MEDENİYETİN OKUMAKLA BAĞLANTISI

Ümit G. CEYLAN 17 Ara 2020

Ümit G. CEYLAN
Tüm Yazıları
Bu bir yanılsamadır. Medeni toplumlar okuyan, yazan toplumlardır demek çok sığ ve aciz bir ifadedir.

Bu bir yanılsamadır. Medeni toplumlar okuyan, yazan toplumlardır demek çok sığ ve aciz bir ifadedir. Youtube fenomeni olan bir tarihçi akademisyen sürekli Avrupa’da matbaanın icadı ile birlikte gazete ve kitap basılmasının Avrupalıları ileri seviyeye medeniyete ulaştırdığını yazıyor ve İslam coğrafyasının geri kalmışlığını okumamaya bağlıyor. Buna bağlı olarak da matbaa ile birlikte halkın okumaya ve dolayısıyla yazmaya yönlenerek bilgi ürettiğinden dem vuruyor. Osmanlı’nın şifahi kültüre sahip olmasından dolayı geri kaldığını ve medeniyet kuramadığını her fırsatta ifade etmekte beis görmüyor. O kadar ki tüccarların limanlarda yapılan ticari bilgileri mektuplaştıran ve gazetelerin ilk nüvelerini oluşturan ve adına o dönem letter denilen basılı bilgileri kutsayan tarihçimizi dinleyenler sanki o dönem bütün Avrupa okuma yazma biliyor sanır. Evet Avrupa’ya matbaa Osmanlı’dan önce gelmiştir ama bu cahil kalmak istediğimizden olmamıştır. Onlarca kalem erbabını aileleriyle birlikte işsiz bırakmak istemeyen bir anlayış vardı. O yüzden kitap el yazmaları şekliyle devam etmiştir ta ki matbaa Osmanlı topraklarına gelene kadar.

Şehir kültürü

Medeniyet, medeni kelimesinden gelir ve şehir anlamındadır. Yani köylerden daha kalabalık insan ilişkilerinin olduğu, yoğunlaştığı ticaretin ve alışverişin iletişim olanaklarının sadelikten karmaşıklığa doğru yol aldığı bir alandan bahsediyoruz.  Bu nedenle insanların birbiriyle olan muamelelerinde şuurlu olmaları doğruyu ve yanlışı birbirinden ayıracak ferasetle hareket etmeleri beklenir. Aynı kaderi paylaşan toplulukların aynı şehirde yaşayan kişilerden ahlaki davranışlar kalıbı içinde birbirlerini gözeten, anlayan ve birlikte aynı ideale yol alan iletişim kültürü içinde hareket ettiklerini düşünürüz. Bu hareketin etkisi sadece kendi şehirlerine değil kurdukları bu medeniyet tasavvurunun diğer topluluklara ve medeniyetlere de etki etmesi beklenir. Çünkü medeniyet her daim daha iyiye ve güzele doğruya yönelmelidir. Bu düstur ile geçmişten günümüze medeniyet kurmuş ve adını tarihe yazmış iki kutuptan bahsedebiliyoruz; batı ve doğu medeniyeti.

Okumakla medeni olunsaydı

Oku emriyle başlayan bir inancın insanları olarak okumayı, anlamayı ve bilgiyi her zaman baş tacı etmiş bir medeniyetten geliyoruz. Öyle ki Türklerin özellikle İslam’la müşerref olmaları ile birlikte vakıflar, medreseler kurulmuş ve fethedilen her yere zulüm yerine rahmet, hainlik yerine insaf ve vicdan hürriyeti ile birlikte adalet getirmişlerdir. Bizdeki medeniyet kavramı salt okumaktan öte okuduğunu hakikatle buluşturma ve sadece keşifler ve icatlar yaparak ilerlemek değil bunları yaparken de insanlığın hizmetine adayacak bir ruhla hareket etmektir. Batı ise medeniyetini, bugünkü teknolojisini beyin göçüyle oluştururken güya birilerinin medeniyet dediği şehirleri kurarken kölelerin inşa ettiğini, kızlarını kadınlarını süfli ihtiyaçlarını kullanmak için bir lokma karın tokluğu için harisçe sömürerek elde etmiştir. Okumak tek başına bilgiye sahip olmak ve bunu medeniyetle ilişkilendirmek doğru değildir. Okuyan değil bildikleri ile amel edebilen insan ariftir. Biz bilginin kölesi veya bilgilerle insanları köleleştiren toplumlar elde etmek istemeyiz. O yüzden bilgiyi insanlığın ortak mirası olarak görmek ve insanlık adına daha iyiyi elde edebilmek için kullanılacak bir araç olarak görebiliriz.

