SERİN SAVAŞ - TÜRKİYE NE YAPMALI? -II

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Tüm Yazıları
Savaşın 9'uncu gününde bu yazıyı yazıyorum.

Bundan sonra yazılarım Cuma günü değil ama Cumartesi günü olacak. Okuyucularımı bilgilendiririm.

Savaşın 9’uncu gününde bu yazıyı yazıyorum. İlk iki gün geçtikten sonra Rusların çok hızlı ilerlediği gibi bir intiba oluşmuştu. Vehbi’nin kerrakesi sonradan ortaya çıktı. Ukrayna ordusu Rusları açık alanda karşılamaktan vazgeçip şehir müdafaası yapmayı kararlaştırmıştı. Halâ daha Ruslar başta Kiev olmak üzere şehir müdafaası karşısında çakılıp kaldılar. Bu bana İkinci Savaş’taki Stalingrad Müdafaası’nı hatırlattı. Ancak bu sefer Ruslar saldıran taraftadır.

Süreç uzadıkça ABD ve müttefiklerinin Rusya’ya artan şiddette bir ekonomik ambargo uygulayacakları da belirgin hâle geldi. Bu ise Rusya’nın ekonomisini ciddi olarak zora sokacak bir durumdur. Öte yandan ABD güdümündeki sosyal medya kanallarında Putin’in Hitler’e benzetildiğini, komedyen – siyasetçi Zelensky’den bir Churchill yaratılmaya çalışıldığını, Rusların vahşi ve ürkütücü silâhlarla Ukrayna’da sivilleri katlettiği yönünde yayınlar da başladı. Bu herc-ü merç içinde, bir de, bizim Bayraktar TB-2’leri haddinden fazla överek Rusya ve Türkiye arasındaki ilişkileri bozmaya yeltenen yayınlar da görülmekte.

Burada önce birkaç noktaya temas etmek istiyorum. Benim duruşumu açıklamak ve tarihe not düşmek için bu önemlidir.

Her şeyden önce, Rusların büyük bir sivil katliamı yaptığı palavradan ibarettir. Elbette burada iki ülke orduları çelik çomak oynamamaktadır. Savaş durumunda sivillerin de ölümü kaçınılmazdır. Ancak şehir müdafaasına karşı Rusya’nın elindeki ağır silahları kullanabileceğini, bunun bütün şehirleri yerle bir edeceğini çok iyi biliyoruz. Buna rağmen, Rusya, böyle bir felâkete mahal vermemek için -büyük kayıpları da göze alarak- şehirleri sokak sokak piyadeyle ele geçirmeyi tercih etmektedir. Burada hem dünyanın daha fazla tepkisini çekmemek hem de Ukrayna halkını Rusya’ya düşman etmemek gayesi olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden Putin’i Hitler’e, Rus ordusunu da SS Birliklerine benzetmek çok büyük bir hata olur.

İkinci olarak Rusya’nın otoriter bir rejim Ukrayna’nın da tam anlamıyla bir demokrasi olduğunu savunan yazılı ve sözlü yorumlara rast geldim. Bu da doğru değildir. Hem Ukrayna hem de Rusya, farklı şekillerde de olsa oligarkların -yani mafyayla iç içe geçmiş türedi iş adamlarının- hâkim olduğu rejimlerle idare ediliyor.  Rusya’da askeri ve sınai kompleksle paralel devlet güdümünde ve Putin’in demir yumruğuyla yönetilen bir oligarklar ağı varken, Ukrayna da bölgesel hakimiyet elde etmiş ve klanlarla – mafya aileleri ile- organik bağı olan oligarklar ve onların beslediği siyasi partilerin yarıştığı bir sözde demokrasi vardır. Mevcut Cumhurbaşkanı da, bu oligarklardan birinin maaşlı memurudur. Yani “tencere dibin kara, seninki benden kara” durumu söz konusudur.

Üçüncüsü, Rusya’ya yönelik Batı’nın propagandası sırasında, Ukraynalıların sarışın ve mavi gözlü olduğu, Hristiyan ve Avrupalı oldukları, bu zulmü hak etmedikleri yönünde bir kampanya yürütülmektedir. Bu durum, başta ABD olmak üzere Batı’nın ne kadar iki yüzlü olduğunu göstermektedir. 1960-70’lerde Cezayir, Vietnam ve Kamboçya’da, 1990’larda Karabağ ve Bosna’da, kırk yıldır Afganistan’da, 2000’li yıllarda Irak, Suriye, Yemen ve Libya’da ölen insanlar Homo Sapiens değil de, Neanderthal miydi? Oralarda Batı’nın silahları ile ölen çocuklar önemli değildi de, Ukrayna’daki çocuklar mı önemli? Doğru olan her türlü zulme, katliama ve savaşa aynı şiddetle karşı olmaktır.

Son olarak şunu ilave edeyim: Rusya’nın ne olursa olsun işi sıcak savaşa dökecek kadar ileri gitmesi bir sorumsuzluk örneğidir. Batı’nın ikiyüzlülüğü yanında, Putin Rusya’sının da pişkinliği mide bulandırıcıdır. Ondan daha beteri ise muktedirin önünde temenna eden mankurt Kadirov ve Çeçen savaşçılarıdır.    

Bundan önceki yazımda olası bir serin savaş senaryosunun nasıl gelişebileceğini yorumlama sözü vermiştim. O yazı yazıldığında Rusya’nın kaybedebileceği ihtimali yoktu. Bugün bu ihtimal de gündemdedir. O yüzden “serin savaş senaryosu” yanında “Rusya’nın kaybı senaryosunu” da inceleyeceğim.  Önce Rusya’nın kaybı senaryosunu ele alalım.

