MEVSİMLERE BÖLMÜŞ ÖMRÜNÜ!

Funda ÖZKALYONCU
Çok severim aidiyet hissini, ait olmayı.

Müdavimlik ait olma hissidir.

Çok severim aidiyet hissini, ait olmayı.

Tanıdık mahalle, eczane, ayakkabıcı, terzi, yufkacı, market, tanıdık yüz görmeyi severim.

O tanıdık yüzleri görürsün, hiç yoktan kendini doğrulamış olursun.

Kendimi yabancı, yalnız, öksüz hissedeceğim yerlere gitmek istemem hiç.

Bilmediğim sokağın başından bile kaçmak isterim..

Bodrum'da yazın yıllardır pazar sabahları gittiğim pazara, hep aynı bildiğim sokaktan girerim, bir kere bir alt sokaktan girdim nasıl kaçtım anlatamam.

Gittiğim yerlerde arabamı hep aynı yere bırakırım.

Gittiğim mekanlarda hep aynı yere oturmak isterim.

Ruhumun en konforlu köşelerinden biridir müdavimlik.

Dostlarım bile müdavimlik duygum içinde oturur.

Onlar hep aynı kalsınlar, ben onları, onlar beni bilsinler.

Keyfini çıkarırım.

Yani! 

Ben amansız bir müdavimim. 

Hep tanıdığım olsun, hep tanıdıklarım olsun ve hep öyle kalsınlar.

Müdavimlik öyle basite alınacak bir duygu değildir, müdavimin güvencesi, cebinde neye yeteceğini bildiği parası, iki laf edeceği ayakkabıcısı, oğlun nasıl diye hatır soran terzisi, nerelerdeydiniz diye soran yufkacısı, derdini anlatacağı dostu olan insandır.

Müdavimliğin en sağlam hissi, sıcak, tertemiz art niyetsiz, hesapsız ayak üstü sohbeti evde yapıyormuş hissinin aynısıdır.

Evde olmak hissi.

Sonra tanıdığın, tanımadığın herkese 

selamlar söyleyerek vedalaşmaktır müdavimlik.

Herkese selam söyle olur mu.

Olur söylerim.

Ben 

İstanbul Boğazının da müdavimiyim.

İstanbul'da her şeyin onu sonu boğaz.

Güneşin doğduğu yer, güneşin battığı yer, düşlerin kurulduğu yer, dertleştigin yer, umutlandığın yer.

Geçen sabah.

Kendimi doğrulamak ve mutlu olmak için müdavimi olduğum boğaz şehir vapuruna biniyorum.

Şıngır mıngır gideceğim.

Eski vapurlar tüm boğazın karşılıklı iskelelerinde dura dura gidiyorlar, öylesine güzeller ki.

Sarıyer'den vapura biniyorum, boğazın bir karşısına bir bu tarafa gide gele Anadolu Kavağı'na kadar gideceğim.

Vapurun, eski cam süslemeleri, eski ahşap kokan pencere pervazları, eski çizilmiş koltukları o kadar şahane ki.

Her sene müdavimi olduğum bu geziyi mutlaka yaparım ve yalnız yaparım.

Vapur hareket ediyor, gözüm gönlüm denizde öylece bakmaya başlıyorum.

Pencereden denizin dalgalarına eşlik eden düşüncelerim ve kalbim atlıyor.

Gitmeler, gelmeler, doğumlar, ölümler, anılar ve şahit olduğum alın yazıları bir bir önümden geçiyor.

Bu boğazın müdavimiyim.

Önce altın sonra kırmızı sonra bir tutam fildişi ve su.

Deniz ve dalgaların renkleri bunlar.

Mevsimlere bölmüş ömrünü boğaz.

Senin müdavinin Funda.

Dilerim bu duyguyu siz de taşırsınız ve ne kadar şanslı olduğunuzu anlarsınız.

Funda’nın aklındakiler..

... Ünlü filozof ve Çinli komutan diyor ki.

"Nehir kenarında beklersen ve yeterince beklersen düşmanlarının cesetleri yüzerek önünden geçer".

Sabırla bekle.

Gürültü koparma.

Kozlarını akıllıca oyna.

İnsan ilişkileri ve bir camia içinde yaşamak bundan ibaret olmuş.

Vah vah.

Savaş var  sanki !

Mesele şu anda Ebru Gündeş bu stratejiyi yapıyormuş.

Hiç konuşmuyor.

Geçmiş nehir kenarına izliyormuş.

Anladım.

Acaba, sen nehir kenarında birilerinin önünden geçmesini izlerken, başka nehir kenarında sizi kimler bekliyor.

Hayat nehir kenarında beklemekten ibaret ise!

Hayat çok hesapçı,

Hayat çok zor değil mi?

Ölenin önünden geçmesini bekle dur.

Ben hiç beklemedim, anlamak için bir denemek lazım.

Funda'nın aklındakiler..

... Sokaktaki magazin muhabirleri ve ünlüler arasında ilişki ne kadar tuhaf.

Çok zor iş yapıyorlar biliyorum, omuzlarında kilolarca kamera, elinde mikrofon, hava cehennem sıcağı, ya da buz gibi soğuk.

Ne fark eder.

Gazeteler ve televizyonlar gideceksin diyor, haber çıkaracaksınız diyor, onlar da mekan önlerinde başlıyorlar göreve.

Öylece hep bekliyorlar.

Bir ünlü çıkışında mikrofonu uzatalım ve soru soralım.

Son derece samimiyetsiz ve çıkar kokan ilişki var.

Ünlünün vizyona giren girmiş, ya da televizyonda başlayan yeni dizisi ya da bir markanın yüzü ise başlıyor gülerek kahkahalarla anlatmaya.

Bunların hiçbiri yok ise hep aceleleri var ve sorulara kerhen ve zorla cevap veriyorlar.

Arkadaşlar acelem var hali.

O kadar sevimsiz ve zor bir ilişki ki bu.

Ünlünün işine gelirse konuşacak, işine gelmez ise konuşmayacak.

Ama filminin galasında 32 diş meydanda gülerek, espriler, şakalar havada uçuracak yan yana dizilecekler ve ekip ne kadar uyumlu çalışmış anlatacaklar.

Ya bir ürünün yüzü olsun, eşek yükü para alsın, bak sen danslara, keyfe ve magazinci arkadaşlar ile gırla sohbete.

Arada 1 hafta geçsin, mekan çıkışında ya da araba da yakala ağzını bıçak açmıyor ve acelem var arkadaşlar hali.

Bu ilişki çok haksız ve o kadar sevimsiz geliyor ki bana.

Omuzumda kamera ve elimde hiç mikrofon olmadı ve koşturmadım ama.

Sokak muhabiri olmaya gerek yok ki.

Merhametli olmak yeter bence.