Medeniyet denilen şey

Bir bedevi suyu gölden veya pınardan abanıp içerken kaba görünebilir. Bir şehirli ise maşrapadan suyu içerken zariftir, naiftir. Aynı toplumda yaşayanlar birbirilerini düşünürler. Medeniyet bir düşünce ve davranış paradigmasıdır. İnanç gereği insani ve vicdanidir. Bu esas alınarak, kadim kitapların eşliğinde dünyalık da ahiretlik de düşünülür. Ona bakarsanız bütün hayatlar cahildir. Bu dünyada insan olmak ve diğer yaratılmışlara hizmet ebedi hayatın ihyası içindir. Yoksa okuyarak elde edilen salt bilgi ibadetsiz ahlak gibidir. Okuyanı kibre götürür, yontmaz. Okuduklarıyla yalnızlığa gömer insanı kendi akıbetiyle yapayalnız bırakarak Araf’a hapseder. Medeniyet hep birlikte kurtuluş reçetesinin insanlığı kendi hakikatine, özüne kavuşturacak ve ezelden gelip ebedi istiratgahını hazırlayacak bir formüller cevheri olmalı vesselam.

ÇOCUKLAR ÇEVRİM İÇİ EĞİTİMDEN BUNALDI

Aylardır devam eden ve bir ara okulların açılmasıyla kısa bir süre yüz yüze de devam eden eğitime Covid-19 yüzünden tekrar ara verilmesiyle tamamen internet eğitimine geçtik. Bir öyle bir böyle derken ebeveynlerin özellikle de annelerin, çocukların kafaları allak bullak oldu. Diyeceksiniz ki sıcak sıcak evlerinizde oturup yerinizden rahat rahat bilgisayara bakıp ders veriyor, ders alıyorsunuz. Olay şikayet etmek değildir. Ama çocukları özellikle de ilkokul ve ortaokul çocuklarını bilgisayarın önünde uzun süre ders izlemeye oturtamıyorsunuz. Bunu sürekli kontrol edemiyorsunuz. Çünkü evde bile olsanız herkesin işi var. Çocuk ders izlerken bir bakıyorum internete arkadaşıyla yazışıyor, oyun oynuyor. Nefes tüketmekten biz anneler usandık çocuklarsa eğitimi bu şekilde almaktan bunaldı. Bakmayın siz sözüm ona uzmanlara eğitim artık bu şekilde olacak diyenlere. Eğitim evde oturularak internetten alınacaksa artık öğretmenlere de gerek kalmayacak demektir. Koyun yapay zekayı daha iyi anlatır dersi. İnanın okul lafını duyunca irite olan çocuklar dahi okula gitmek istediklerini ve arkadaşlarını özlediklerini söylemeye başladılar. Yüz yüze eğitimin sıcaklığını hiçbir şey veremez.

NEREYE BAKARSAN BAK

Nereye bakarsan bak marifet güzeli görebilmektir. Dünya, güzeli ve çirkini ile birlikte bir arada. Manzara herkese aynı olmasa da biz iyiden, güzelden ve doğrudan bahsederiz. Heybemizden çul, çaput çıkarmayız; bizim sözümüz ışıklar saçar gönlü kör olmayan duyar. Görmek marifet midir dersen? Derim ki kalbiyle duyuyorsa aklını da gönlüne bağlamışsa elbette marifettir. Amma velakin kalpleri kara tahta gibi kapkara olanlara ne yazsan nafile. Kaderi onların bu. Takdiri ilahiye mazhar olmuş nice kullar var ki kalpleri ile duyar ve görürler. Sanılmasın ki bu köpkör bir kalp duymasıdır. İlahi nurdan onlara her an akan feyz, ilim, muhabbet ve şevk vardır. Çünkü kalp güzele meylettikçe coşar ve bu coşkunlukla taşar. O halde baktığın yerden kalbinle bak. Gökyüzüne dal oradan dal dal güzellik, iyilik ve doğruluk çıkar.

