SOSYAL DEVLETİN KÜRESELLEŞMESİ

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Tüm Yazıları
İçinde bulunduğumuz Kaos Çağı yeni bir dünyanın doğum sancılarını da içermektedir.

Cuma günkü yazımda bugün hâkim olan dünya düzeninin yeni teknoloji devrimleri ile birlikte varlığını sürdürmesi durumunda karşılaşacağımız dünyayı iç karartıcı bir şekilde anlatmıştım. Hatırlayacak olursak, biyo teknolojideki gelişmeler adaletsiz ve eşitliksiz bir düzende köleci toplumun hortlamasına yol açabilirdi. Bu tam da Batı uygarlığının (Mehmet Akif merhumun sözleriyle “tek dişi kalmış canavarın”) evrileceği ideal noktayı da göstermekteydi. Gücün hak olduğu (“Might is Right!/ Güç Haktır!” İngiliz atasözü, DMD) bir dünya… Gücü, parayı ve teknolojiyi elinde tutan uzun ömürlü, sağlıklı, eğitimli ve müreffeh bir azınlığın yönetimi altındaki kısa ömürlü, sağlıksız, cahil ve fakir bir çoğunluğun olduğu dünya… Pekiyi bunun bir alternatifi olabilir mi? Sahip olduğumuz teknolojinin insanlığın tümünün yararına kullanılabilmesi mümkün müdür? Bunu Batı uygarlığının (o da uygarlıksa eğer… DMD) temel düsturlarıyla gerçekleştirebilir miyiz, yoksa başka bir dünya algısına mı ihtiyaç vardır? Bu soruları cevaplamak istiyorum.

HASTALIĞIN TEŞHİSİ – GÜCÜN, SERVETİN VE İTİBARIN EŞİTSİZ DAĞILIMI

Bugünkü dünyanın temel problemlerini daha önce de tartışmıştım. İsterseniz maddeler halinde yazalım:

(i)                  Para ve enformasyon akışlarının milli devletlerin kontrolünden çıkıp, merkezi olmayan ve bir kurallar zinciriyle örgütlenmemiş küresel bir ağın güdümünde olması. Bunun sonucu ardı arkası kesilmeyen krizler ve küresel terördür.

(ii)                Dünyada üretilen gelir ve servetin yüzde 40’ı dünyanın en zengin yüzde 1’inin elinde iken dünya nüfusunun yarısının fakirlik sınırının altında olması. Bunun sonucu fakir ülkelerde çıkan iç savaşlar ve uluslararası göçtür.

(iii)               Hâkim “neo-liberal düzenin” ve onun beslemesi ödül ve madalyalı “sahte aydınların” insanlığın tümünün yararına değil de, küresel sistemdeki eşitsizlik ve adaletsizliğin ana sebebi olan Atlantik Emperyalizminin sultasının devamı için çalışması. Bunun sonucu insanlığın ortak menfaatine yönelik önerilerin ne medyada ne de akademik camiada yer bulmaması, hatta bu önerilerin sahiplerinin linç edilmesidir.

(iv)              Dünya para sisteminin en büyük emperyalist devletin (ABD) milli parasına bağlı olması. Bunun sonucu, bugün, paradoksal bir şekilde, ABD’nin bile kendi parası üzerindeki kontrolünü kaybetmesidir.

(v)                Toplumları bir arada tutan milli değerlerin aşınması, bunu takiben bir tarafta milliyetsiz ve vatansız bir “dünya vatandaşlığı” kavramı yükselirken aynı anda etnik milliyetçiliğin, mezhepçiliğin ve kabileciliğin de yükselmesi. Bunun sonucu, gelişmiş ülkelerde ırkçılığın hortlaması, gelişmekte olan ülkelerde ise iç savaşların patlamasıdır.

(vi)              Dünyadaki sermayenin yüzde 25’inin üretken sanayi sektörlerinde bulunmasına karşın, yüzde 75’inin üretken olmayan finans sektöründe yoğunlaşması. Bunun sonucu dünyanın genelinde hızla düşen kâr oranları ve kapitalizmin genel bir krize sürüklenmesidir.

Yukarıda bahsettiğim problemler, dikkat ederseniz sadece Türkiye’nin, ABD’nin veya herhangi bir ülkenin değil bütün küresel toplumun ortak problemleridir. Bildiğimiz şey ise, bu problemlerin tek başına milli devletlerin politikalarıyla çözülemeyeceğidir. Yeni bir küresel sisteme ihtiyaç hâsıl olmuştur.

HASTALIĞIN TEDAVİSİ – KÜRESEL SOSYAL DEVLET

Batı uygarlığının ürünü olup da canı gönülden kabul edip desteklediğim yegâne kurum sosyal devlettir. Sosyal devlet, kapitalist ekonomik sistem içinde ortaya çıkan gelir adaletsizliği, kaynak tahsisindeki etkinsizlik ve servet eşitsizliğini milli ekonomi içinde azaltmak için geliri, serveti ve üretim kaynaklarını (sermaye, emek ve hammadde) yeniden dağıtmayı amaçlayan devlettir. Bu haliyle para babası zenginlerin aleyhine ve alt gelir grubundaki insanların lehine olacaktır. Aynı zamanda rekabetçi küçük firmaları teşvik ederken tekelci büyük firmaları sınırlayacaktır. Pekiyi, bugünkü şartlarda sosyal devlet derde deva olur mu? Hayır. Çünkü sorunlar tek bir devletin değil, bütün dünyanın sorunlarıdır.  O zaman sosyal devlet politikalarını bütün küresel ekonomide uygulayacak küresel bir kuruma ihtiyaç vardır.

