Vakıf Katılım web

MİSTİSİZMİN ÇEVRİMİÇİ AMİGOLARI

Doç. Dr. Can CEYLAN
Tüm Yazıları
Amigo olmak için bir eğitimden geçmek gerekmez.

Korona ile mücâdele sürecinde sokağa çıkma kısıtlamaları sebebiyle evde kalmanın birçok yan etkilerini görüyoruz. Çoğumuz bu süreci metânetle karşılarken bâzıları, “ıssız adaya düştüğünüzde yanınıza alacağınız üç şey” gibi anlamsız sorulara cevap arama konusunda sınırları zorlamaya başladı. Bu zorlama, sosyal medya üzerinden yapılan “çevrimiçi” (İngilizce meraklılarının deyişiyle “online”) yayınlarla yapılıyor. Yapılmayan ve söylenmeyen şey kalmadı. Elbette her şeyde olduğu gibi bu yayınlar arasında yaraya merhem olacak içerikler yok değildir.

Ancak sosyal medyada tâkipçi sayısı normalin üzerinde olan bâzı “fenomenler”, nasıl olsa insanların elinde can simidi olarak cep telefonu var deyip, bilip bilmeden konuştukları yayınlar yaptılar ve yapıyıorlar. Hâlâ yapıyorlar, çünkü atalarımız alışmış kudurmuştan beterdir, boşuna dememiş.

Ben bu “fenomen” isimlere “amigo” diyorum. Bunun iki temel sebebi var. Birincisi, tribünlere oynamaları ve kitleyi tahrik etmeleri. Futbol kültürü olan ve maçları stadyumda seyretmeyi tercih edenler bilir; her taraftar grubunun başını çeken ve “amigo” denen kişiler vardır. Bu amigolar tribündeki taraftarların takımlarına destek verirken hangi tezâhürâtı yapacağına karar verir ve o tezâhürâtı yaptırır.

Amigo olmak için bir eğitimden geçmek gerekmez. Etrâfında adam toplamayı beceren ve bu adamları stadyuma getirebilen herkes amigo olabilir. Her takımın amigoları vardır. Artık bu amigoları sosyal medyada çevrimiçi yayınlarda görüyoruz. Güya konuştukları konular çok önemliymiş gibi yapıp, seviyesi tezâhürât bile olamayacak şeyler söylüyorlar.

Amigo dememin ikinci sebebi de, amigoların resmî hiçbir sıfatı olmamasına rağmen, kulüpleriyle menfaat ilişki kurup nemâlanmalarıdır.

Neden mistisizm?

Yazının başlığına karar verirken aklından “tasavvuf” kelimesi de geçti. Ancak bu amigolar, tasavvufu zâten yeterince iğdiş ettikleri ve sıkıp suyunu çıkardıkları için kullanmamayı tercih ettim. Ayrıca tasavvuf konusunu hakkıyla ele alıp kaliteli sohbetler yapanları tenzih etmek de gerekmektedir.

Bu mistik amigoların kimileri, “bir elinde cımbız bir elinde ayna” misâli eline ney alıp kameranın karşısına geçerek, Google’dan buldukları özlü(!) uyduruk lafları, yatak odası sesiyle okuyor. Belli ki mistisizm ile erotizm arasında farkı ya bilmiyorlar, ya da kendilerince “herşeyi birleştirme” hevesine yapılıyorlar.

Havada uçuşan kavramlar

Artık bilgiye ulaşmak kolay olduğu için ve hatta belgeyi yazıp basması daha kolay olduğu için, Google’a yazdıkları anahtar kavramları derleyip kitap yazanlar, “kavram amigoluğu” yaparak “tâkipçi” kazanıyor. “Boş tenekenin çok ses çıkarması” gibi, dakikalar süren konuşmalar yapıyorlar. Kulaktan dolma ya da Google’dan bulma kavramları, sıcak simit arasına peynir koyar gibi, rahatlıkla kullanıyorlar. Esmâ-yı hüsnâlar, vahdetler, kesretler, celâlsiz cemâl olmazlar, ölmeden önce ölmekler, gizli hâzineyimler, bezm-i elestler, ilmin kapıları, zahmetsiz rahmet olmazlar, nefsin mertebeleri,  sırât-ı müstakimler havada uçuşuyor. Bu lafların havası kaçmasın diye, sonlarına bir de Mevlânâ’dan, İbn Arabî’den, Mısrî Niyâzî’den, Hallac’tan uydurma iki slogan atınca, tribündekiler coşuyor.

Tasavvuf bitti, sıra Kur’ân-ı Kerim’de

Tasavvuf konusunda az da olsa kelâm etme hakkımın olduğunu yaptığım akademik çalışmaları tâkip edenler bilir. Tasavvuf, bu amigoların eline bırakılmayacak kadar kıymetli ve hamdolsun onların zarar veremeyeceği kadar da güçlüdür. Bu amigolar üç kelimelik tezâhüratları bitip kenara çekilince tasavvufun gerçek yüzü zuhur edecektir.

Ancak bu amigolar, üç kelimelik tezâhüratlarının bittiğini hissedince ve okuyup yeni şeyler öğrenme gibi bir becerileri olmadığından dolayı, işkembe-i kübrâdan uydurmak için Kur’ân-ı Kerim’i hedef alıyorlar. Nasıl olsa tribünlerdeki tâkipçiler okumaz deyip, “Kur’an’da yazıyor zâten” diyorlar ve belânın en büyüğünü çağırdıklarını bilmiyorlar. Hızını alamayanlar, kendi câhilliklerini mârifet gibi göstermek için, ebced hesâbıyla Kur’ân-ı Kerim’den kehânetler çıkartıyorlar.