DOÇ. DR. IŞIL İLKNUR SERT

EĞİTİM, KÜLTÜR VE BİLİM HAYATIMIZIN KALBİ

Bir kütüphane ne işe yarar? Orada bulunması, ona başvuracağımız gün için hazırda beklemesi bizim için yeterli midir? Belki de kütüphanenin kapısından geçmemiş bir kişi için bu bile önemsizdir. Ancak toplumsal hayatı, bilimsel ve teknolojik gelişmeleri akla getirdiğimizde; nesillerin, kişilerin, ulusların birbiriyle olan ilişkilerini, hayatı kolaylaştıran her şeyi bir bütün olarak düşündüğümüzde kütüphanelerin ve tabii ki arşivlerle müzelerin de hayatımızda önemli bir yeri olduğunu anlayabiliyoruz. Kendi kendine çalışan, sorun çıkarmadan işini yapan, zaman içinde varlığını çok hissetmediğimiz ama gün gelip hastalanınca birdenbire varlığının farkına vardığımız kalbimiz gibi… Belki de günümüzden 117 yıl önce Chicago Üniversitesi Rektörü W. R. Harper, “kütüphane üniversitenin kalbidir” dediğinde biraz da bunu kastetmişti.

Günümüzde kütüphaneler üniversitenin ya da kampüsün kalbi olarak tanıtılıyor. Ben ise bu söyleyişi biraz daha ileri götürmek niyetindeyim. Kütüphanelerin eğitim, kültür ve bilim hayatımızın kalbi olduğunu size hatırlatmak istiyorum. Tüm vücut sistemine yaşamsal kaynağı yani kanı gönderen kalptir. Bilgi, tüm yaşamsal ihtiyaçlarımız için oksijen kadar gereklidir. Nesiller boyunca hayatı devam ettirmeyi kolaylaştıracak olan bilgiyi saklayan, üretimi için gerekli ortamı hazırlayan, yeniden kullanıma sunan da kütüphaneler ve bilgi merkezleridir. Onları sadece hafıza benzetmesi ile sınırlı tutmak bence yanlıştır. Hafıza sadece saklar. Kütüphaneler ve bilgi merkezleri saklamanın da ötesinde, bilginin hayata akışını dinamik olarak sağlayan kurumlardır.

Ve bu kalbin sorunları var… Bu sorunlar her ülke için farklı düzeyde olabiliyor. Ülkemizde yeterli kütüphane, kütüphaneci ve onlara ait bütçe olmamasından, mesleğe yeterince değer verilmemesine dek pek çok sorundan bahsedilebilir. Hepsinin üstündeki başlık ise kütüphane yasasının ve ulusal bilgi politikasının yokluğudur. Bence bilimsel ve kültürel kalkınmayı gerçekleştiremeyişimizin asıl sebebi de budur.

Biz daha bu değişimleri yapamayacak kadar ağır davranırken, gelişmiş ülkelerdeki kütüphaneler “dönüşüm” teması üzerine kafa yoruyor. Orada kütüphaneci saygınlık demek; kütüphane yaşamın bir parçası yani ev ve iş ya da okuldan sonraki “üçüncü mekân” demek.

Yurdumuzda ise hala kütüphane kurmak için kitap toplama kampanyaları düzenliyoruz. Kurulan kütüphanenin devamlılığı hakkında ise aklımızda soru işaretleri uçuşuyor. Devlet politikasında gözlerimiz kütüphane kelimesini arıyor. Mesela 2019-2023 yıllarını kapsayan On Birinci Kalkınma Planı içinde “Okuma kültürünün oluşturulması ve yaygınlaştırılması amacıyla kütüphanecilik hizmetleri geliştirilecektir” denildiğinde mesleğimiz için heyecanlanıyoruz. 3. Milli Kültür Şurası raporlarında ya da Kültür ve Turizm Bakanlığı 2019-2023 Stratejik Planı içinde kütüphanelerimize dair hedeflerin belirlenmesi, çok sayıda sözleşmeli personel alımı yapılması mesleğimizin geleceği için umutlu olmamızı sağlıyor. Bunlar, halk kütüphanelerimizin sorunlarını bitirmiyor ama onların büyük bir atılımın eşiğinde olduğu gerçeğini de bize açıkça gösteriyor. Yeni üniversiteler kuruluyor ama her üniversite, kalbi sayabileceği gibi bir kütüphaneye sahip değil. Kütüphanecilerinin ve koleksiyonlarının sayısı ise ne yazık ki uluslararası standartların çok altında bulunuyor. Yine de üniversite kütüphanelerimizde açık erişim çalışmalarının gelişimini görmek bizi gururlandırıyor.

