SERMAYENİN MAĞDURİYETİ

Yusuf DİNÇ 25 May 2021

Yusuf DİNÇ
2021 başından bu yana bir seri yazıyla İslam ekonomisi başlığında çalıştığım bir kitabın "spoiler" anlamındaki bazı detaylarını verdim.

2021 başından bu yana bir seri yazıyla İslam ekonomisi başlığında çalıştığım bir kitabın “spoiler” anlamındaki bazı detaylarını verdim. İslam ekonomisi nedirden, İslam ekonomisi ne değildire tartışmalar yanında üretim faktörleri konusunda da değerlendirmelerimi paylaştım. Bu yazıda sermaye meselesine değineceğim.

Faizli kafanın itiraf edemeyeceği tartışmalar açmak istiyorum. Sanırım faizsiz ekonomi olur mu diyenlerin köşeye sıkışacağı müşahhas meselelerdir bunlar.

Bir bakıma artık borç alanların mağduriyeti hikayesinin sonu gelmesi gerekmez mi, meselesini tartışacağım.

Konuyu merkez bankalarından ele alalım. Merkez bankacılığı “enflasyon yaratma sanatıdır” diye her zaman söylerim. Bu bakış açısından merkez bankaları aslında borç alanları enflasyonla koruyacağının garantisini verir. Enflasyon olarak bildiğiniz olgu para politikası icad olduğundan beri doğal bir fenomen değil, elle yapılmış şekilde (yani fiktif şekilde) paranın satın alma gücünün aşındırılmasıdır.

Merkez bankaları para arzındaki artışlarla ekonomide talebi itekleyecek yahut harekete geçirecek bir ortam sağlamak üzere enflasyon yaratır. Talep yönlü ekonomi düşüncesi sindirildiğinden bu yana işleyiş böyledir. Diğer taraftan enflasyon kapitalizmin motoru olarak kabul edilir ki bu haliyle merkez bankaları kapitalizmin amaçlarına hizmet eder.

Diğer hizmetçisi de bankalardır. Bankalar yüzyıldır fakirden alıp zengine verme eleştirisi karşısında argüman geliştirememiştir. Üstelik bu eleştiriyi göz ardı etsek dahi toplumun kendi varlıklarını gene toplumun kendisine “kar amaçlı” şirket modeliyle aktarmak ayrıca tartışılmaya değerdir.

Bu problemlerin tamamının çözümü İslami finans içinde mümkündür. İslami olmayan finansın ticari sigortacılık, mevduat ve tahvil-bonodan ibaret olduğu düşünüldüğünde İslami finansın geniş bir çözüm çevresi sunduğu da anlaşılabilir. Hatta bugün zorlama biçimde uygulanmaya çalışılan İslami bankacılık aslında para ve sermaye piyasası arasında çok özel bir yer tutarken bütün bu problemlere tek başına dahi çözüm üretebilecek durumdadır. Fakat bunun için henüz erken. Evvela vizyon problemini aşmak sonra da ilk defa teknik ve teorik olarak donanımlı bir akdemi ve yönetici çevresi oluşturmasını beklememiz gerekiyor.

Peki toplumun kendi varlıklarını kendine aktarıp “kar” sağlayan finans kesimi bazen borç alanları çoğu zaman da borç verenleri yani sermayedarları nasıl mağdur ediyor.

Önce sermayedar banka bilançosunun pasifine girdiği halde onu müşteri kabul ediyor. Müşterinin de büyüğü küçüğü problemi ortaya çıkıyor ki mağduriyetin ilki muamele mağduriyetidir. Masraflar, ücretler, komisyonlar, sıra beklemeler hep sermaye birikimi sınırlı olanların üzerine yükleniyor. Sakın ha banka hesabı kalın olanların EFT ücreti, havale masrafı, hesap işletim gibi ücret ve komisyonlar ödediğini sanmayın. Bu masrafları onlar yerine de siz ödüyorsunuz.

İkinci adımda büyük olsun küçük olsun muamele farkı fazla değişmiyor.

Enflasyon yüzde 15 iken mesela bankalar yüzde 10 ile borç topluyor. Ya da mevduat. yüzde 20’yken yüzde 15 ile topluyor. Yani faiz mekanizması sizi aşınmadan korumuyor. Sonra topladığı bu fonları enflasyon yüzde 15 iken yüzde 20 ile yüzde 20 iken yüzde 35 ile krediye dönüştürüyor.

Sermayedardan daha fazla kazandığı durumlar oluyor. Çünkü mevduat müşterisi finansal okuryazarlığın en zavallı kesimi olarak görülüyor. Fonları yönetecek zamanı daha çok da kabiliyeti olmayanlara üç kuruş faiz lütfedilerek elle yaratılan enflasyon karşısında örselenmelerinin şiddeti azaltılıyor sadece. Büyük olsun mevduatınız küçük olsun, bu durum hep aynı gerçekleşiyor. Sadece bankalar değil faizli iş yapan veya işlem gören tüm araçlar böyledir.

Bunu da size ancak İslami finansçılar ifade edebilecek derinliğe sahiptir.