SOVYETLER BİRLİĞİ: DAĞILMANIN 30'UNCU YILINDA DAĞILMANIN ÖNGÖRÜLEBİLİRLİĞİ ÜZERİNE

Prof. Dr. Fahri ERENEL
Tüm Yazıları
Sovyetlerin dağıılması, dünya tarihi açısından önemli bir kavşak noktası olarak görülmektedir.

Yüksek Sovyet Cumhuriyet Konseyi’nin 26 Aralık 1991 tarihinde kabul ettiği bildirge ile Sovyetler Birliği’nin varlığı resmen sona ermiştir. Bu sona erişin etkileri hala devam etmektedir. Soğuk savaş yıllarında bir ölçüde gerçekleştirilmiş olan uluslararası güç dengesi sağlanamamakta, belirsizliğin attığı,tehditlerin asimetrikleştiği, yan yana gelmez denilen ülkelerin birlikte hareket edebildiği, ittifaklar içinde ittifakların kurulduğu, uluslararası kuruluş ve anlaşmaların dikkate alınmadığı, çok kutuplu denilen yeni bir yapılanmanın söz konusu olmakla birlikte nasıl gerçekleştirilebileceği sorusuna  cevap bulunamadığı bir süreci yaşıyoruz. Bütün bu gelişmeler ülkeler arasındaki gerginliği daha da arttırmakta, zemin daha da kayganlaşmaktadır.

Sovyetlerin dağıılması, dünya tarihi açısından önemli bir kavşak noktası olarak görülmektedir. Putin, Sovyetler Birliği’nin 26 Aralık 1991 tarihinde dağılmasını “Büyük bir Jeopolitik Felaket” olarak tanımlamaktadır. Sovyetler Birliği yapısı altında yer alan devletlerin savaşmadan barışçıl şekilde dağılması, yeni ilişkilerin tesisine imkan sağlamıştır. Bu dağılma şekli Bağımsız Devletler Topluluğu adı altında bir yapılanmayı mümkün kılmıştır. Bu topluluğun teşkilinde o günün şartları altında bağımsızlığını kazanan devletler açısından başka bir alternatifin olmaması, Batı’nın bu sürece hazırlıksız yakalanmasının katkı sağladığı düşünülmektedir.

KÖR NOKTA

Diğer taraftan bu hazırlıksız yakalanışta başta ABD istihbarat birimleri olmak üzere batılı istihbarat yapılarında öngörüsüzlüğün yattığına dair düşünceler üretilmekle birlikte, belgeler tam aksini göstermektedir. Sovyet ekonomisindeki yavaşlamanın tespit edildiği, ülkedeki krizin taşma noktasına geldiğinin sinyalini verecek bir dizi koşulun belirlendiği ve bu koşullar gerçekleştiğinde üst düzey ABD yöneticilerinin bilgilendirildiği anlaşılmaktadır. Peki neden hazırlıksız yakalanıldığı, kör noktaya itildikleri belirtilmektedir?

Liderler genellikle kör noktaya itilmezler, istihbaratı algılama biçimleri, istihbaratın onların algılamalarını değiştirebilmek için aşmaları gereken zihinsel engellerle ve gelen bilgiye göre hareket etme yeteneklerini kısıtlayan bakış açıları ile kendi kendilerini kör noktaya ittikleri görülmektedir.

1970’lerin sonuna kadar hakim görüş, Sovyetler Birliği’nin çökeceği değil, evrim geçireceği yönünde olmuştur. Sovyetler Birliği üzerine çalışmalar yapan uzmanların çok sayıda farklı etnik yapıdan oluşan, merkezden planlanan, demokratik olmayan bir devletin uzun süredir devam eden bir istikrarsızlık halinde olduğuna dair kuvvetli inanışları mevcuttur. 1947 yılında John Kennan’ın ortaya attığı “Çevreleme Politika’sının temeli de bu varsayıma dayanmıştır.

