MAHYALAR AYDINLANDI

Ümit G. CEYLAN 23 Mar 2023

Ümit G. CEYLAN
Geçirdiğimiz korona günlerindeki buruk ve tatsız günlerin ardından yaşadığımız onca badire, sıkıntı, afetlerden sonra Rabbimizden af, mağfiret ve merhamet niyaz ediyoruz.

Gece sahurlar yapıldı ve bugün ramazanı karşıladık. Son yıllarda üst üstte yaşadığımız sıkıntıları bir parça da olsa ramazan ayının sevinciyle, heyecanıyla geride bırakmayı umuyoruz. La rahatte fiddünya, yani dünyada rahat yoktur sözünü de hiç unutmadan. Bu bir gerçek. Hayat hiçbir zaman güllük gülistanlık değil ve burası da rahat etme yeri değil. Nasıl rahat olabiliriz ki; insan ana yurdundan çıkarılmış bu dünya denilen virane yere atılmışsa rahatlık mümkün mü?

Dua ile

Geçirdiğimiz korona günlerindeki buruk ve tatsız günlerin ardından yaşadığımız onca badire, sıkıntı, afetlerden sonra Rabbimizden af, mağfiret ve merhamet niyaz ediyoruz. Mahyaların aydınlanması ile birlikte artık vesveseleri, söylenmeleri, memnuniyetsizlikleri geride bırakarak her anı şükür ile geçirmeyi diliyorum. Her günü dolu dolu iftar ve sahur sofralarında dostlar, gençler hatta mümkünse depremzedelerle buluşmayı, sokak iftarlarında bir arada hemşehrilerimizle birlikte olmayı heyecanla bekliyorum. Birbirimize sımsıkı sarılmalıyız. Kalben Türkiyemizin ve tüm İslam aleminin milleti olarak bir birlerimizin yüreğine bir damlacık da olsa su serpmeliyiz. Selamı kesmeyelim dostlar. Yüzümüzdeki gülümseme hiç eksilmesin. Rahmet kapılarının sonuna kadar açık olduğu bu mübarek ayın her anını huşu içinde geçirmeyi niyaz ediyorum. Tüm bu güzel dilekleri sıralarken biliyorum ki mahzun olanlar var. Yakınlarını toprağa verenler, felaketi yaşayanlar, yapayalnız kalanlar. Türkiyemizin bu büyük cenazesine hepimiz ortağız. O yüzden bu ramazanda sokaklarda eğlence yerine daha çok dualara şahit olalım. Kucaklaşmalara ve yardımlaşmalara şahit olalım. Gün idrak etme günüdür.

Ramazana selam olsun

Bugün buradan ramazanı selamlarken yine her hafta Buluşma Noktası sayfamızda ramazana dair yazılarıyla sevgili öğrencim Nurgül Aktaş köşesinden ‘Ramazan Geldi Hoş Geldi’ diyecek. Kıymetli şair ve öykü yazarımız Birsel Alver Yazıcı bu ramazan da bizi yalnız bırakmadı. Mehmet Akyıl hocamız günceli Hacivat Karagöz ile bize aktarırken yine yüzümüzde kocaman bir gülümseme belireceğini biliyorum. Öte yandan konuk yazarlarımız ve siz kıymetli okurlarımızla cümleten bu ramazandan pürü pak çıkmak nasip olsun vesselam.

HOŞ GELDİN EY ŞEHR-İ RAMAZAN

Hazırlayan: Nurgül Aktaş

Heyecanla beklediğimiz maneviyatımızda büyük doyuma ulaşabildiğimiz ramazan ayı geldi, Hoş geldin. Ramazan'ın habercisidir Camii'nin minarelerine asılan mahyalar. Çocukken çok heyecanlanırdım ramazan ayı geldiğinde, iftar saatinin heyecanlı koşuşturması, pide kokusunu saran sofralar, iftarın habercisi olan topun patlaması, yemek masasında ezanın okunmasını beklemek… Aynı heyecan içimde hala var. 