 RUSYA KAYBEDERSE NE OLUR? NASIL OLUR?

Rusya’nın kaybı ile kastettiğim muzaffer Ukrayna ordularının Kremlin Sarayı’nı ele geçirmesi değil elbette. Rusya’nın askeri hedefi kısa vadede – ki bu bir ilâ bir buçuk ay arasıdır- Ukrayna’da rejimi değiştirip Lukaşenko benzeri bir liderle Beyaz Rusya benzeri bir “ileri demokrasi” örneği rejim oluşturmaktır. Eğer bu hedefe ulaşamazlarsa, askeri kayıpları beklenenden daha fazla olursa, buna bir de ekonomik yaptırımların yıkıcı sonuçları eklenirse Rusya savaşı bitirmek zorunda kalır. Ancak Putin böyle bir şeye yanaşır mı? Zannetmem. Çünkü Putin gibi “ileri demokrasi” liderleri geri adım attıklarında etraflarında yarattıkları ve iktidarlarını borçlu oldukları güç aurasının dağılacağını, bunun da kendi sonlarını getireceğini iyi bilirler. Pekiyi, Rus Devleti kurumsal olarak nasıl bir tavır alır? Kızıl Ordu ve KGB geleneği “Rusya’dan vaz geçmektense liderden vaz geçmeyi” söyler. Bir gece, sabaha karşı üçte, Tass ajansından “Yoldaş Putin sağlık sebepleri ile görevinden ayrılıp, yerini yoldaş Falanca’ya bırakmıştır!” mealinde bir duyuru yapılır. Yeni yönetim Putin’i günah keçisi ilan eder, Batı ile uzlaşı yollarını arar. Süngüsü düşmüş bir Rusya’nın varlığı ise mevcut jeopolitiğin esaslı olarak değişmesi anlamına gelir.

RUSYA KAZANIRSA NE OLUR? NASIL OLUR?

Rusya’nın kazanması demek, bir – bir buçuk ay içinde Ukrayna’da rejimi değiştirmesi demektir. Bu süreçte geçen her gün Rusya’ya zarar yazmaktadır. Batı’nın stratejisi, öyle, Ukrayna’yı kurtarmak ve orada bir demokratik rejim oluşturmak değildir. Süre uzadıkça Rusya yıpranacak ve savaş sonunda oturulacak paylaşım masasında daha çok taviz verebilecektir. Rusya’nın kazandığı durumu bir “serin savaş” olarak adlandırmıştım. Bu durum bizim çocukluk ve gençliğimizde tecrübe ettiğimiz “soğuk savaşa” benzer bir durumdur. Ancak soğuk savaş gerçek bir dünya savaşı tehdidi altında ülkelerin iki düşman kamptan birini seçmek durumunda bırakıldıkları, bütün politikaların içinde bulunulan kampın güvenlik stratejisi ile belirlendiği bir süreç idi. İktisadi olarak en önemli olan ise iki düşman kampın farklı iktisadi sistemlere göre düzenlenmesi ve bu yüzden de dünya ticaretinin potansiyelinin çok altında seyretmesiydi. Soğuk Savaş döneminde, bir ülke bağlı olduğu kamptan ayrılamazdı. NATO blokunda böyle bir eğilim askeri darbeyle bitirilirken, Sovyet blokunda doğrudan Kızıl Ordu işgaliyle sonuçlanırdı. Serin Savaş bu kadar katı bir bloklaşma şeklinde olmayacaktır. Her şeyden önce her iki blok da, aynı iktisadi sisteme tâbi olacaklardır: Tekelci kapitalizm. Dünya ticaretinin akamete uğraması her iki blokun da işine gelmeyeceğinden bloklar arası ekonomik ilişkiler devam edecektir. Bloklar küresel bazda yaygın olmaktan çok, Avrupa kıtasına özel olarak belirlenecektir. Örneğin -savaşın ne kadar süreceğine bağlı olarak- Ukrayna’nın tamamı veya bir kısmı, Sırbistan, belki Karadağ ve Moldova Beyaz Rusya ile birlikte Rusya’nın güdümünde birer “ileri demokrasiye” dönüşecektir. Öte yandan AB alanı tam olarak ABD güdümü ve korumasına alınacaktır. Burada, içinde bulundukları mevcut ittifakları bir tarafa koyarak söyleyebilirim ki, Yunanistan, Kıbrıs Rum Kesimi, İsrail ve Türkiye’nin durumu her iki blok arasında kalacakmış gibi görünmektedir. Dediğim gibi, “serin savaş” “soğuk savaştaki” gibi sert bir bloklaşmayı değil ama daha gevşek bir müttefiklik ilişkisini içerecektir.

Aynı şekilde enerji dağıtım yolları ve enerji üretiminin güvenliği açısından Orta Doğu ve Orta Asya da bu blokların paylaşım pazarlıklarına konu olabilir. Orta Asya ülkelerinin patronunun Rusya olacağı dünden bellidir. Kafkasya’da Gürcistan Türkiye gibi iki blok arasında olabilir. Öte yandan Azerbaycan ve Ermenistan’ın Rusya’nın kanatları altına gireceğini düşünüyorum. Orta Doğu, genel olarak ABD güdümündeyken, Rusya’nın son 10 yılda Orta Doğu’da elde ettiği mevzileri kaybetmek istemeyeceği de açıktır. Bunda ne kadar başarılı olacağı da, Ukrayna Savaşı’ndan ne kadar hasarla çıkacağına bağlıdır.

Pazartesi günü, değişen dünyamızda yükselen popülist siyasetin dayandığı sınıfsal ilişkileri irdeleyeceğim. Hepinize iyi hafta sonları dilerim.