ÖLÜLER VE İŞSİZLER: HÜKÜMETLERİN TALİHSİZ SEÇİMİ

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Tüm Yazıları
Bir hükümet teorik olarak politikalarını belirlerken toplumsal faydayı azamileştirmeyi, en yükseğe çıkarmayı amaçlar. Ancak bu pratikte öyle kolay bir süreç değildir.

Şu karantina günlerinde hükümetlerin politikaları da tartışılır hâle geldi. Bazı ülkeler de hükümetler karantina önlemlerini bir an önce kaldırmayı amaçlamakta… Bazıları da karantina önlemlerini daha sıkılaştırmayı düşünmekte… Ülkeler arasındaki bu farklar nereden kaynaklanıyor? Bugün bunlara değineyim dedim…

TOPLUMSAL FAYDA NEDİR VE KİM BELİRLER?

Bir hükümet teorik olarak politikalarını belirlerken toplumsal faydayı azamileştirmeyi, en yükseğe çıkarmayı amaçlar. Ancak bu pratikte öyle kolay bir süreç değildir. Çünkü karşımızda “toplum” adlı soyut bir varlık yoktur ki, onun faydasını bilebilelim. Toplum aslında birbirinden farklı tercih, beğeni ve çıkarlara sahip bireyler, gruplar, zümre ve sınıflar arasındaki ilişkiler ağından ibarettir. Bunlar arasında muhakkak ortak çıkar alanları da vardır: Örneğin adalet, güvenlik, asayiş ve benzeri. Zaten devletler hükümet farkı gözetmeksizin bunları sağlamakla görevlidir. Ancak hükümet politikasının çoğunluğu toplumdaki gruplar ağının ortak çıkarlarından çok, birbirleriyle çatışmalı alanlara yöneliktir. Bu durumlarda hükümetler öncelik sıralaması yapar. Bu öncelikler ise kendi siyasi çıkarına ve elde edeceği oy yüzdesini arttırmaya yönelik olması tabiîdir. Dolayısıyla bir hükümet “toplumsal yarar” deyince, aslında,  kendisi için – yani daha fazla oy kazanmak için - öncelikli olan alanları kasteder. Buradan hareketle diyebiliriz ki, toplumsal yarar partiden partiye, hükümetten hükümete değişen sübjektif bir kavramdır. Çünkü her hükümet veya parti toplum içinde belli bazı sınıf ve zümrelerin temsilcisidir.

PEKİYİ TOPLUMSAL ZARAR NEDİR?

Toplumsal fayda olduğu gibi toplumsal zarar da bulunmaktadır. Bu da toplumun geneline ortak olarak zarar veren süreçlerin bileşkesi olarak karşımıza çıkar. Bugün bütün hükümetler koronavirüs salgını nedeniyle bir toplumsal zarar problemini çözmek durumunda kalmışlardır: Daha fazla ölüm mü, daha fazla işsizlik mi? Görülen odur ki, bu tür salgınlarla baş etmenin yegâne yolu toplumsal izolasyondur. Bu önlem salgının yayılmasını engellemekte, sonuç olarak da ölümlerin sayısını düşürmektedir. Öte yandan toplumsal izolasyon toplum içinde iktisadi ilişkileri sekteye uğratmakta, ödeme ve tedarik zincirlerini kırmakta ve işsizliğin patlamasına neden olmaktadır. Hükümetlerin buradaki seçimi ise bu yüzden talihsizdir: İki zarardan birini seçmek zorunda olmak, atasözünde olduğu gibi “kırk katırla kırk satır” arasında tercih yapmak. Burada da hükümetlerin bir toplumsal zarar tanımı yapıp bu toplumsal zararı asgarileştirmeye, en düşüğe çekmeye çalıştıklarını söyleyebiliriz. Tabii ki, her hükümet toplumsal zararın tanımını kendi önceliklerine göre yapar.