TEMEL GÖRÜŞ AYRILIĞI

İstihbarat birimleri arasında ki temel görüş ayrılığı, ekonomik durgunluğun etkilerinin ne kadar kötü olabileceği ve Sovyetlerin bu durumla nasıl mücadele edebileceği ile ilgili olmuştur. Sadece CIA ile Savunma İstihbarat Ajansı (DIA)’nın görüşlerindeki farklılığa bakmak yeterli olacaktır. CIA, ekonomik yavaşlamanın Sovyetlerin askeri güçlerini takviye etmelerini engelleyebileceğine inanırken, DIA, askeri takviye yapılmakta olduğuna dair kanıtların ekonomik sıkıntılara rağmen Sovyetlerin ABD’yi geride bırakmaya kararlı olduğunu gösterdiği yönünde görüş belirtmiştir.

Durgunluk yaşayan Sovyet ekonomisi ile ilgili bu tür değerlendirmelere ABD’nin Carter dönemindeki ulusal güvenlik stratejisinde “Sovyetler Birliği, ABD’ne eşdeğer askeri gücü başarılı biçimde elde ediyor olmasına rağmen ülke içerisinde büyük ekonomik ve ulusal sıkıntılar yaşamaya devam etmektedir. Çin, Afrika’nın bazı bölgeleri ve Hindistan ile ilişkilerinde ciddi sıkıntılar yaşadığı bir dönemde gerçek anlamda sadık sayılabilecek çok az sayıda müttfiki vardır” şeklinde ifade edildiği görülmüştür.

Reagan yönetimi bir adım daha ileri giderek ABD’nin Sovyetlerin bu zaaflarından yararlanabileceğini ve planlı, kapsamlı bir planla komünist rejimin dönüşüm geçirme sürecini hızlandırabileceğini iddia etmiştir.

REJİMİN İFLAS EDEBİLECEĞİ

1989 yılında, rejimin çöküşüne neden olan darbe teşebbüsünden önce ABD istihbarat birimleri Sovyetler Birliği’nin geri dönüşü olmayan yola girdiğini ve kötü bir sonucun olası olduğu bildirmişlerdir. Nisan 1991 ayında ABD’li yöneticilere Sovyet rejiminin iflas edebileceğini öngören senaryolar ortaya konularak iletilmiştir.

Başta ABD ve dolayısı ile NATO olmak üzere Sovyetlerin dağılmasının bir stratejik sürpriz etkisi yaratmadığı, yöneticilerde bu düşüncenin oluştuğu söylenebilir. Yani Batı hazırlıksız değildir dağılma sürecine. Bununla birlikte yöneticilerin yönetsel eksikliklerini algı yönetimi ile istihbarat örgütlerin aktarmalarının başarılı olduğunu söylemek mümkündür.

İstihbarat birimlerinin  değerlendirmelerinde farklılıklar olmakla birlikte çöküşü öngördükleri ve bu durumu yöneticilere aktardıkları belgeler üzerinden anlaşılmaktadır. Sorumluluğun istihbarat birimleri üzerinde kaldığının en önemli nedenlerinden birinin yazılı kayıtların birkaç yıl boyunca gizli tutulması, gizlilik kalktığında ise bu belgelere erişimin kolay olmamasıdır.

Tabi bunda ABD istihbarat birimlerinin önceki başarısızlıklarının da etkisinin olduğu dikkate almak gerekmektedir. CIA’nın, Şahın devrilmesinden 6 ay önce, 1978 yılında “İran’da devrim döneminden, hatta devrim hazrlığı döneminden bahsedilemez” ve NIE’nin 2002 tarihinde yaptığı “Bağdat yönetimi nükleer silah programını yeniden tesis etmektedir” şeklindeki değerlendirmeleri güvensizliğin oluşmasında örnek gösterilebilir.

ABD’li politika yapıcılar eksik olan stratejik öngörü becerileri nedeniyle her zaman için istihbarat birimlerini baskı altında tutmakta, bu durumda ABD istihbarat birimlerinin sürekli olarak açık ve eksiksiz bilgi yayımlama baskısı hissetmelerine neden olmalarına yol açmaktadır.

Son tahlilde ABD’li üst yönetimin zamanında karar verme beceriksizliği Sovetler Birliği’nin dağılması ile bağımsızlıklarını kazanan yeni devletlerin belirsizlik içinde kalmalarına, bu durum ise Rusya’nın tekrar bu devletler üzerinde baskı kurmasına yol açmış ve o gün ki kararsızlığın sonuçları günümüze kadar yansımış ve yansımaya devam etmektedir.