ORTA ASYA'NIN FİLİSTİN'İ: DOĞU TÜRKİSTAN

Doç. Dr. Can CEYLAN
Tüm Yazıları
Kendilerini dünyâdan büyük gören devletler ise, tekellerine aldıkları Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde (BMGK) bu terörü sâdece kınamakla yetiniyorlardı.

Seneler önceydi. Rahmetli Mehmet Ali Birand’ın o yıllarda TRT’de hazırlayıp sunduğu 32. Gün programında yayınlanan bir görüntü, Türk kamuoyunda infial yaratmıştı. İsrailli askerler, savunmasız sivil bir Filistinli genci yakalamış ve ellerine aldıkları kaya parçalarıyla bu gence vuruyorlardı. Bu, bâriz bir savaş suçuydu ama askerler bireysel bir cezâ bile almadılar.

Bu görüntüler yayınlandığında, PKK terörü Türkiye’nin başına yeni yeni belâ olmaya başlamıştı. Terör ve terörist deyince, gayrinizâmî harp taktikleri kullanan, düzenli savaş disiplini ve üniforması olmayan, her türlü yasa dışı yolu finans kaynağı yapabilen ve gündüz pazarda gece dağda gezen insanlar anlaşılıyordu. Oysa İsrail devleti, dünyânın gözü önünde teröristlik yapıyordu. İsrail hâlâ işgâl ettiği topraklardaki halka zulüm yapıyor; onları topraklarından, işlerinden, okullarından, câmilerinden ediyor.

Kendilerini dünyâdan büyük gören devletler ise, tekellerine aldıkları Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde (BMGK) bu terörü sâdece kınamakla yetiniyorlardı. Çünkü hepsinin geçmişleri en az bu devlet terörü kadar kirliydi ve yeni terörü yadırgamıyorlardı. Dünyânın en büyük yapay milletinin kurduğu ABD’deki lobiler, İsrail’e toz kondurmuyordu. Soykırım suçu işleyen, “Kasap” lâkaplı generaller, İsrail’in başına geçiyordu. İşledikleri ve “iftihar ettikleri” suçlarını ise sâdece taktıkları kravat ve giydikleri takım elbiseleriyle örtmekle yetiniyorlardı.

Ama II. Dünya Savaşı’nda Almanya’daki faşist Nazi yönetiminin yaptığı soykırımdan en büyük yarayı alan Yahudiler, mâruz kaldıkları soykırımı kullanarak, “İsrail’i eleştirmek soykırıma destek vermektir” denklemini oluşturdular. Böylece İsrail’in yapacağı her türlü terör eylemi ve işleyeceği insanlık suçuna dünya sessiz kalacaktı. Öyle de oldu. BMGK üyeleri (ABD, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin) sessiz kaldı; ses çıkaranların sesi kesildi.

Biz Türkiye olarak bu olup bitenlere “Kudüs Davası” ve “Mescid-i Aksa” kavramları üzerinden duygusal bakarız. Üç kutsal mekânımızdan birine ev sâhipliği yapan Filistin topraklarında olanlar hem dinî hem de insanlık sorunudur. Ancak bu sorun sâdece Filistin ile sınırlı değildir. Dünyânın diğer ucunda ve dünyânın en kalabalık ülkesindeki bir bölgede, benzer suç, dünyânın gözü boyanarak işleniyor. Bu ülke, Çin’dir. Dünyâ bu bölgeyi Sincan Uygur Özerk Bölgesi olarak biliyor.

Sincan değil, Doğu Türkistan

Önce adını doğru koyalım. Çin’in batısında ve dünya kamuoyunun Sincan diye bildiği bir bölge vardır. Sincan, Çince’de “Yeni Ülke” demektir. Burası Çinliler için yeni dünya olabilir, oysa buranın adı Doğu Türkistan’dır. Bir bölgenin doğusu varsa, batısı da vardır. Batı Türkistan ise Kazakistan, Özbekistan, Tacikistan’ın bulunduğu bölgedir. Yâni doğu ve batı Türkmenistan birleşince ortaya çıkan bölge, “Orta Asya” olarak tanıtılan bölgedir. Diğer bir deyişle, nasıl “İsrail” değil “Filistin” ise, aynı şekilde “Sincan” değil, Doğu Türkistan; “Orta Asya” değil, “Türkmenistan”dır. O Türkmenistan ki, törenin doğduğu topraklardır. O Türkmenistan ki, Kaşgarlı Mahmud’un doğum yeri ve ilk sözlüğümüz Divânü Lûgâti’t Türk’ün yazıldığı yerdir.

