KULAK ARDI…

Sezai ŞENGÖNÜL
Tüm Yazıları
Bakıyorum da bu günlerde; geçmişimizde (tarihimizde) yapılmış fakat sonraki dönemlerde izi silinmeye yüz tutmuş veya silinmiş veya sildirilmiş, sindirilmiş bazı faydalı çalışmalara karşı biraz özlemden, biraz da gerekliliğinden dolayı olsa gerek ilgi, alaka var. Bunlar güzel...

Lakin çok önemli hatta hayati önem taşıyan çok güzel kimi geleneklere ve çalışmalara dair ise biraz korkudan, biraz da tırsmışlıktan olsa gerek kimse pas vermiyor, veremiyor... Gündeme de alamıyor... Tabii bahsettiğim işler kelleyi de koltukta gezmeyi gerektiren işlerden, öyle kolay değil! Bu da etkili oluyor kim bilir! Haklı da olabilirler, sonuçta sabahları elinde orakla lale bahçesinde gezinip, uzayan laleleri tırpanlayan, hepsini aynı hizaya getiren bir gelenek de var geçmişimizde.

İşin boyutu bizde o kadar da değil tabii ki...  Ama dediğimde bir gerçek... Ama bu bahsedeceğim konu hepimiz için, memleket için çok önemli... Bu tür konulara ilgisizlik pek hayra da alamet değil. Her şeye rağmen çabalamak lazım. Geçmişimizde olduğu gibi bugün de devlet mekanizmasındaki, işleyişteki, yönetimdeki yanlışları işaret eden ve önlemini de gösteren, doğruları takdir ve taltif eden, problemlerle beraber çözümleri noktasında da öneriler sunan aklı selim bir mekanizmanın işlerliği bu yüzden bir devlet için ve o devletin milletin huzuru, refah seviyesi için bana göre çok hayati. 

İşte artık bu konulara da parmak basılsın istiyorum şahsen... İş işten geçmeden. Koçi Bey'in aşağıda bahsedeceğim kitabını okuduktan sonra bu düşünce bende daha da belirgin bir hale geldi. Zaten vardı ama hayati olduğunu iyice anladım...

Evet, gelelim Koçi Bey'e... Kimdir necidir? Ne yapmıştır? Koçi Bey, Osmanlı yazar ve mütefekkirlerinden... Yaşadığı dönemin çok önemli ilim, irfan ve siyaset erbaplarından biri...

Onun Sultan IV. Murat’a ve İbrahim’e takdim ettiği iki ayrı eseri vardır. İlki, "Koçi Bey Risalesi" denilince ilk akla gelenidir, Bu eseri Koçi Bey’in 1631 yılında yazarak Sultan IV. Murad’a takdim ettiği ilk risalesidir. Sonraki ise, 1640 yılında, Sultan İbrahim’in isteği üzere kaleme aldığı diğer risalesidir.

Bilindiği üzere Türk tarihinde bu tip eserlerin ilk önemli örneği, "Türkistan" şimdi ki adıyla da "Doğu Türkistan" olarak bilinen bölgede Yusuf Hashacib tarafından yazılıp, Karahanlı hükümdarına arz edilen “Kutadgu Bilig”dir. Bu tür bir gelenek daha sonra da devam etmiştir. Bilenleriniz vardır; Büyük Anadolu Selçuklu Devleti’nin Alparslan ve Melikşah dönemleri veziri Nizamülmülk tarafından yazılan “Siyasetname” de bu türe en çarpıcı örneklerden birini teşkil eder. Bu tür eserlere 'Siyasetname' de denir aslında...

Peki, nedir Siyasetname? 

Öz olarak 'Siyasetname' genellikle devlet yönetimini ele alan, gayeleri hükümdarlara ve yöneticilere idare etme-idare ile ilgili önerilerde bulunmak üzere özel olarak hazırlanmış eserler için kullanılan isimdir. Sultanlar, vezirler için olanlar ve herkese dair olanlar olmak üzere üç çeşidi bulunduğundan tarihi kayıtlarda bahsediliyor. İşte bu eserde bir nevi böyle bir şey bana kalırsa. Aslında Koçi Bey, bahsi geçen iki sultana da görüşlerini öncelikle arz olarak takdim etmiştir. Daha sonra, Sultan İbrahim’in emriyle bunları başka bir hale büründürmüştür. Yani 'Risale' haline getirmiştir. Risale, Osmanlı devletinin o dönemdeki, siyasî, idarî, askeri, ekonomik, toplumsal yönlerini inceleyen ve konulara ilişkin çözüm önerileri ihtiva eden bir eser olarak, “ıslahat risalesi” türünün meşhur ve önemli bir örneğidir.

Çözüm getirici tahlilleriyle de ehemmiyetli bir yönetim kitabıdır. Devlet yapısı, işleyişi, kurumları ele alınıp eleştirel ve eğitici-öğretici bir yaklaşımla doğrudan padişaha takdim edilmiştir. Bu bağlamda da Koçi Bey'de meseleleri değerlendirirken tarihten ustaca istifade etmiştir. Yapılması lazım gelenleri anlatırken, geçmişe ait bilgileri de kullanmış, böylece fikirlerinin kabulünü kolaylaştırmış ve hızlandırmıştır. Çünkü aynı zamanda eserini sunduğu insanlara tarihi de hatırlatarak neler yapıldığında, buna mukabil neler olabileceğine dair bir öngörüyü de böylelikle vermiştir Koçi Bey. Bu kitabı okuduktan sonra kesinlikle söyleyebiliriz ki; Koçi Bey bu çalışmasıyla, eseriyle döneminin ve geleceğin yönetim tarzına müthiş bir şekilde katkı sağlamıştır...

