KİRLETİLMİŞ SÖZCÜKLER

ERAY YAĞANAK 15 Şub 2021

ERAY YAĞANAK
Tüm Yazıları
Sözcüklere yüklediğimiz anlamlar onların hayatımıza ne kadar yakından temas ettikleri ile doğrudan ilgilidir.

Sözcükler anlam dünyamızın anahtarıdırlar. Onlarla hayatımıza anlam katar, onlarla kendimizi sağın bir kendilik olarak görürüz. Bizi kendimize ve başkalarına açar sözcükler. Bu açılma haliyle dünya ile ilişki kurarız; dünya bize sözcüklerle açılır. Aşk ve nefret sözcüklerle ifade edilir. Sevginin de sevgisizliğin de terazisi sözcüklerdir. Onlarla bedenimizi değil; ruhumuzu tartarız. Siz, sizin için en anlamlı sözcüğün ne olduğunu düşündünüz mü hiç?

Sözcüklere yüklediğimiz anlamlar onların hayatımıza ne kadar yakından temas ettikleri ile doğrudan ilgilidir. Dil’de olmayan şeyin ne zihnimizde ne de gönlümüzde bir yeri ve anlamı vardır. Bu nedenle, sözcükler zihin kapısından gönül kapısına giden yolu açarlar. Allah zihin açıklığı versin duasının yanına bir de Allah gönül açıklığı versin duasını eklesek ne güzel olur! Eğer müsaade edersek zihnin göremediğini gönül görür. Gönül de neymiş diye sormayın kendinize. Bunun dil’de bir açıklaması yok. Ama onun bir cevabının olmaması onun anlamının ve gerçekliğinin olmadığı anlamına gelmez. Tıpkı aşk acısının neden olduğu kalp ağrısının açıklanamaması gibi. Gerçekliği sadece fiziksel olanla sınırlandırmadığınız sürece.

Neyi düşünemeyeceğinizi düşündünüz mü hiç? Açık bir zihin ve birazcık dikkat bu sorudaki maksadı sezebilir. Neyi düşünemiyor olduğumuzu düşünemiyor olmak aslında açık bir itiraftır. Düşüncenin olanağı sözcüklerdir. Eğer düşünemiyorsak düşünmeye olanak sağlayan sözcük dağarcığına sahip olmadığımızı itiraf ediyoruz demektir. Düşünebiliyor olmak ile sadece bir sözcük ve o sözcüğün bize gösterdiği şey arasındaki ilişkiyi değil onu aşan bir şeyi kastediyorum. Örneğin, “kalem” dediğimizdeki gibi sadece yazma işine yarayan bir nesneyi kastetmiyorum. Yani, düşünme olanağını, bir sözcük ve o sözcüğe dış dünyada karşılık gelen bir nesneyle sınırlandırmıyorum. Duyu düzeyini aşan bir düşünmeden söz ediyorum.

Düşünme ve düşünce arasında su ve yaşam arasında olduğu türden bir ilişki vardır. Düşünce, düşünmenin ahlakıdır ve bu ahlak en güzel sözcüklerde gösterir kendini. Duyu düzeyini aşan bir olgu ya da olayı ifade etmek üzere kullanılan dil sözcüklere anlam derinliği katar. Bizi birbirimize bağlayan şey de bu anlam derinliğidir. Bu anlam derinliğidir insan dışındaki varlıkların insan dünyasına anlam katmasının nedeni. Kısaca; anlam şeyde değil sözdedir ve söz de sözcüklere bağlıdır.

Dil, söylem ve anlam arasında doğrudan bir ilişki vardır. Dil söyleme, söylem anlama bağlıdır. Her söylem bir anlamı temsil eder. Söylediğimiz şeyle söylemek istediğimiz şeyi anlam daralmasının kollarına bıraktığımızda karşımıza çıkacak tek şey kırgınlıktır. Şeyleri, olayları ya da olguları olmadıkları gibi dile getirebilmenin de aracısı olan sözcükleri birbirimize karşı nefret tohumları ekeceğimiz temsiller olmaktan çıkarmadığımız sürece ruhumuzdan gözyaşı akmaya, aşk nefrete, sevgi sevgisizliğe dönüşmeye devam edecek. Bizi birbirimize bağlayan sözcükler bizi bizden koparacak. Bir kere kırılmayıverin. Hangi dil, hangi sözcük temsil edebilir gönül kırgınlığının ruhumuzda akıttığı gözyaşını?

Düşüncenin düşünmenin ahlakı olduğunu söyledim. Düşünmenin ürünü olan düşüncelerin fikir olarak sunulabilmelerinin aracı sözcüklerdir. Dolayısıyla sözcükler ve onlara yüklediğimiz anlamlar da bizim ahlakımızın kaynaklarıdır. Onları hangi niyetle kullandığımız ya bir anlam derinliğine olanak sağlar ya da, eğer kasıtlı kullanılmıyorsa, bir anlayışsızlığa karşılık gelir. Burada anlayışsızlık ile anlamanın duyu düzeyinde kaldığı durumu ifade ediyorum. Şunu unutmayalım: Hiçbir şey anlamı kirletilmiş bir sözcüğün ruhumuzda yarattığı yıkıcı tahribatı onaramaz. Olanı olmadığı gibi gösteren sözcükler kullanarak olmuş olanı ve olmakta olanı kirletenler kendi ruhlarını kirlettiklerinin farkına varmalıdırlar. Birbirimizi adı olmayan sıradan nesneler haline dönüştürmekten vazgeçmeliyiz. İnsani varoluşun kendini anlamlı bir şekilde görünür kıldığı düşünme olanağımızı duyu düzeyinde düşünmeye indirgemekten kurtarmak zorundayız. Aksi durumda, kabul etmekte zorlanabileceğimiz olmadığımız bir şey olarak adlandırılmamız kaçınılmazdır.