Kur’ân-ı Kerim’i Arapça değilmiş, Allahça imiş

Arapça bilgileri olmadığı için son zamanlarda bu lafı kullanmaya başladılar. Bu sözü ilk olarak, Türkiye’de tasavvuf adına konuşabilecek en yetkin kişi olan Prof.Dr. Mahmud Erol Kılıç’ın bir sohbetinde duydum. Mahmud Erol Hoca, bu sözü bambaşka bir bağlamda ele alan bir hikâye anlatır. Ama bu amigolar, bu bağlamı hiç dikkate almadan, bu sözü Kur’ân-ı Kerim’i sömürmek için kullanıyorlar. Kur’ân-ı Kerim ile kelime oyunu yapacak kadar terbiye sınırlarını aşıp “Arapça, aslında  a-Rabça, yâni Allahça”dır diyorlar.

Bu kolaycılığın sebebi Arapça bilmemeleridir. Arapça bilmeden tefsir  yapmaya kalkınca aldıkları eleştirileri bertaraf etmek için Mahmud Erol Hoca’nın anlattığı hikâyeyi kötü emellerine âlet ediyorlar. Porf. Dr. Mahmud Erol Kılıç, anadili Arapça olan birine Arapça ders verecek kadar Arap diline hâkim olan biri ve bir tasavvuf profesörü olarak bu ifâdeyi kullanma konusunda ehliyete sâhiptir. Ama kasap önündeki kedilerin bakarak kasaplık öğrenmediği gibi, bu amigolar da uzun bir konuşmanın bir cümlesini alıp sağda solda satma aymazlığına düşmektedir.  Allah ıslah etsin.

Tasavvufa ara gaz olarak kuantum

Kişisel gelişim seviyesinde yazılan ve yazması okumasından daha kısa süren kitaplardan tasavvuf öğrendiklerini zanneden bu amigolar, “her kesime” hitap etmek için, işin içine “Kuantum”, “reiki”, “panteizm” gibi nakaratları da katarak, tribünlere oynama sürelerini uzatma gayretine giriyorlar.

İnsan bir kere nefsini şeytana teslim etmeye görsün, yaptığı her şeye mânevî ve ulvî bir kılıf buluyor. Bir de arkasına Allah’ın “rahman ve rahim” olmasını koyunca, duvara toslamadan durması imkânsız hâle geliyor. Medya ve özellikle sosyal medya duvara toslama adayı amigolarla dolu. Kendilerinin nereye gittiğini bilmezlerken, peşlerine takılıp aynı tezâhüratı tekrarlayanları “kurtarma” hesapları yapıyorlar. Yanlış hesabın nereden döneceğini kestirmek kolay değil. Bu amigoların hemen hemen hepsi, resmî bir sorumluluk taşımadıkları ve olumsuz bir durumda kolaylıkla ortadan kaybolma becerisine sâhip oldukları için rahat davranıyorlar.

Diğer taraftan bu amigolar kimseyi silah zoruyla tâkipçi yapmadıkları için, vicdânen kendilerini rahat hissediyorlar. Bu rahatlık içselleştirilmiş bir seviyede olduğu için, tâkipçiler tarafından “iç huzur” zannediliyor.

Hikmeti bulup satanlar

Çağımız insanının boğuştuğu binbir sorunu fırsat olarak görüp bu sorunlara “tek yol”, “tek çâre” ifâdelerini tezâhüratlarına katan bu amigolar, nefs muhakemesi yapmadan hikmet spekülasyonu yaptıklarının farkına varmayan felsefecilerin pabucunu dama atmış durumdalar. Her sorunun cevâbını biliyorlar. Hawaii kültüründeki ritüeller işe yaşamayınca, Uzak Doğu’da katıldıkları seansları devreye sokuyorlar. Havalı olsun diye “mindfulness” dedikleri “farkındalık” öğretilerini “çevrimiçi indirimli” olarak pazarlıyorlar. Seanslarında dindar kesim için ney sesi, seküler kesim için de “new age” müzikleri kullanıyorlar.

Bu işin oyunu olmaz

Bu amigoları her türlü makyajla görmek mümkün. Kimisi sahte faturadan dolayı girdiği hapisten çıkıp kendini şeyh ilân ederek kırmızı Mevlevî sikkesiyle ve “Allah’ın giydiği cübbe” ile amigoluk yapıyor. Kimisi, sosyeteye İslâm anlatmak bahânesiyle istediği telden çalıp AVM şeyhliği yapıyor. Kimisi de kendini “evrenden gelen mesajlar” alan anten gibi gösteriyor.

Bunların bâzıları adlî, bâzıları psikiyatrik yollarla çözülebilir. Buradaki sorumluluk devletimizin ilgili kurumlarındadır. Ama bu amigolar, cezâlarını çekerken veya tedâvi olurken, onları tâkip edenlerin bilmesi gereken bir şey var ki, 1400 yıllık Müslümanlık ve 1000 yıllık tasavvuf kültüründe emeği olanların yoluna girmek zor olduğu gibi, o yolda düzgün ilerlemek daha zordur. Bu iş ne şiir ne şarkı sözü yazmaya, ne kahvehâne sohbetlerine, ne sihirbazlık yapmaya, ne bilmece çözmeye benzemez. Bu işi, bir iğne vurulunca geçen kas ağrısı gibi basit değildir. Bu yolda birilerinin duymak istediği şeyleri söyleyip soytarılık yapmanın ve tribünlerden tâkipçi toplamak için amigoluk yapmanın faturası çok ağırdır. Bu iş, göndermeyi bilmeden cin çağıranların başlarına aldıkları belâ gibidir. Benden söylemesi.