LUBUNYA DİKTATÖRLÜĞÜ

Doç. Dr. Can CEYLAN
Tüm Yazıları
Dünyânın yüzde doksanında fazlasını oluşturan heteroseksüel hayat tarzını, "atanmış âile" olarak nitelendiriyorlar.

Argoda eşcinsel anlamına gelen “lubunya” ya da “labunya” kelimesini daha önce duymamış olanlar olabilir. Genellikle hakaret  amaçlı ve küfür ederken kullanılan bir kelime olmasına rağmen, Türkiyedeki eşcinseller, kendileri için bu kelimeyi kullanıyor ve akıllarınca kendileriyle dalga geçip kelimenin kullanımını boşa düşürerek “karşı atak” yapıyorlar.

Ama bu atak yapma tavrı, sâdece kelimeler seviyesinde kalmıyor ve atağın ötesine geçip saldırıya dönüşüyor. Kendileri için her türlü olumsuz sıfatı kullanıyorlar. Yayınladıkları sözde “onur haftası” bildirisinde kendileri için (affedersiniz) “nonoş”, “godoş” kullanmaları kendilerini bağlar. Ama bu tahkir edici kelimeleri bile başkalarına karşı kullanmak yerine, başka bir şey yapıyorlar. Cinsel özgürlükten bahsediyorlar ama kendileri hakkında yapılan ve hakaret içermeyen yorumları sindiremiyorlar. Bu yorumları, hakaret ve ötekileştirme olarak görüyorlar. Bu da bir algı özgürlüğü olarak görülebilir ama dava açma sebebi olamaz.

Yanlarına almayı başardıkları bâzı baroların yayınladıkları bildirilerle hem devlete hem de kültürel yapıya meydan okuyorlar ve başkaldırma sinyalleri veriyorlar.

Dünyânın yüzde doksanında fazlasını oluşturan heteroseksüel hayat tarzını, “atanmış âile” olarak nitelendiriyorlar. Bunu yaparak demokrasinin“seçme ve seçilme” unsuruna dolaylı gönderme yapıp sınır tanımadıkları özgürlük anlayışlarındaki zorbalık ve diktatörlüğü gizlemeye çalışıyorlar.

Devlet refleksi

Diyânet İşleri Başkanı Prof.Dr. Ali Erbaş’ın Cuma hutbesinde dillendirdiği eşcinsellikle ilgili ifâdeler, bu lubunyaları rahatsız etmiş. Sayın başkan hedef gösteriyormuş, ötekileştiriyormuş. Bu, insan haklarına aykırıymış. Nefret suçuymuş. Falanmış filanmış.

Meselenin öncesi var. İstanbulpride adlı yapılanmanın “28. İstanbul LGBTİ+ Onur Haftası” diye tanımladığı hafta için yayınladığı “Ben Neredeyim” başlıklı bildiri, “kendi çalıp kendi oynar” seviyesinde kalmayacaktı. Akıllarınca blöf yaptılar. Tüm dünya gibi Türkiye de evdeyken ve Ramazan ayının başlamasını fırsat bilip tepki görmeyeceklerini düşündüler. Ama hastalık, yangın, düşman gibi şeylerin küçüğü olmayacağı gibi, bu gibi bildirilerle çakılmak istenen kıvılcım da görmezden gelinemezdi.

Devlet, bu blöfü gördü ve arttırdı. Bu ülke toplumunun genel tavrının en güçlü kaynağı olan Müslümanlığın Türkiye’deki en yetkili makamı olarak Diyânet İşleri Başkanlığı devreye girdi ve Cuma hutbesinde Kur’ân-ı Kerim’deki eşcinsellikle ilgili âyetler hatırlatıldı. Müslümanların eşcinselliğe bakışı, en güçlü kaynak olarak Kur’ân-ı Kerim üzerinden ortaya kondu.