Bu kalbin sorunları bu kadarla sınırlı değil. Millî Eğitim Bakanlığı Stratejik Planında kütüphane sözcüğünün geçmeyişi, akla eğitim hayatımızın kalbini kütüphane olarak görmediğimizi getiriyor. “Dijital içerikler yapay bir kalp olarak o yeri mi aldı?” diye sormadan edemiyorum. Halbuki kütüphaneciler için o dijital içerikler, kalbi besleyen besin grubundan sadece bir tanesi… Devlet işlerinde her şeyin bir sırası var, kabul. Pandemi dönemi çok önemli işlere imza atıldı. Ancak herkesi, devlet okullarındaki okul kütüphanelerimizin durumunu bir kez daha düşünmeye davet etmeden duramıyorum.

İğneyi kendimize de batıralım. Her şeyi devletten beklemek doğru mu? Ben ne yaptım birey olarak? Demek ki yetmemiş. Demek sesimi duyan olmamış. O halde daha çok ses vermeliyim. Meslektaşlarım ve kütüphaneleri sevenler, lütfen siz de düşünün… Kalp durunca hayat durur. Tüm kütüphanelerin tüm faaliyetlerini aynı anda durduramayacağımıza göre bir farkındalık eyleminin zamanı gelmedi mi?

Benim çok basit bir fikrim var. Pandemi günlerinde en anlamlı iş, umut kaynağı olabilmek… Şu zor günlerde bakışımızı edebiyata ve sanata çevirmek için her gün kütüphanenizin sosyal medya hesabından umut dolu bir dize, güzel bir paragraf, hoş bir resim paylaşmak istemez misiniz? Bunu aynı anda bütün türlerdeki kütüphaneler yapsa, videolar çekilse ve etiketi “umut kaynağı kütüphaneler” olsa, böylece bir hareket başlatılsa… Halk yapılan işi net olarak görmek istiyor. Kütüphaneler reklamlarını yapmak zorundalar. Bu sadece bir öneri. Daha güzel fikirler gelecektir sizlerden. Pandemi günlerindeki umut ışığı kütüphaneler olsun. Var mısınız eğitim, kültür ve bilim hayatımızın kalp sesini duyurmaya?

ANLAMA YOLCULUĞU

Anlamak özgüven isteyen ve bencilikten uzak bir eylemdir. Kimi insanlar dünyanın sorumluluğunu üzerlerine almışlardır. Onlar için anlamak en büyük sorumluluktur. Esas itibariyle de taş taşımaktan daha ağır bir yüktür insanı anlamak. Zira insanı anlamak demek hakikate hizmet etmek demektir. Hakikat ise yaradılışın gayesi olan hepimizin ‘bir olmak’lığına şahitlik etmek ve bu uğurda kendini anlama ilmine adamaktır. Daha net bir ifadeyle anne nasıl sabah kalkar kalkmaz daha yüzünü bile yıkamadan yatağında uyuyan yavrularına bakar, koklarsa işte insanı anlamak derdiyle hemhal olanlar da bu şekildedirler. Komşusunun gözünün ferinden, öğrencisinin sınıfa girişinden, eşinin akşam kapıdaki halinden, bakkalın keyfinden, kedinin miyavlamasından, kuşun cikciklemesinden tüm kainatı anlamak için nefes alıp verirler. Ama bazıları dediğimiz gibi insanı anlama yolculuğuna çıkmış seyyahlar gibi derdine çare arayanları arar ve bulurlar. Tanrı misafiri gibi evlerinin önlerine gelen bu bilgeyi kimisi anlar, kimisi anlamaz. İşte bu da bir nasiptir. İnsanı anlamak sorumluluğunu üzerinde taşıyana yatağında rahat bir uyku yoktur ama bir yandan da sorumluluğunun gereğini yapmış biri olarak tıpkı Hazreti Peygamberi öldürmeye gelen müşrikleri yanıltmak için yatağına girip üstüne bir de uyuyan Hazreti Ali gibi Allah’ından emin olmaktır. Asıl soru şu: Bugün kimi anladın, kimin derdine çare oldun? Bir dön kendine bakıver!