Ramazan’ın bize verdiği bu mutluluk, maneviyat öyle güzel ruhumuzu besliyor ki. Resûlullah Efendimiz bununla ilgili şöyle buyurmuştur: 

“Oruç tutunuz ki, (madden ve mânen) sıhhat bulasınız!” Bizi birbirimize yakınlaştıran sabırlı olmamızı bize tekrardan gösteren, insanlara karşı empati duygumuzu güçlendiren, nefsimizi ve bedenimizin direnç kazanmasını sağlayan bu güzel ay hepimize şifa versin.

Ramazan ayında aynı zamanda sosyal yardımlaşma ve dayanışmayı da öğreniyoruz.  Ülkemizde yaşadığımız bu afetler bizi birbirimize daha çok yakınlaştırdı ramazan ayıyla birlikte yardımlaşmaya, dayanışmaya daha çok önem veriyoruz. 

İslam dinimiz kolaylıklarla dolu öyle ki Ebû Hüreyre’den (r.a.) rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Sizden biriniz unutarak bir şey yer veya içerse, orucunu tamamlasın. Çünkü onu Allah yedirmiş ve içirmiştir." bu kolaylığı bize veren dinimizden, bu güzel aydan umarım herkes nasibini alır herkes bu güzellikten yararlanmış olur. 

Bu güzel ayda maneviyatı en güzel hissedeceğimiz yerler Selâtin Camileridir, aklımıza ilk gelen camii ise Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi’dir. Tarihine baktığımızda bütün dinler için kutsal olan bu yer camii olmadan önce Ortodoks katedrali, Katolik katedrali ve müze olarak halka açılmıştır. Son olarak da camii olarak müslümanların ibadetine açılmıştır. Ramazan’ı Şerifi hissedebileceğimiz en güzel yerlerden biri olan bu camide sokaklarını heyecan saran uzun iftar masalarının kurulduğu güzel bir iftar yemeğinden sonra akşam namazını Ayasofya Camii’nde kılıp ellerimizi açıp dua edebiliriz. Ramazan geldiğinde aklımıza gelen namazlardan biri olan teravi namazını da unutmamak gerekir.  Böylesi faziletli bir ayda her gecesinin ayrı ayrı manası olan teravih namazını da bu güzel camiide kılmadan oradan ayrılmayalım. 

HATIRLA BENİ

BİRSEL ALVER YAZICI

COĞRAFYA KADER MİDİR?

Tanımadığım hayatımın, beni tanıyarak, üstelik yumuşak karnımı bilip en sert tekmeyi oraya atarak geçip gitmekte olduğuna bu ilk şahit oluşum değil.

İlk babamın ölümü öğretti acının insana neler yapabileceğini, geceleyin babamın gündüz ölüm saatine kurulmuş bir çalar saat gibi, babamın en sevdiği türküyle uyanıp durdum. Bu gece uyanmalarım yıllarca, her gece, bıkmadan, usanmadan sürdü. Düşünsene kulağına bir yanık gurbet türküsü geliyor ve sen uykudan uyanıp, belki yeniden uyurum ümidiyle karanlığın en koyu noktasına bakıp bakıp duruyorsun meğer uykunu bir kara trene bindirmişsin, gidiyor babanla, giden pek çok şeyle beraber…

Üstüne çok ramazan geçti kimi denk geldi uyanık olduğum saatlere, kiminden önce sahur edip uyandım, yani kimi sahur saatlerine yetişemedi…

Bendeki bu hâle bir annem tanık oldu, bir de birkaç yakın ahbabım. Uykuyu sevmediğimi sananlar oldu, gece yazmak için uyandığımı sananlar, yani yanılanlar oldu. Ben bendeki uykusuzluğun ne olduğunu biliyorken.