Bu, âdeta KOVID-19’a karşı alınan tedbirler gibiydi. Devletin bu refleksi, yağmurlu havada toprak üstüne çıkan solucanlar gibi, diğer unsurları da ortaya çıkardı. Diyânet İşleri Başkanı’na karşı yapılan suç duyurusuna, hukuk ve adâleti referans alması gereken barolar, utanç duyulası bir bildiri ile destek verdi. Tabi ki savcılık onlarla ilgili de soruşturma açtı.

Diktatör “özgürlükçüler”

Onlara kalsa, mevcut kültürel unsurların tamâmı baskıcıdır. Ama gerçek baskıcının kendileri olduğunu gösterdiler. “Eziliyoruz”, “sesimiz duyulmuyor”, “baskı görüyoruz” diyenler, kendileri aleyhine dillendirilen ve hiçbir şiddet ve baskı unsuru içermeyen fikir ve görüşlere tahammül edemediklerini ortaya koydular.

Onların demesine göre ezildikleri, seslerini duyuramadıkları, baskı gördükleri zamanda bile bu kadar tahammülsüz olanlar, Maazallah bir iktidar elde ettiklerinde acaba neler yapmazlar? Heteroseksüelleri tutuklamak, kısırlaştırmak, anne-babaların çocuklarına cinsiyet eğitimi vermesini yasaklamak gibi türlü zorbalık ve diktatörlüğü yapmamalarını kim engelleyebilir?

Kendileri saygı beklerken, başkalarına saygı beslemediklerini en hafif bir eleştiride gösteren bu lubunyalar, dengeler değişirse acaba ne yaparlar? Bu lubunyalar başa geçerlerse, eşcinselliği lânetleyen kutsal kitapları şehirlerin meydanlarında yakmayacaklarını kim garanti edebilir?

Ayrımcılıkmış!

Düşünce ve ifâde özgürlüğünü işlerine geldiği gibi kullananlar, bu özgürlük kendilerine karşı kullanıldığından neden rahatsız olurlar? Eşcinsellik konusundaki eleştirileri dava sebebi ise, alkolün kötülüğüne söyleyene meyhâne sâhipleri, kumarın kötülüğünü söyleyene kumarhâne sâhipleri, fâizin haram olduğunu söyleyene bankacılar dava mı açacak?

Lezbiyenin lezbiyene düşmanlığı

Akademik bir araştırma sebebiyle bir lezbiyenle yaptığım mülakatta duyduğum şeyler, bu lubunyaların kendi içlerinde bile özgürlükçü olmadığını anlamama sebep olmuştu. Görüştüğüm lezbiyen, onu en çok lezbiyenlerin mağdur ettiğini söylemişti. Onun lezbiyen olduğunu anlayan ve kendi de lezbiyen olan işvereni işine son vermişti. Evli ve çocuk sâhibi olan işvereni, lezbiyen olduğunu başkalarına söyleme ihtimâli yüzünden çalışanını kovmuştu.

Zürriyetsizler

LGBTlilerin başkalarından beklediği hoşgörüyü birbirlerine göstermediğine dâir birçok örnek bulmak mümkündür. Eleştirmenin ötesinde cephe aldıkları heteroseksüel hâyatın “baskıcı” olduğunu iddia ederken, eşcinselliğin devam etmesi için heteroseksüel âile ve toplum yapısına muhtaç olduklarını, eşcinsellerin üreyemediğini ve soylarını kendi kendilerine devam ettiremediklerini hiç düşünmüyorlar mı acaba?

Onlar, altından geçildiğinde cinsiyet değiştirildiğine inanılan gökkuşağını kendilerine sembol olarak kullanadursunlar, bu ülke insanı ve devletimiz onların zannettiğinden daha akıllıdır ve onların diktatörlüklerine pabuç bırakmayacaktır.

Sözü Allah’ın kelâmıyla bitireyim: “Biz, erkeklere ve kadınlara ayrı ayrı üstünlükler verdik. Bu üstünlükleri ele geçirmeye çalışmasınlar” (Nisa Sûresi, 4/32)