Bazı çok “hümanist ve demokrat liboşların” son yirmi yıldır savunduğu “dünya devleti ve dünya vatandaşlığı” değil muradımız. Muradımız dünya üzerindeki para ve kredi akışlarının denetim altına alınması, küresel para sisteminin istikrarı, az gelişmiş ülkelerde kalkınma yatırımlarına öncelik verecek bir küresel yatırım ajandasının kurulmasıdır. Küresel ihtilafların çözümünün hiçbir ülkeyi imtiyazlı saymadan eşitlikçi bir ortamda çözümünü sağlayan bir küresel uzlaşı ile küresel bazda savaş ve terörü en aza indirecek bir yapının tesisi ana amaç olmalıdır. Böyle bir yapı kurulursa, o zaman, dünyada gelişen teknolojinin sağlayacağı imkânlarla birlikte fakirliğin küresel bazda en aza indirildiği, kalıtsal hastalıkların ortadan kaldırıldığı, ortalama insan ömrünün çok uzadığı bir çağa girebiliriz. Ancak bu dünyanın kurulabilmesi demek emperyalist devletlerin iktidarlarının sınırlandırılması, küresel spekülâtörlerin, silah, enerji ve ilaç kartellerinin denetim altına alınması anlamına gelir. Yani bugün dünya siyasetini ve ekonomisini yönlendiren ağababaların güç ve servetlerinin azalması demektir.

Bu senaryonun kabul edilmesi halinde nasıl uygulanacaktır? Anlatalım.

(İ) Dünya’da bir elektronik küresel para IMF veya benzeri bir kurum tarafından basılır. Dünyadaki diğer paralar da - hepsi elektronik olmak kaydıyla – sabit kurla bu paraya endekslenir. IMF veya benzeri kurumun herhangi bir milli devletin güdümünde olmaması sağlanır. (Hali hazırda bu tarz uluslararası kurumlar ABD vesayeti altındadır.) Basılan küresel paranın arkasında dünyanın bütün doğal kaynakları bulunur. Bunun için bu doğal kaynakların küresel ortak mülkiyette bulunması gerekir.

(ii) BM dünyanın parlamentosu hüviyetine kavuşur. Burada her millet eşit sayıda temsilcileri tarafından temsil edilir, BM güvenlik konseyi lağvedilir, BM’de iki yıllık bir süreyle ülkeler tarafından seçilen bir yürütme kurulu çevre, fakirlik ve açlıkla mücadele, küresel suç ekonomisi ve terörle mücadele ile görevlendirilir. Bütün ülkeler de bu yürütme kurulunun politikalarını uygular.

(iii) Dünyadaki temel doğal kaynaklar (petrol, doğal gaz, su, ormanlar vb.) insanlığın ortak mirası kabul edilir ve mülkiyeti BM’e devredilir. Bu kaynakların kullanımı BM’e bağlı küresel bir firma tarafından yürütülür. Firmanın denetimi BM üyesi ülkeler tarafından sağlanır.

(iv) Özel finans piyasalarının küresel bazda sıkı bir denetim altına alınması ve kâğıt paranın tedavülden kalkması gerekir. Böylece küresel bazda kimin nereye, ne kadar harcadığı kayda alınacaktır. Sermaye piyasalarının spekülâsyondan arındırılması ve asli görevi olan yatırımcıyı finanse etmeye yönelmesi sağlanır.

(v) Az gelişmiş ülkelerde temel alt yapı yatırımları, sanayinin teşviki ve bütün dünyada bilimsel tarımın desteklenmesi ile ülkeler arasındaki gelir ve servet uçurumlarının kapanması sağlanır. Fonlar küresel kumarhane haline gelmiş finans piyasalarında değil ama sanayi ve modern tarıma aktarılır.

(vi) Ülkelerin silahlanmasında sınırlamaya gidilir, BM’e bağlı bir güvenlik birimi kurulur, ülkeler arası savaşların önüne geçilir.

(Vİİ) Mevcut sağlık sistemi, bugün, üçkâğıtçı ilaç kartellerinin elindedir. Dünya Sağlık Kurumu bu konuda aktifleştirilir, ilaç üretimi yapan karteller sıkı denetime alınır, gerekirse ilaç üretiminin mülkiyeti de BM’e devredilir.

“Hocam, yapmayın! Küresel emperyalizm buna müsaade etmez. Dev ilaç, finans ve silah kartelleri, enerji firmaları buna karşı çıkar! Böyle bir sistem mümkün değildir!” dersiniz, haklısınız da… Belki bugünden bakıldığında çok da gerçekçi bir görüş ortaya atıyorsunuz… Ancak bütün bir sistemin tümüyle çökmesi, insanlığın sahip olduğu bütün erdemlerin ve zenginliğin yok olması tehlikesiyle karşı karşıyayız. Bugün değilse bile uzun vadede insanlığın bu yola girmesi gerekir. Çünkü küresel hastalıklarla mücadele için küresel tedavi şarttır.

Pekiyi, bu dünyanın kurulması rekabetçi, bireyci ve piyasacı bir anlayışla mümkün müdür? Yeni bir bakış açısına ihtiyaç mı vardır? Bu bakış açısı Türk tarihinde ve uygarlığında mı saklıdır? Cuma’ya bu konulara gireriz.