ABD’DE AKIL TUTULMASI: KORONAVİRÜS PARTİLERİ

Yazılı ve görsel medyadan takip ettiğimize göre ABD başlangıçta İngiltere’nin tatbik ettiği yöntemi benimsemiş gibi. Yani hiçbir önlem almadan hastalığın yayılmasına müsaade etmek… Bu yolla insanların belli bir ölüm sayısından sonra virüse bağışıklık kazanacağı düşünülüyor… ABD hükümeti bütün karantina önlemlerini kaldırma sürecini hızlandırmıştır. Bundan amaç, yaklaşan krizin etkilerini en aza indirmektir. İşsizlikteki artışı en aza indirmektedir. Ya hastalık ne olacak? Hastalık önemli değil, Kasabanın Şerifi Trump Dadaloğlu gibi  “ölen ölür, kalan sağlar bizimdir!” demektedir. Burada sadece hükümet değil, aynı zamanda halk da önceliğini açık bir şekilde belirlemiş gözükmektedir… Geçen gün haberlerde gördüğüm bir sahne tüylerimi diken diken etti. ABD’de ahali kalabalık partilerde bir araya geliyorlarmış. Bu partilerin en büyük özelliği de partiye davetli hastaların da olmasıymış. Amaç hastalığın en fazla insana bulaşmasıymış. Bu bir akıl tutulması mı, açgözlülüğün ve tamahkârlığın hortlaması mı, yoksa cehalet mi? Bilemedim. Hali hazırda bugün koronavirüs hastalığının merkez ülkesi olan ABD’de bizim iki ayda yaşadığımız toplam ölüm sayısına eşit günlük ölüm sayısı bulunmaktadır.  Buna rağmen insanlar hastalık daha da yayılsın diye partiler yapmaktadır. Şaka gibi… Ne diyelim: ABD halkı Trump’ı yanlışlıkla seçmemiş demek ki… Böyle başa böyle tarak.

YA TÜRKİYE TOPLUMSAL ZARARI NASIL TANIMLADI?

Aslında Türkiye gibi kalabalık nüfuslu, turizm merkezi ve ticaret yollarının kavşağında bir ülkede hem de etrafında salgının patladığı komşuların bulunduğu bir ülkede bu salgının kontrol altına alınması işi kolay değildir. Aynı zamanda benzeri salgınları daha önce yaşamış olan milletler (SARS ve MERS salgınlarında Asya ülkeleri) koronavirüs salgını benzeri durumlara daha rahat intibak etmektedir: Buradaki sihirli kelime: Toplumsal disiplin ve karşılıklı haklara duyarlılık. 

Türkiye’de sürecin başlangıcında hükümet için zor bir seçim vardı: Tam 2018-19 Krizi’nin yaralarını sarıyorduk ki, bir küresel kriz ihtimali doğdu. İşsizlik oranımız zaten yüksekti, karantina önlemleriyle tahammül edilemez bir düzeye çıkabilirdi. Öte yandan salgının hızlı yayılması ihtimali de gayet yüksekti: Türkler Uzak Asyalılar veya Kuzeyliler gibi soğuk toplumlar değildi. Aksine tipik bir Akdeniz Toplumu özelliği taşıyordu. Birlikte eğlenmeyi, toplulukla paylaşmayı seven cana yakın insanlar. Ancak bu namussuz virüsün istediği de tam bu ortamdı. Bence Türk Hükümeti bu “Kırk katır mı, kırk satır mı?” sorusuna şu güne kadar oldukça iyi cevap verdi. Bizim tanımladığımız toplumsal zarar fonksiyonunda işsizlik ve ölümlerin payları eşit olarak belirlenmişti. Aynı zamanda genelde halk da iyi yönlendirildi, hastalık hakkında bilgilendirildi. Her iki zararın da etkilerini en aza indirecek şekilde kontrollü kısıtlamalar uygulandı. Ancak kanaatimce AVM’lerin – mağaza kısımlarının dahi olsa – açılması erkendir. Hükümete iş çevrelerinden ne tür baskıların geldiğini tahmin edebiliyorum. Ancak Bayram sonrasında ilk önce berberlerin ve mağazaların belli saatlerde açılması, bayramdan on beş gün sonrasında – müşteri sayısı kısıtlaması uygulanmak şartıyla – kafeterya ve restoranların sadece açık havadaki kısımlarının açılması, Bayramdan bir ay sonrasında ise diğer işletmelerin de hizmete girmesi daha güvenli olurdu. Zannımca hükümet düşmeye başlayan vaka ve ölüm sayılarından hareketle iktisadi hayatı hareketlendirmek için bir fırsat ortaya çıktığını düşündü. İnşallah yanılıyorumdur, ama dediğim gibi, bence önlemlerin peyderpey gevşetilmeye başlanması Bayram’dan sonraya ertelenmelidir. Yoksa bu kadar başarıyla götürülen bir politika, bu kadar fedakârlık ve harcanan emekler boşa gitmiş olur.