Mao faşizmi

Faşizm deyince, herkesin aklına ilk gelen Nazilerdir. Bunun sebebi târihin en büyük soykırımını yapmış olmalarıdır. Alman ırkının üstünlüğüne inanıp, kendilerince ırklarını “temizlemek” için milyonlarca kişiyi soykırıma uğratmışlardır. Bundan da en çok, Avrupa Yahudileri mağdur olmuştur. Auswitch Toplama Kampı, bu mağduriyetin sembol adıdır.

Oysa faşizm ne sâdece Almanların özelindedir ne de faşizmin mağdurları sâdece Yahudilerdir. 20. yüzyılın son mağdurları Bosnalı Müslümanlar olurken, 21. yüzyılın ilk faşizm mağdurları da, 20. yüzyılda başlayan sürecin devam etmesiyle Doğu Türkistan Türkleri olmaktadır. 1966’da, Çin’de komünist sistemin kurucusu Mao Zedong liderliğindeki “Kültür Devrimi” bu faşizmin resmî adı olmuştur.

Nüfûs yapısı değiştiriliyor

Insamer Raporu’nda(1) 1953 senesindeki resmî rakamlara göre Doğu Türkistan’da 3.640.000 Uygur, 504.000 Kazak, 70.000 Kırgız olmak üzere yaklaşık 4 milyonu aşkın Türk yaşamaktadır. Aynı dönemde, bölgedeki Çinli nüfus ise yaklaşık 300.000 kadardır. Bu rakamların yüzdelik oranlarına göre, o târihte bölgenin yüzde doksanı Müslüman Türklerden oluşurken, sadece yüzde yedilik bölümünü Çinliler oluşturmaktadır.

1980’lere gelindiğinde, Doğu Türkistan’daki etnik Han Çinli nüfûsu 8.600.000’e, yâni neredeyse bölgenin toplam nüfusunun yüzde kırkına ulaşmış, Türkler ise resmî Çin rakamlarına göre 11.303.000’e yâni nüfûsun yüzde elli beşine gerilemiştir. Çin’e gönderilen 10.000’i aşkın Türk öğrenci de dikkate alındığında bu gerileme hızı, 2050 yılında bölgede hiç Türk kalmayacağını göstermektedir.

Tam bir soykırım

Soykırım, devletin resmî makamlarınca yapılan toplu katliamdır. Türkiyat Araştırma Dergisi'nin verilerine göre, 1949-1952 yılları arasında 2 milyon 800 bin, 1952-1957 yılları arasında 3 milyon 509 bin, 1958-1960 yılları arasında 6 milyon 700 bin, 1961-1965 yılları arasında da 13 milyon 300 bin kişi ya Çin ordusu tarafından öldürülmüş y a da rejimin politikaları doğrultusunda oluşan kıtlık sonucu hayâtını kaybetmiştir. 1965'ten sonraki katliamlarla birlikte, öldürülen Doğu Türkistanlı sayısı 35 milyon gibi benzeri görülmemiş bir rakama ulaşmıştır.

Eğitim değil, “eritim” kampları

Çin devleti, 21. yüzyılda Auswitch’i Doğu Türkistan’da kurmuştur. Çin nüfûsunun sâdece yüz de bir oranını oluşturan Doğu Türkistan’ın yüzölçümü ise 1.8 milyon m2 ile Çin’in yüzde yirmisini oluşturmaktadır. Bu özelliğe zengin yeraltı kaynakları da eklenince, kalabalık nüfûsu ve büyüyen ekonomisi ile Çin’in iştahını kabartmaktadır. Ayrıca bütün diğer komşuları ile sorun yaşayan Çin, “Bir Yol Bir Kuşak Projesi”nin kapısı olan Doğu Türkistan’ı sorun yaşamak istemediği bir yer olarak görmektedir.