Bu ikinci darbesi benim yumuşak karnımın, bu sancı ilkinden daha ağır… memleketimin coğrafyasını kedere boğan o depremle iyiden iyiye bozuldu uykuyla aram. Yine o gece vakti, yine depremin olduğu saatlerde, sahipsiz bir ıslık gibi gelen bir uğultuyla uyanmaya başladım uykumdan. Beni uyandıran o uğultuyu, o sahipsiz ıslığı arayıp durdum gecenin karanlığında. Belki ben benim gibi olan diğer insanlarla aynılaşmıştım, belki bir etkilenme ve korkma biçimiydi benim uyanmalarım. Belki bu acı psikolojimizi alt üst etmeye yetmişti. Ve yine sadece annem şahit oluyordu…

Annem hastanede gece nöbetindeyken o saatlerde birbirimizle konuşmaya başladık. Bildiği bir teselli etme biçimiyle teselli etmeye çalıştı beni ama nafile günler geçip gidiyordu ama ben yine aynı saatte uyanıyordum. “Yine uyumuyor musun?” diye açtığı telefonlarda “uyumuyorum” cevabından sonra uzun bir keder sessizliğine gömülüyorduk. Kendimi üzüntüyle hasta etmemden korkuyordu. Ama ne yapacağını bilemiyordu.

Ramazan öncesi helalleşme yemeklerimiz olur bizim, kim neyi özlediyse onu yapar, oruca birkaç gün kala hangimiz müsait olursak onda toplanır, ramazana birbirimize hakkımızı helal edip öyle girerdik. Bu sefer bende toplandık, çünkü bu annemin fikriydi, bir de böyle şifalı avcunu sürmek istedi benim yüzüme. Kim ne özlemişse yapmış getirmişti. Hep beraber yedik içtik, birbirimizin yarasına, birbirimizin yara kabuğuna bile basmadan geçip gidiyorduk ki…

“Sahur vakti uyanan arasın” diye bir laf attılar ortaya. Ben alık alık bakıyorken annem “Birsel’den kimseye sıra gelmez, o nasıl olsa uyanık, hepimizi uyandırır ” dedi… Benim vasıfsız acıma bir görev yükledi amenna…

Evet uyanık olacağım, bilmediğim bir iç saatimin beni uyandırdığı o boşluğa bir uğultuyla bir sahipsiz ıslıkla uyanıp, herkesi uyandırıp, hanemin oruçlularına sahur hazırlayacağım. Benim gibi olan, benim gibi bir memleketin kederini içselleştiren diğer insanlarla aynılaşıp…

Sen yine de, geceleyin en sessiz en karanlık saate kurulmuş bir saat gibi açılan gözlerimle acıya kurulmuş bir saat gibi hatırla beni sevgili okur…

Acının insanın yumuşak karnını bilip de aynı noktadan defalarca nasıl vurduğunu bilerek hatırla, göçüğün altında kalan yüreklerimizle nasıl bir olduğumuzu hatırla…

Şimdi söyle bana sevgili okur coğrafya kader midir, keder mi?

AFET ZAMANI UMUDUN ADI: KÜTÜPHANE

Doç. Dr. Işıl İlknur Sert

Ne olduğunu, nasıl olduğunu, ne hissedildiğini yaşamadan empati ile anlamak imkânsız: afet kelimenin tam anlamıyla bir anda olup bitiyor. Etkisi ise insan için bir ömür boyu, ülke ve dünya için nesiller boyu devam ediyor. 6 Şubat 2023, Türkiye'nin tarihine çok acı bir sıfatla kazındı. Yüzyılın felaketi ile yaşanan deprem gerçeği hepimizi derinden etkiledi. Vefat edenlere Allah'tan rahmet, hayatta kalanlara sağlık, sabır ve güç diliyoruz. On bir ili aynı anda etkileyen deprem, aslında herkes için hayat derslerini de beraberinde getirdi. Belki de en önemli derslerden biri, milletçe kenetlenmenin ne anlama geldiğini bir kez daha deneyimlemiş olmamızdı. Her köşede bir umut aradık. Ve bir gün gördük ki gezici kütüphaneler deprem bölgesine umut taşıyorlar.  

