş anlamıyla yüzde 29’luk bir işsizlik sorununa ek olarak TÜFE enflasyonu yüzde 16’ya ÜFE enflasyonu da yüzde 27’ye yaklaşmıştır.  Yani stagflasyon sorunu pekişerek devam etmektedir. Bugün Stagflasyon sorununun ne olduğuna dair yazmak istiyorum. Bir sonraki yazımda ise Türkiye’de son üç senedir uygulanan politikaları değerlendirip önümüzdeki dönemde para ve maliye politikalarının ne yönde gelişebileceğine yönelik tahminlerimi belirteceğim.  

STAGFLASYON NEDİR?

Stagflasyon (İngilizce stagflation) İngilizce “stagnation” (durgunluk) ve “inflation” (enflasyon) kelimelerinin birleştirilmesiyle oluşturulmuştur. İlk defa Britanyalı Muhafazakâr Parti milletvekili Iain Macleod tarafından 1965 yılında Avam Kamarası’nda (Büyük Britanya Meclisi) konuşmasında dile getirilmiştir. O dönemde Büyük Britanya’da hem yüksek işsizlik ve durgunluk, hem de yüksek enflasyon bulunmaktaydı. 

İktisat biliminde stagflasyon, yani durgunluk içinde enflasyon, enflasyon oranlarının yüksek seyrederken iktisadi büyümenin düşük olduğu ve buna bağlı olarak da işsizliğin de yüksek olduğu durumu anlatır. Bu durum iktisadi politika uygulamaları için bir ikilem teşkil eder. Çünkü normal şartlarda yüksek enflasyon ve yüksek işsizlik bir arada bulunmaz. Enflasyon ve işsizlik tahterevalli gibidir. Biri yükseldiğinde diğeri düşer. İkisinin aynı anda yükselmesi istisnai bir durumdur. İsterseniz biraz açayım.

NORMAL ŞARTLARDA ENFLASYON VE İŞSİZLİK İLİŞKİSİ

Normal şartlarda bir ekonomide milli gelirin büyümesi hem enflasyon hem de işsizliği belirler. Milli gelirin büyümesi doğal büyüme oranının üzerinde (nüfus artış hızı artı verimlilik artış hızı artı amortisman oranı) olduğu müddetçe işsizliğin azalmasına yol açar. Bu oran gelişmiş ülkelerde yüzde 1-2, gelişmekte olan ülkelerde ise yüzde 3-4 oranındadır. Eğer milli gelir bu oranın üzerinde büyürse işsizlik oranında azalma gerçekleşir. Tersine bu oranın altında bir büyüme işsizlik oranını arttırır. Yani hızlı büyüme dönemleri aynı zamanda işsizlik oranının azaldığı dönemler iken yavaş büyüme dönemleri de işsizlik oranının arttığı dönemlerdir. 

Milli gelirin büyümesi ekonomide harcamaların artışıyla sağlanır. Bu da daha fazla üretimle birlikte maliyet artışına ve fiyatlar genel düzeyinin yükselmesine yol açar. Burada milli gelirin büyüme oranı ile enflasyon oranı arasındaki ilişki şöyledir: Genel olarak enflasyon oranı toplumdaki beklenen enflasyon düzeyi ve milli gelir artış oranı ile doğal büyüme oranı arasındaki farkın toplamına eşittir. Örneğin gelişmekte olan bir ülkede vatandaşların enflasyon tahminleri yüzde 20 olsun. Milli gelir büyüme oranı da yüzde 6 iken doğal büyüme oranı da yüzde 4 ise enflasyon oranı kabaca yüzde 22 olur, (yüzde 20 + (yüzde 6-yüzde 2 ) = yüzde 22). Buna göre, eğer milli gelir büyümesi doğal büyüme oranının altındaysa enflasyon da beklenen enflasyonun altına iner. Eğer milli gelir büyümesi doğal büyüme oranının üstündeyse, bu sefer de, enflasyon beklenen enflasyonun üstüne çıkar. Yani yüksek büyüme dönemleri yüksek enflasyon ve düşük işsizliğe, düşük büyüme dönemleri de düşük enflasyon ve yüksek büyümeye yol açar.   