Çin, kurduğu kamplarda bir milyondan fazla insana uyguladığı doktrin programını dünyâya, dans, müzik, sanat ve meslek eğitimlerinin verildiği eğitim-kültür programı olarak göstermektedir. Buna kısaca “yeniden eğitim” (re-education) demektedir. Ama güneş battıktan sonra bile devam eden seanslarla, burada tutulan insanların düşünceleri kelimenin tam anlamıyla “dönüştürmektedir”.  Bu seanslarda Uygur halk türkülerine Çince yazılan yeni sözlerle “iyi insan” olmaları amaçlanmaktadır. Çinli yetkililer, kendilerinde “suçlu olma potansiyelini öngörme kabiliyetleri” gibi bir kabiliyet(!) olduğunu söylemektedir. Bu kabiliyeti(!) kullanarak, mâsum Müslüman Türklere “radikal düşüncelerden ve terörizmden etkilenen suçlu” muamelesi yapmaktadır.

Bu kamplardaki dönüşüp programlarından geçen ve “Çinlileştirilen” Doğu Türkistanlı Türkler’e, Çin devletinde daha kolay iş bulacakları ve daha rahat bir hayat yaşayacakları telkin edilmektedir. Sakal bırakması ve uzun kıyâfetler giymesi yasaklanan Doğu Türkistanlılar’a zorla domuz eti yedirilmekte ve alkol içirilmektedir. İtiraz etmeleri durumunda kamptaki doktrine karşı geldiği için terörist muamelesi yapılmaktadır.

Bu toplama kamplarında sözde eğitim süreci dedikleri endoktrinasyon uygulanmaktadır. Bu eğitimlerde İslam’ın geri olduğu ve İslam’ın onları teröriste dönüştüreceği, bu sebeple dinlerinden vazgeçmeleri gerektiği yönünde baskı yapılmaktadır.

2018’in Ağustos ayında Birleşmiş Milletler (BM), Doğu Türkistan’da bir milyondan fazla Türkün toplama kamplarında tutulduğunu açıklamıştır. İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) de aynı yıl eylül ayında, 125 sayfalık bir rapor(2) yayımlayarak kamplarla ilgili bilgileri kısıtlı da olsa paylaşmıştır. Bu uluslararası raporlara göre, insanların kamplara kapatılması için herhangi bir suç işlemiş olma gerekçesi aranmamaktadır. Bilakis dinî görüntüye sâhip olmak, yurt dışında akrabası bulunmak, içki içmemek, Whatsapp kullanmak, câmiye gitmek, başörtüsü takmak, kısacası kendisinin Müslüman ve Türk olduğunu gösteren herhangi bir özelliğe sâhip olmak, Çin makamlarınca kamplara konulmak için yeterli sebep olarak görülmektedir.

CHRD(3) tarafından hazırlanan 3 Ağustos 2018 târihli raporda, 2018 Temmuz sonu itibârıyla Doğu Türkistan’da 2 milyondan fazla insanın tutuklanarak yeniden eğitim merkezlerine kapatıldığı belirtilmektedir. Rapora göre, sâdece Doğu Türkistan’ın güneyindeki köylü nüfus sistemine kayıtlı 600.000 kişi bu kamplara götürülmüştür; 1.300.000 kişi ise bulunduğu yerlerde gündüz ve gece sınıflarına ayrılarak zorunlu eğitime tâbi tutulmuştur.

Kamplar dışındaki asimilasyon programlarında, Doğu Türkistanlı kızlar Çinli erkeklerle evlenmeye zorlanmaktadır. Bu sayı bir milyona yaklaşmıştır. Ayrıca “Kardeş Aile projesi” adı altında her Doğu Türkistanlı âilenin evine yerleştirilen Çinli erkekler ile, Türklerin âile yapıları tahrip edilmektedir. Toplama kamplarına gönderilen kişilerin çoğunluğu erkek olduğu için, her eve Çinli erkekler gönderilmektedir. Ev halkının intihar etmesini engellemek için evlerdeki ekmek bıçakları bile toplanmaktadır. Bu insanlık dışı durumdan kurtulmak için başka çâreleri kalmayan kadınların birçoğu, evlerin en yüksek katından atlayarak intihar etmektedir. Sâhipsiz bırakılan kadınlar, Çinli erkekler ile evlenmek zorunda bırakılmaktadır. Eğer kadın, bu duruma karşı çıkarsa terör suçundan(!) hapse gönderilmektedir.