Kültür ve Turizm Bakanlığı Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdür Yardımcısı Ahmet Aldemir, deprem bölgesindeki kütüphanecilik faaliyetlerini bilgi dolu, duygusal ve içten konuşması ile 3 Mart’ta online olarak yaklaşık 250 kişi ile paylaştı. Bu çalışmalar o kadar yoğun, o kadar gönüllü ve o kadar sevgi ile yapılmıştı ki güzel sonuçları birkaç fotoğrafla bile anlaşılıyordu. Gezici kütüphaneler, deprem bölgesine umut taşımıştı. Sadece depremzedeler değil, arama ve kurtarma çalışmalarında gönüllü görev alanlar da faydalanmıştı bu hizmetlerden. Etkinlikler yapılmış, oyunlar oynanmış, bilimsel araştırmaların ışığında depremzedelere nasıl davranılacağı konusunda hassas bir tutum sergilenmişti. Bugün o gezici kütüphaneler hala görevdeler. Nerede olduklarını https://kygm.ktb.gov.tr/TR-309101/gezici-kutuphaneler.html adresinden takip edebilirsiniz. Mesela Kütahya Gezici Kütüphanesi şu anda Hatay Hassa’da Stadyum Caddesinde ya da Siirt Gezici Kütüphanesi Adıyaman’da Kent ve Huzur caddelerinin yakınında görev yapıyor. Her biri kendi ilinin dışında, umudu taşıyorlar çadır ve konteyner kentlere…

Deprem bölgesinden Sudenaz Dolgun, gezici kütüphane panosuna asılan notta kütüphanede görev yapan Talat Bey için bakın ne yazmış: “Önce devletimizden sonra senden Allah razı olsun Talat abi. İyi oldu bu kütüphane hem kitap okuduk hem vakit geçirmiş olduk. Sağolun, sevgilerle Sudenaz. Ha, bu arada unutmadan söyleyeyim kitap okumak çok güzel.” İçtenlikle yazılan bu cümleler bile çok şey anlatıyor değil mi? Orada ekmek kadar, su kadar önemli bir ihtiyaç da kitaplar. Alanımızın değerli isimlerinden Prof. Dr. Erol Yılmaz’ın bir kitabının adı belki de hiç bu kadar anlamlı olmamıştı: Ekmek, Su, Kitap ve Kütüphane…

Yıkıntılar içinde umut taşıyan bir gezici kütüphanede görev almak vardı şimdi... Belki o zaman kütüphaneci Rukiye Usta'nın, gönlünden kopan şu cümleleri yüreğimizin en derininde hissedebilirdik:

"... İlkin yıkık binaların arasından süzüldüm şehre. Çadır kente gittiğimde yıkılanın sadece binalar olduğunu gördüm. İnançla yoğrulan yürekler sapasağlam ayaktaydı. Bir kitabı uzatmak hiç bu kadar mutlu etmemişti beni. Rengarenk boya kalemlerini çocuklarla buluşturmak hiç bu denli anlamlı olmamıştı. Sohbet ettik, sarıldık ve saatlerce tebessümle boyadık durduk sayfaları… Yaşadıkları tüm acılara rağmen rengârenk hayalleri var, pırıl pırıl gelecekleri… İyi ki kütüphaneciyim ve iyi ki kanayan yaralara bir nebze de olsa merhem olabildim."

Sevgili Rukiye gibi birçok kütüphaneci görevlendirildi deprem bölgesinde. Begüm Büşra, Sedat, Sinem, Hakan, Emre, Neşe Şule onlardan birkaçı…Hepsinin yüreği sevgi dolu. Onlar giderken arkalarından hüzünlenen çocuklar, yeni gelen kütüphanecilerle yeniden mutlu oluyorlar.