Normal şartlarda durum bu iken, stagflasyon hangi saiklerle oluşur? Stagflasyonun sebepleri nelerdir? Biraz da bunu açıklayalım.

STAGFLASYONUN SEBEPLERİ NELERDİR?

İktisatçılar genel olarak stagflasyonun sebebin iki etkenle açıklama eğilimindedirler:

Birincisi, ekonominin bir negatif arz şokuyla karşılaştığı durumdur. Örneğin, temel hammadde fiyatlarında veya nominal ücretlerde âni ve beklenmeyen bir artış… Bu maliyetlerin artmasına ve kârlılığın düşmesine yol açacağı için hem üretimin yavaşlamasına hem de fiyatlar genel düzeyinde sert bir artışa yol açabilir. Ancak bir arz şokunun sürekli bir enflasyona yol açması için muhakkak genişletici politikalarla desteklenmesi gerekir. Yani birinci etken, aslında, stagflasyonu tetikleyen unsuru tanımlamaktadır.

İkincisi, hükümetin politikaları sanayi üretimini ve sermaye birikimini düşürürken merkez bankasının hızlı parasal genişlemeye gitmesidir. Parasal genişleme enflasyonu arttırırken hükümetin politikaları sanayi ve tarım gibi üretken sektörlerin gelişmesini engelleyecek ve inşaat ve hizmetler gibi üretken olmayan sektörleri teşvik edecek şekilde planlanmışsa, uzun dönemde istihdam artmazken yüksek enflasyon görülebilir. Bu ikinci etken, daha çok, stagflasyon sürecinin nasıl devam ettiğini anlatmaktadır.

Stagflasyona en güzel örnek Batı ekonomilerinde ağırlıklı olarak hissedilen 1970’lerdeki petrol krizidir. Süreç ham petrol fiyatlarında ani ve sert bir yükselişle başladı. Doğal olduğu üzere bu şok hem enflasyonun artmasına hem de işsizliğin yükselmesine yol açtı. O dönemde Merkez Bankaları önceliği işsizliğe verdikleri için büyük hacimli bir parasal genişlemeye gittiler: Yani, faiz oranları düşürülüp piyasaya yeni basılmış para arz ettiler. Sonuçta enflasyon daha da arttı, takiben ücretler hızla yükselmeye başladı. Fiyatlar arttıkça ücretler, ücretler arttıkça da fiyatlar artıyordu. Buna fiyat – ücret spirali denmektedir. 

Stagflasyon için, ders kitaplarında yer almayan, benim bir üçüncü önerim var: Özellikle dış borç yükü fazla ve dış borç vadesi kısa olan ve ithalatı daha çok yatırım malı ve hammadde cinsinden olan ülkelerde, döviz kurlarında ani yükselişler, ihracatı arttıracağı kadar, hatta daha fazla maliyetleri de arttırır. Aynı zamanda, ek bir etki olarak, döviz kurundaki artış anında maliyet artışına neden olurken, ihracata katkısı en az üç ay sonra parça parça hissedilmektedir. Dolayısıyla ani bir döviz şoku, ilgili ülkedeki yüksek dış borcun ödenebilirliğini azaltmakta, maliyetleri yükseltip milli gelir ve üretimi de düşürmektedir. Sonrasında enflasyon arttıkça kurların artış oranı artmakta, kurların artış oranı arttıkça da enflasyon artmaktadır. Buna da fiyat – kur spirali denmektedir. 

Her üç özellik de, 1994, 2001 ve 2018 krizlerinde Türkiye’de mevcuttur. Dolayısıyla bu krizler sonucunda ortaya çıkan iktisadi problemi stagflasyon olarak adlandırmak yerinde olacaktır.     

Bir sonraki yazıda stagflasyon probleminin çözümüne dair uygulanacak alternatif politikaları anlatacağım. Daha sonra da 2018-20 yılları arasında Türkiye’de uygulanan istikrar programlarını değerlendireceğim.

Hayırlı Cumalar.