PROFESYONEL VİCDANSIZLIK

Faruk AKTAŞ 09 Şub 2023

Faruk AKTAŞ
Tüm Yazıları
Bu yazının kaleme alındığı saatlerde ilk depremden bu yana 700'e yakın 6'nın üzerinde artçı sarsıntı kaydedilmişti.

Türkiye, tarihinin en büyük felaketlerinden biriyle karşı karşıya.

İlki 6 Şubat sabahı saat 04.17’de Kahramanmaraş Pazarcık merkezli 7.7 şiddetinde, ikincisi öğlen saat 13.24’te aynı ilimizin Elbistan ilçesi merkezli 7.6 şiddetindeki iki büyük deprem büyük bir yıkıma yol açtı.

Bu yazının kaleme alındığı saatlerde ilk depremden bu yana 700’e yakın 6’nın üzerinde artçı sarsıntı kaydedilmişti.

Sadece Türk bilim insanları değil, farklı ülkelerden dünyanın önde gelen birçok bilim insanı yaşanan depremi yüz yılın en büyük felaketlerinden biri olarak tanımlıyor.

Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, bu depremlerin yıkım boyutunun bu kadar yüksek olması ile ilgili her birimizin ayrı ayrı sorumluluğu var.

Yıkılan binalardan hangisi, hangi tarihte, hangi hükümet döneminde yapılmış olursa olsun, binayı yapan müteahhitten, buna onay veren hükümet ve yerel yönetimlerdeki ilgililere, bu ilgililerden binanın depreme dayanıklılık durumunu sorgulamadan satın alan biz vatandaşlara kadar hepimizin sorumluluğu söz konusu.

Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın dediği gibi ucu nereye, kime kadar giderse gitsin bu konuda geçmişten bugüne tüm sorumluların hesap vermesi gerekiyor.

Daha da önemlisi bu yaşananların hepimiz için büyük bir ders olması gerekiyor.

Ancak bu yazının konusu da bu olmadığı gibi, gün bunları konuşma günü de değil.

Gün, halen enkaz altında olan insanlarımıza ulaşmak ve el ele, yürek yüreğe acıları paylaşarak bu felaketin üstesinden gelmeye çalışma günü.

Ancak ne yazık ki, birileri insanüstü bir çabayla canhıraş bir şekilde bu felaketin yaralarını sarmaya çalışırken, daha önceki sayısız olaydan tanıdığımız birilerinin de yine yaraları kanatma çabalarına şahitlik ediyoruz.

Kanına lağım suyu karışmış bazı insan görünümlü unsurların, çeşitli sosyal medya hesapları üzerinden kendi kanları gibi kirli paylaşımlarla, hem depremzedelerin hem de tüm toplum olarak bizlerin direncini kırmaya yönelik girişimleri oldu, oluyor.

Emniyet, bu unsurlardan 90’ının tespit edilerek haklarında işlem yapıldığını, bunlardan birinin de mahkeme tarafından tutuklandığını bildirdi.

Ülke olarak bu denli büyük felaketle mücadele ederken özellikle muhalefet cephesinin bazı unsurları içinde acıları siyasi ranta devşirme gayreti içinde olanlar da var.  

Bunlara, gerek iktidar gerekse de muhalefetin içindeki sağduyulu kesimler gereken yanıtı verdi, veriyor.

Bu yazının konusu onlar da değil.

Bu yazının asıl konusu, özellikle medya içinde tarafsızmış gibi görünen bazı meslektaşlarımızın gazetecilik, habercilik faaliyeti adı altında oldukça profesyonel şekilde, profesyonel bir dille, profesyonel sunumlarla bu felaketi bazı siyasi amaçlara devşirme gayretleri.

Kuşkusuz habercilik, gazetecilik deprem bölgesinde yaşananları, eksikleri, sorunları kamuoyunun gündemine getirmeyi gerektirir.

Onlarca meslektaşımız bunu yaptı, yapıyor, yapmaya devam edecek.

Ancak depremzedelerin acılarını ekrana taşırken, onların acılarını dindirmek için canhıraş bir çaba içinde olanların gayretlerini görmezden gelmeye çalışmak ahlaksızlıktır, vicdansızlıktır ve bunu yapmanın gazetecilikle, habercilikle uzaktan yakından ilgisi yoktur.

Söz gelimi yıkılan bir binanın enkazının altında can çekişen insanlarımızın durumlarını, o enkazın bir an önce kaldırılıp içindeki yakınlarının kurtarılması için çırpınan insanlarımızın feryatlarını aktarırken, depremi duyar duymaz evini, çoluğunu çocuğunu her şeyini geride bırakıp o insanların yardımına koşan, koşmakta olan, onlara biran önce yetişmek ve onları kurtarmak için insanüstü gayret gösterenlerin çabalarını görmemek, o enkaz altında kalanların kaderlerine terkedildikleri gibi bir algı yaratmaya çalışmak kabul edilebilir değildir.

Depremin ilk anından itibaren devletin tüm kurumlarıyla, tüm unsurlarıyla nasıl teyakkuza geçtiğini, devletin tüm imkanlarının nasıl seferber edildiğini hepimiz gördük, görüyoruz.

Yıkımın gerek şiddetinin, gerekse de alanının bu kadar büyük olduğu, iklim koşullarının bu denli ağır, çetin ve zor olduğu bir felakette gerek devletin ilgili birimlerinin gerekse de gönüllü insanlarımızın nasıl büyük bir hızla organize olduğunu, her bir depremzedenin bir an önce sağ salim kurtarılması için nasıl büyük bir gayret gösterildiğini tüm dünya gıptayla izliyor, takip ediyor.

Elbette böyle bir felakette yer yer kimi eksiklikler, aksaklıklar oldu, oluyor, olacaktır.

Dün depremin merkez üssü Kahramanmaraş’ta incelemelerde bulunan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “İlk gün bazı sıkıntılar yaşandığı ancak ikinci gün ve bugün duruma hakimiyet tesis edildi" dedi.

Yani böylesine devasa bir felakete müdahalede bazı sıkıntıların yaşanmaması düşünülemez.

Ancak bırakalım Türkiye’yi, dünyanın en gelişmiş ülkesi ABD’nin, bu felaketin yüzde birine bile eşdeğer olmayan yakın zamanda gördüğümüz birkaç tayfun felaketine ne kadar sürede, nasıl müdahalelerde bulunabildiğini gördük.

Bu felaket ABD’de olsaydı belki bir hafta sonra bile tüm enkazların başına kurtarma ekipleri ulaştırılmış olmazdı.

Sadece ABD için değil dünyanın en gelişmiş diğer ülkelerinin tümü için geçerli bu.

Kuşkusuz, başta depremden birinci derecede etkilenenler olmak üzere ülkece, milletçe büyük bir felaketle karşı karşıyayız.

Hep birlikte büyük ve derin bir acı yaşıyoruz.

Ancak milletimizin birlik ve beraberlik ruhu, devletimin tüm unsurlarıyla seferber oluşu bu felaketin üstesinden kalkacağımızın en büyük güvencesi.

Ülkece el birliğiyle bu felaketin altından kalkacağız, ancak devleti ve hükümeti bu felakete müdahalede etkisiz veya yetersiz gösterme gayretinde olanların bu hevesleri enkazın altında kalacaktır diye inanıyorum.