Belki de bu yüzden batılı bazı kişilikler Koçi Bey’i “Türk Montesquieu”sü diye adlandırmış olabilir... Araştırdığım da gördüm ki; 'Koçi Bey Risalesi' Osmanlı İmparatorluğu’nun problemlerin arttığı, gerileme veya çöküşü meselesi açıldığında yabancı tarihçilerin bizden daha çok müracaat ettiği önemli kaynaklardan da biriymiş. Günümüzde de tüm yöneticilerin -geçmişte okumuş olsalar bile-, bugün bu kitabı, bir kez daha okumalarını tavsiye ediyorum. Akl-ı Selimce... Sakin bir ortamda ve üzerinde düşüne düşüne... Sindire sindire...

Keşke günümüzde de bu tür insanlara şimdi olduğundan (!) daha sıkça rastlasak da, onlarda memleketimizin problemlerini güncellenmiş ve objektif bir bakış açısıyla ele alarak, artı çözümleriyle beraber gerekli yerlere sunabilselerdi. Böyle faydalı işleri yapabildiklerine bizlerde açıkça şahit olup, olumlu yansımalarından dolayı da keşke sevinebilseydik... Söyledikleri 'kulak ardı' edilen değil de 'baş tacı' edilen bu tür insanların varlığına bizlerde daha çokça şahit bulabilseydik. Herhalde memleketimiz, hepimiz için çok faydalı ve hayırlı olurdu!

Bahsi geçen eserde topluma, millete dair yapılan sosyolojik tespitler, öngörüler müthiş...

İlgili kitabı Zuhuri Danışman sadeleştirmiş. İki ayrı baskısı da geçti elime. Birini geçmişte sahaftan almıştım. Diğerini de bir arkadaşım hediye etmişti. Elim değip de okuyamadığım için kitaplığımda olduğunu da fark etmemişim ki, onu da almışım arkadaştan. İyi de oldu, çünkü biri daha eski bir baskı idi. Ama dil ve anlatım gayet doğal. Gerçi kitapta içindekiler kısmından hemen sonraki sayfada sadeleştiren tarafından kitabın diline dair "notlar" başlığı altında üç madde ile açıklamalarda bulunulmuş, artı sözlükte eklenmiş sonraları. Yine kitapta ilk başlarda Koçi Bey, gençliği, karakteri ve ailesi hakkında malumatlar verilmiş, ardından da o dönemin kısa panoraması, risale içeriği hakkında bilgilendirmeler sonrası asıl meselelere değinilmiş. 168 sayfa civarında bir kitap... Ama en arkada yaklaşık 13 sayfalık bir sözlük ile birlikte... Diyeceğim o ki; haliyle ikisine de göz attım. (1972 Koçi Bey-İstanbul, Devlet Kitapları-Türk Kültürü Kaynak Eserleri 1.Baskı - Koçi Bey, Sadeleştiren: Zuhuri Danışman, Ankara, 1985)

Koçi Bey'in dönemin ilim adamlarına ve medreselerine dair sunduğu arzlardan birinden alıntı yaparak bu yazımıza son verelim... Alıntı yapayım ki, Koçi Bey'in nasıl faydalı bir iş yaptığına dair sizlerin de bir fikri olsun. Tadımlık babında yani... Sağlıcakla kalın.

(...)

Giderek her işe hatır karıştı, her şeye göz yumuldu ve hak etmeyenlere birçok mevkiler verildi, eski kanun bozuldu. Mülazemetler satılmaya başladı. İyi-kötü belirsiz oldu. İyilerin iyi işlerinin değeri bilinmediği ve kötülerin kötülükleri cezasız kaldığından, âlim ve cahil birbirinden ayrılmadığından, ulemânın kıymeti bilinmediğinden, bilginlerin halk gözünde saygınlığı kalmadı. Eskiden ulemâ Allah’tan korkar, halk da onlardan korkar ve her söylediklerine uyarlardı. Ben İstanbul’a geldiğimde bir müderris yoldan geçse herkes büyük saygı ile ayağa kalkardı. Dışarıda gösterişsiz giyinirlerdi, asla süs ve gösterişleri yoktu. Makam ve mevki peşinde değillerdi. Evlerinde ilimle meşgul olurlar, dışarı çıkınca ya derslerine ya camiye ya da bir dost ziyaretine giderlerdi. Halk gözünde saygınlıkları pek büyüktü. O zamanlar, âlim ile cahil bir tutulmazdı.

Bilgi ve marifet sahiplerine ayrıcalık tanınsa yine kısa sürede önceki durum olur. İlmiye rütbeleri en bilgiliye verilmelidir. Medreseler dahi dakâyık-ı ilmiye istihracına kadir olanlara gerektir. Mülâzemetler satılmazsa, hakkı olanlara verilirse, sayıları çok tutulmazsa, âlim ve cahil eşit görülmezse ilim yolu kısa zamanda düzelir. Ancak, aldırış etmemekle âlem elden gider.