KİRALIK SORUNU

Yusuf DİNÇ 28 Eki 2021

Yusuf DİNÇ
Tüm Yazıları
Başka eleştirileri ele alsa da doğrudan kiracılık sorunuyla kurgunun açılışını yapan yapıtlar dahi bulunur.

Türkiye’nin çok ilginç bir kiracılık deneyimi bulunur. Hatta bu konuya münhasır beyaz perde yapıtları bulunan belki de tek sinema endüstrisi Türkiye’dedir. Başka eleştirileri ele alsa da doğrudan kiracılık sorunuyla kurgunun açılışını yapan yapıtlar dahi bulunur. Fakat eski zamanda zorbalık olarak addedilen mülk sahibi deneyimlerinin bugün yunmuş yıkanmış kalabileceğini söylemek durumundayım.

Direk konuya ilerlemek istiyordum ama gelin önce sizi bahsettiğim bu sahne açılışına götüreyim.

Çöpçüler Kralı… Sokaklar kirlidir ve diğerlerinin yerine sokağı süpürecek kimselere ihtiyaç vardır. Böylece sahne, çöpçünün atılmış bir ayakkabıyı sermaye yaptığı ufak bir menfaatin keyfiyle açılır. Hızlıca dört rol belirir; çöpçü, gazete dağıtıcı çocuk, dertli ve dertleri süpüren “dert köşecisi”…

Gazete dağıtıcısından sorulan havadis memur zammı üzerinedir. Cevap müspet olunca sorunun kenarına emekli ve dul (dertli) iliştirilir:

“Ücret zammı paketinde dullara da yer var mıdır?”

“Evet, vardır”.

Ama bu ne iyi bir haberdir ne de kötü… Çünkü zam alan dul teyzenin ev sahibi “kira zammı için tez zamanda kapıya dayanacak”tır. Dert köşecisi de bu ne iyi ne de kötü olan durumları gazetede gündemine taşımaya devam edecektir. “Haklısın” şarkısı da bugünlerin uzantısı olarak yazılmıştır zaten.

Şimdi bakıyorum da herkesin haklı olduğu o zamanlarda ev sahipleri en azından kiracının zam alıp almadığını takip etmiş. Mesela bin lira zam gelmişse sekiz yüzünü kendilerine istemişler. Her şeye rağmen insaflılarmış demekten başka ne denebilir ki?

Bugün hangi emlakçıyla konuşsanız mülk sahipleriyle kiracıların mahkemelik oluşunu anlattığı zamanlardan geçerken geçmiş tecrübenin yeniden yargılanmasında yumuşuyor olmak normal…

Toplum ücret artışlarıyla kira artışları arasında ilişki kuracak insaftan dahi yoksunlaşmış durumda. 3 bin TL civarında ücret alan insanlar yine 3 bin TL kira değerli olduğu düşünülen konutlarda yaşıyorlar.

Bu sorunun bir kısmıysa inşaat sektörü uğruna vatandaşlığın yanlış pazarlanmasından kaynaklanıyor. Türkiye’de çok uluslu bir toplumsal yapı yaratılsın, sıkıntı değil. Fakat yöntemi farklı olabilir.

Memlekette yabancıların hangi sınıf gayrimenkuller üzerine yatırım yapabileceğiyle ilgili sistematik bir yaklaşım yok. (Gerçi var ama başka bakış açısıyla; sınırlandırma.)

Yatırımcı da akıllı, tek bir gayrimenkul üzerine yatırım yapmaktansa vatandaşlık tutarını birkaç gayrimenkule parçalıyor. Böylece şehirde riski dağıtıp, kira gelirini maksimize etmeye çalışıyor. Çünkü dar gelirlilere hitap eden gayrimenkuller de şu anda yatırımcı ilgisine sunuluyor. Böylece dar gelirliler sürdürülemez bir alana itiliyor.

Malezya örneği şöyle; yabancı yatırımcının sadece belli tutar üzerindeki gayrimenkulleri satın almasına izin veriliyor (vatandaşlık için değil). Böylece dar gelirlilerin konut edinimi üzerinde zaten var olan baskının artmasının önüne geçiliyor. Hatta Kuala Lumpur’da 1 milyon ringit olan alt sınır diğer şehirlerde 2 milyon ringit olarak uygulanıyor. Böylece diğer şehirlerin daha yerli kalması ve Kuala Lumpur’un çok uluslu bir yapıya ulaşması hedefleniyor.

Bu örnekteki kadar zekâ göstermek zor değil. Hele de mortgage modeli büyük bir yanlıştan ibaretken.