İslâm, terör olarak gösteriliyor

ABD ve Çin arasındaki siyâsî ve ekonomik rekâbet, ikinci bir Soğuk Savaş seviyesine çıkmış olsa da, 11 Eylül saldırısından sonra Çin, “Teröre Karşı Savaş”ta Amerika Birleşik Devletleri’nin yanında yer almış ve İslâm karşıtı politikalarını bu bağlamda meşrûlaştırma zemini bulmuştur. Ayrıca her türlü dinî ibâdetin kısıtlandığı Doğu Türkistan’ın dört bir yanında, 2013 yılından itibâren yoğun bir DAEŞ terör örgütü propagandası başlatılmıştır. Bu noktada Çin güvenlik güçlerinin izni olmadan adım atmanın dahi mümkün olmadığı bir ortamda, binlerce Uygur Türkü’nün kolaylıkla ülke dışına çıkarılması son derece dikkat çekicidir.

ASPİ Raporu’na(4) göre Doğu Türkistan’da 16 bin câmi kısmen tahrip edilmiş, 1.500 câmi yıkılmıştır. Bölge genelinde câmilerin toplamının yüzde altmışbeşinin tahrip edilmiş ya da tamamen yıkılmış durumdadır. Çin Komünist Partisi, 2017 yılından itibâren 8.500 câmiyi de tamâmen ortadan kaldırmıştır. Sağlam kalan câmilerin sâdece 3 bin civârında olduğu tahmin edilmektedir. Ama bunların yüzde yetmiş beşi kapalıdır.

Kutsal sayılan dinî, târihî ve kültürel mekânların yüzde 30’u yıkılmıştır. Ayrıca bu mekânların yüzde yirmi sekizi kısmen tahrip edilmiş veya gerçek kullanım amacından çıkarılarak ve bar, kafe, umûmî tuvalete dönüştürülmüştür. Kullanımda olan câmiler ise, Çin hükûmeti tarafından “terörist avlama alanı” olarak kullanılmaktadır. Mihrâbına Çin bayrağı asılan câmilere gidenler, toplama kamplarında çoğunluğu oluşturmaktadır.

Seneler önce İsrail askerlerinin Filistinli gence kaya parçalarıyla vurmasını hatırlatırcasına Çin hükûmeti bugün Doğu Türkistanlı Türklere beyinlere, ruhlarına, âilelerine, inançlarına darbeler vurarak yok etmek istemektedir.

Bu yüzden, dünya beşten büyük

BM üyesi iki yüz ülke, Güvenlik Konseyi’ndeki ülkelerin dünyâyı kendi arasında paylaştıklarının farkına varıp, dünyânın bu beş ülkeden büyük olduğunu göstermelidir. Bu gerçek, Türkiye Cumhuriyeti tarafından BM kürsüsünden ilân edilmiştir. Bu gerçek, birilerinin verdiği bir lütuf değil, doğal bir haktır. Bu hakkın gerçekleşmesi için gerekli olan şey, doğruyu savunma cesâreti ve insanlık şerefiyle yaşama arzusudur.

Zulmü durduramıyorsanız, duyurun!

Hz. Ali’ye âit olan bu söz, insanlık adına hepimizin sorumluluğudur. BM Güvenlik Konseyi’ne mafya gibi çökmüş olan beş ülke, hem kendi katliamlarını gizledikleri hem de İsrail adlı devletin Filistin’de yaptığı insanlık suçunu görmezden geldikleri gibi, Çin’de yapılanları da sâdece kınamaktadır. Doğu Türkistan’da yıllardır süren bu zulüm ve katliama karşı duran ve Doğu Türkistan Davası’nı dünyâya duyurmaya çalışan Yakup Han (1827-1877), Sabit Damolla (1883-1941), Ahmetcan Kasimî (1914-1949), Alihan Töre Sagunî (1885-1976), Osman Batur İslamoğlu (1899-1951), Canımhan Hacı (1893-1951), Dr. Mesut Sabri Baykozi (1867-1952), Alibeg Hakim (1908-1985), İsa Yusuf Alptekin (1901-1995) ve Hacı Yakup Anat (1920-2001) gibi isimler başta olmak üzere, diğer kahramanları saygı ve rahmetle anıyorum. Bu isimler, verdikleri mücâdele ile önce Türk milletine, daha sonra da insanlığa karşı yapılan zulme karşı durmanın günümüz insanı için birer rol modeldir.

Kaynaklar:

(1) https://insamer.com/tr/dogu-turkistan-raporu-gecmisten-bugune-din-ve-etnik-baskilar_3059.html

(2) https://www.hrw.org/tr/news/2018/09/09/322198

(3) https://www.nchrd.org/2018/08/china-massive-numbers-of-uyghurs-other-ethnic-minorities-forced-into-re-education-programs/

(4) https://www.aspi.org.au/report/cultural-erasure