ARTI EKSİ

Artı

Almanya’da içki yasaklandı

Almanya’nın onaltı eyaletinin tamamında çarşamba gününden itibaren kamuya açık alanlarda içki içilmesi yasaklanıyor. Almanya’da Kovid-19 nedeniyle yeniden kapatılma yani karantina tedbirlerini sıkılaştırma kararı aldı. Bu yüzden Noel tatiline denk gelen süreler olan 24- 26 Aralık tarihlerinde sokakta içki içmek yasaklanıyor. Bu sürenin daha da uzayabileceği söyleniyor. Almanya’da alkollü içeceklerin satılması ve içilmesi yasak olmadığına göre sadece salgın döneminde bunun geçerli olacak bir karar olduğunu da söylemeliyiz. Haber sanki Almanya’da sonsuza dek alınmış bir karar gibi algılanmış. Ama keşke sokaklarda içilmese çok olumlu bir karar olurdu. Bizim ülkemizde de parklarda, sokaklarda alkol içmek serbest. Özellike Caddebostan sahili açıkhava meyhanesi gibi. Bu kararı kısa bir süreliğine dahi olsa artı hanesine yazmak istedik. Umarım daim olur.

Eksi

Adres kodu

Artık Türkiye’de de adres kodu uygulamasına giriliyor. Yaşanan depremler esnasındaki panik nedeniyle DASK tarafından tıpkı araba plakaları gibi adres yerine numara uygulamasına başlanılıyor. Tıpkı araba plakaları gibi, Ulusal Adres Veri Tabanı (UAVT) numarasına kayıtlı evlerin özellikleri, konuşlandıkları yerler, sahipleri ve birçok bilgiye bu numaradan ulaşılacak. 10 haneli kodla birlikte adres bildirimi yerine kod bildirilecek. Ancak şöyle de bir garabet var ki asıl buna ne denir bilemiyorum. Mesela bizim oturduğumuz Küçük Çamlıca semtinde imar kat sayısı üç. Ama gelin görün ki çoğu apartmanlarda üçten fazla kat var. Böyle olunca da üçün üzerindeki daireler gözükmüyor. Yani ben olması gereken son haneyim ve benim üstümdeki iki katta aynı numarayı taşıyacak ve benimle birlikte bu iki daire aynı yerde yaşıyor gözükecek. Nasıl ama? Bu yüzden imar planına uymayan dairelerin aslına bakarsanız yıkılması lazım. Keşke? Yani adres kodu uygulaması burada tam olarak işlev göremeyecek maalesef. Hatta daha da kötüsü kaçaklar olmayan katlara taşınıp gözükmeyecek.

MEN DAKKA DUKKA

Çocuklar o kadar saf ve masumdur ki; yeri gelir kardeşçe birlikte oynarlar, yeri gelir birbiriyle kavga ederler, bir bakmışsınız hiç o değil de birbiriyle barışıvermişler. Tekrar birlikte birbirinin oyuncaklarıyla oynarlar... Kin tutmazlar, birbirine düşman olmazlar. Onları biz büyükler masumiyetiyle değerlendiririz. Bazen kavga sırasında benim babam senin babanı döver şeklinde cümle de kurabilirler. Burada gücünü göstermek için kimisi babasını, kimisi ağabeyini, kimisi dayısını öne sürebilir. Bazen kavga sırasında eve koşar annesini olay mahalline getirir. Ağlayarak haklı olduğunu gösterebilir. Azerbaycan lideri İlham Aliyev Karabağ savaşını zaferle taçlandırırken Ermenistan lideri Nikol Paşinyan'a hitap ederken çocukluk retoriğini kullanır. "Noooooodiii Paşinyaaaaaan!" şeklinde çocuksu ve masum, biraz da mizahi bir tavır takınır. Yani siz bizi dövdünüz, haksız yere yurdumuz topraklarından sürdünüz. Bir milyon kaçkınınızla yaptıklarınızı unuttuk mu sanıyorsun! Otuz yıl sonra döndük ve şimdi haklarımızı geri alıyoruz. Etme bulma dünyası bu demek istiyor. Bir Arap atasözünde dendiği gibi "Men dakka dukka"  çalma kapıyı, çalarlar kapını...