Meslektaşlarımız orada diye midir nedir, biz de yardım edenlerle beraber olduğumuzu hissediyoruz. Onları ve yaptıklarını unutmuyoruz. Depremin ilk günlerinde Bisikletli Kütüphanecimiz Hakan Yücel'in yardımları aracına yükleyip depremzedelere koşmasını unutmadık. Müslüm Yurtseven’in, Hasan Aydemir’in birer depremzede olmalarına rağmen hem yardımseverlikleri hem de kütüphaneci kimlikleriyle çevrenin yardımına koşmasını da unutmadık. İsimler gerçek, o isimleri tek tek yazıyorum, neden mi? Rakamlar geçiyor ekrandan. O rakamların her birinin bir insan olduğunu unutmayalım diye görev yapanların da depremden etkilenenlerin de isimlerini yazıyorum. Enkaz altında can veren sevgili mezunumuz Özlem Kıraç’ı rahmetle anıyorum. Enkaz altından sağ kurtarıldığını öğrenene kadar akla karayı seçtiğimiz öğrencimiz Ahmet Hakan Kara’yı da, güvenli bölgelere seyahat edişini adım adım takip ettiğimiz öğrencimiz Ayçanur Çıkar’ı da unutmuyoruz. Ve daha pek çok ismi…Onlar birer rakam değil. Her biri birer can.

Bugün Ramazan’ın ilk günü, ülkemiz için manevi duyguları iliklerimize dek hissettiğimiz bir ayın başlangıcı. Bu Ramazan ayı içinde gelecek hafta biz kütüphaneciler için ayrıca çok önemli: Kütüphane Haftası. Ramazan ayının manevi iklimi, Kütüphane Haftası’nın taşıdığı anlam, gündemin yavaş yavaş değiştiği ülkemizde bize unutmamamız gerekenler olduğunu fısıldıyor adeta. Bu Ramazan ayında tüm dualarımız unutmadıklarımız için… Birliğin ve beraberliğin anlamını bize yeniden hatırlatan bu afet, umudun bir adının da kütüphaneler olduğunu gösteriyor.

HACİVAT VE KARAGÖZ

REPLİKLERİ

..............................

SADAKA

*Şıkırt... Şıkırt... Şıkırt!...” sesleri duyulmaktadır. Karagöz kazandığı akçeleri bir bir saymaktadır. Hacivat;

- Karagözüm hadi zenginsin yine akçeleri sayıyorsun.

Karagöz Hacivat’a cevap verir.

- Hacivat’ım şükür bugün işlerim yaver gitti diyebilirim. Aklıma bir fakire sadaka vermek geldi. Ramazanı bekliyorum. Hacivat bu söze karşılık topu kaleye gönderir.

- Karagöz’üm madem sadaka vermeyi düşündün Ramazanı beklemesen olmaz mı? Yarına çıkmaya senedimiz yok ki!..

Karagöz Hacıcavcavın sözlerini dikkate almaz. Yolda giderken farkında olmadan bir muz kabuğuna basar. Basar basmaz havada bir takla atar ve kendisini bir seksen uzanmış olarak yerde bulur. Sanki nakavt olmuştur.  Başını arnavut kaldırımına vurmuştur; karanlığında yıldızlar uçuşmaktadır. Karagöz kendine gelir gelmez oflamaya, puflamaya başlar.

- Uf anam uf!.. Başım, kollarım, patellalarım, mangal maşalarım... Karagöz ızdırap içindedir. Acıdan inileye inileye kalkar yerinden. Hacivat’ın tavsiyesini düşünür. Haklıdır Hacivat söylediklerinde.  Madem sadaka vermek aklıma geldi; sadaka vermeliyim. Az sadaka çok belayı defedermiş dedi kendi kendine. Hacivat da Karagöz’ün yanına geldi ve elinden tutarak;

- Geçmiş olsun Karagöz kardeşim; bir nasihat, bir musibetten evladır. Karagöz başını yere eğerek karşılık verdi.

- Haklısınız Hacivat’ım. Hacivat bir mottoyla perdeyi kapatır;

“Her nefes alışta sadaka... Her adım atışta sadaka!... Sadaka, sadaka, sadaka!..”